Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '07

 
Kategori
Küresel Isınma
 

Unutmak ve Alışmak!

Unutmak ve Alışmak!
 

Unutmak ve alışmak insana verilmiş en güzel yetilermiş. Son zamanlara kadar ben de öyle düşünüyordum ama bugünlerde tam tersini düşünüyorum. Ölçeği biraz küçültüp “insanlık” adına değil, yaşadığım ülke ve insanları için olabilecek en kötü yetilerden ikisi; unutmak ve alışmak bence!


O kadar tuhaf şeyler yaşıyoruz ki, haberleri izlerken “Yok artık” parantezinde tüm cümlelerimiz. İzlediğimiz şeyin “Haber” olduğuna da bin şahit lazım, o da ayrı bir tartışma konusu. Gazetelerin ise ne kadar doğru haber verdiğini hepimiz biliyoruz, kendi bakış açısına göre, taraflı haberler yayınlanıyor. At gözlüklü, bu iki haber alma kanalınıyla yetinip, dili döndüğünce (anlamını bilmese bile duyduğu bir kaç söz yeter, söyle gitsin), aklı erdiğince (düşünmeye gerek yok, gazeteler öyle yazıyor ya) her konu hakkında, her zaman, her yerde akla durgunluk verecek şekilde, şahsına münasır yorumlar yapan yurdum insanına diyeceğim hiçbir şey kalmadı. Artık kendileriyle yollarımız keskin kavşaklarla ayrılmış durumda.

Yabancılaşma süreci bu olsa gerek. Artık gazete okuyamıyorum, haberleri izleyemiyorum. Beğenerek izlediğim programlarsa çok geç saatte yayınlanıyor ve kısa süre sonra toplumun geneline hitap etmediği için yayından kaldırılıyor. Neyse, ne kadar az televizyon izlenirse o kadar iyidir, sorun değil ama çember gittikçe daralıyor. Toplumu oluşturan bireyler, etrafımız ve biz. Bir takım şeylerden ne kadar soyutlasak da kendimizi bir yerlerde çakışıyor yollarımız. Ben kabul ettim susmayı, uzaktan izliyorum artık olan biteni. Derken, buna kendimi bile inandırmışken, susamıyorum yine de…

Etrafımdaki bidon satın alma telaşını gördükçe iyice sinirleniyorum.

Kesilen sular, elektrikler... Yıllarca “Gelişmekte Olan Ülkeler” kategorisine soktular bizi. Kibarlaştırdılar, gelişmekte olan ülkeler diye. Bunun anlamı “Gelişmemiş Ülkeler”dir aslında. Evet, artık bunun resmen kanıtı oldu bu kesintiler. De ki ; Biz gelişmemiş bir ülkeyiz, o yüzden bunları çekiyoruz. Kabul! Ama “Artık teknolojimiz çok ilerledi, herkes klima kullanmaya başladı ve elektrik altyapısı bunu kaldıramıyor.” dersen, olmaz. Barajların kuruması süpriz bir şey olamaz. Bir gün uyandık ve barajdaki su bitmiş, böyle bir şey beklemiyorduk, diyemezsiniz. Aylardır konuşulan, tartışılan bir şeydi bu. Barajlardaki su seviyeleri, yağış oranları, artan sıcaklıklar, ölçülen, kaydedilen ve sonuçlarının her zaman kontrol edilmesi gereken veriler değil mi?

“BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ” olmak ne demek? Buradaki büyük sadece o şehrin km2' sini mi ifade ediyor? Nerede altyapı? Planlı gelişim? Ankara’da süs olarak yapılan şelale ve fıskiye sayısını bilen var mı? Suyun ne kadar önemli olduğu ve nasıl kullanılması gerektiği, barajlardaki su bitince mi anlaşıldı? Küresel Isınma yüzünden deniliyor. Elbette küresel ısınma yüzünden ama tek sebebi bu değil. Bunlar bilinçsiz tüketimin sonuçları. Türkiye’ de bir şeyleri hareketlendirmek için iktisadi olarak bulunan çözüm tüketimi arttırmak olduğu için, bunların tamamı yanlış politikaların sonucudur. Daha küresel ısınma sonucunda kalacağımız susuzluk başlamadı bile! Ama o günler de çok uzak değil. Tekrar aynı soruya geliyorum; Büyükşehir Belediyeciliği nedir? Kaldırım taşlarını kaldırıp tekrar yerleştirmek midir? Billboardlardaki mankenlerin mayolu fotograflarının mahremiyetini tartışacak bir mercî midir? Büyükşehir Belediyeciliği nedir? Biri bana anlatabilir mi?

Aslında çok basit; “Büyükşehir Belediyesi Kanunu” okuyunca ben bile anlıyorum. Hatta 1.madde yeterlidir;

Bu Kanunun amacı, büyükşehir belediyesi yönetiminin hukukî statüsünü düzenlemek, hizmetlerin plânlı, programlı, etkin, verimli ve uyum içinde yürütülmesini sağlamaktır.

Ve 3. Bölüm: Büyükşehir Belediyesinin Görev, Yetki ve Sorumlulukları;
......................................
i) Sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak; ağaçlandırma yapmak; hafriyat toprağı, moloz, kum ve çakıl depolama alanlarını, odun ve kömür satış ve depolama sahalarını belirlemek, bunların taşınmasında çevre kirliliğine meydan vermeyecek tedbirler almak; büyükşehir katı atık yönetim plânını yapmak, yaptırmak; katı atıkların kaynakta toplanması ve aktarma istasyonuna kadar taşınması hariç katı atıkların ve hafriyatın yeniden değerlendirilmesi, depolanması ve bertaraf edilmesine ilişkin hizmetleri yerine getirmek, bu amaçla tesisler kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek; sanayi ve tıbbî atıklara ilişkin hizmetleri yürütmek, bunun için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek; deniz araçlarının atıklarını toplamak, toplatmak, arıtmak ve bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapmak.
...............................
r) Su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak.

Bunları “Büyükşehir Belediyesi Kanunu” yazıyor. Peki bizim belediyeler nelerle uğraşıyor acaba? Nasıl çözümler üretiyor? Neler yapıyor?

Su kesintilerine çözüm olarak, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ne önerdi biliyor musunuz? Tatil. Ankaralılara tatile gitmeyi önerdi. “Belediye personelini iki aylık izne göndermeyi planlıyorum, bir kasaba nüfusu kadar insan Ankara’dan ayrılır. Vatandaşlarımız tatile çıksın. Bir 50 bin 60 bin kişi bir süre Ankara’dan ayrılsa biraz rahatlarız. Annelerini babalarını ziyaret etseler fena mı olur”( http://www.milliyet.com.tr/2007/08/03/guncel/gun05.html )

Peki, Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürü ne demiş; "Kuraklık sürerse kesinti 2 günden 4 güne çıkabilir. Elimizden geleni yapıyoruz. Gerisi Allah'ın takdiri. Vatandaş dua etsin de kuraklık bitsin."

Yorumu size bırakıyorum. Benim söyleyebilecek tek kelimem kalmadı. Konuyla ilgili bir kurumun genel müdürü dua etmemizi öneriyor. Allah’ a dua ediyorum, sabır versin diye.

Büyükşehir Belediyeciliğinden geçtim, "Belediyecilik" bu kadar basit midir? Ya da bazı şeyleri öngörmek bu kadar zor mudur? Bu karşılaşılacak bir sorundu. Çözümlerini bulmak için neden bu kadar geç kalındı? Irmaklardan, derelerden, su kaynaklarından kanallar çekilemez miydi? Eğer gerçek haberleri takip ettiyseniz bu kadar geç kalınmış olmasının sebeplerinin neler olduğunu da bilirsiniz. Ama biz her şeyi unutuyor ve alışıyoruz ve hatta anında uyum sağlıyoruz. Eskiden böyle şeyler olduğunda yöneticilere kızıyorduk sadece. Ama artık bu noktaya gelinmesinde yurdum insanının da büyük payı var.

Bilinçsiz bir tüketim toplumuyuz. Tüm kaynakları yok edene kadar tüketiyoruz. Çeşmeli plastik bidonlar tükendi. Eminim ki, bu kesinti zamanı için gereğinden fazla su depolayıp, tekrar geldiğinde boşaltılan sular olacaktır. Tasarruf yapacağız derken iyice elimize yüzümüze bulaştırmayız umarım. Esas bilinç yerleşmediği sürece istenilen şey istenildiği kadar kesilsin, faturası hep daha pahalıya mâl olacaktır. Oluşabilecek sağlık problemlerinden hiç bahsetmiyorum bile! Gerçekten bunların tamamı eğitime bağlı şeyler. Bir an önce tüketim toplumundan üretim toplumuna geçmemiz lazım. Bugün barajlardaki su tükendiği için kesintiler var. Son noktaya gelene kadar kimseye bunun ne kadar önemli olduğu anlatılamadı. Halılar, arabalar sokaklarda yıkınmaya devam etti. Sivil toplum örgütleri, çevreciler aylardır bu noktaya gelineceğini anlatıyordu. Kampanyalar düzenlemişti. Bunların karşısında, hatırlıyor musunuz bilmiyorum, bir devlet bakanı “Türkiye küresel ısınma tehdidi altında değil” demişti. Acaba şimdi ne düşünüyor.

Live Earth 2007 Konserlerini duyan var mı? Küresel ısınmanın iklime etkisine ve çevre sorunlarına dikkat çekmeyi amaçlayan Live Earth konserleri, 07.07.2007'de, Sidney, Tokyo, Şangay, Hamburg, Rio, Johannesburg, Londra ve New York'un yanı sıra İstanbul'da da gerçekleştirilecekti. Ancak İstanbul, programdan çıkarıldı. Neden biliyor musunuz? İptal kararının başlıca nedenlerinin, Live Earth'ün Türkiye organizatörünün tüm çabalarına karşın seçim telaşındaki yetkililerin ilgisizliği ve sponsor sayısının da yetersiz kalması olduğu söylendi. Çok önemli bir organizasyondu. Ama kendi elimizle kendimizi organizasyondan çıkardık. Çünkü Türkiye küresel ısınma tehdidi altında değildi. Bir anda çıktı bu küresel felaket. Umarım planlandığı gibi konserin gerçekleştiği diğer ülkelerden Küresel Isınma yüzünden yardım istemek zorunda kalmayız. Son noktaya gelmeyene kadar tehlikenin farkına varamıyoruz. Söylenen, yapılan her şeyi unutuyoruz. Yarın ise tüm bu kaynakların azalmasının doğal sonucu olan kıtlık baş gösterecek. Ama biz hala tabaklar dolusu yiyeceği çöpe atıyoruz. Japonya' da karpuz dilimle satılırken ülkemizde her şey kilolarla satılıyor. Ve kilolarla çöpe atılıyor. Japonya fakir bir ülke mi, biz zengin bir ülke miyiz? İki buçuk ay önce Kayseri’ de çöpten marulları toplamak isterken ölen aç çocukları hatırlıyor musunuz? “Aç Öldüler” diye başlık atılmıştı manşetlere. Hatırlamıyorsunuz değil mi? Ne zaman hatırlayacaksınız biliyor musunuz? Siz de yiyecek marul bulamayacağınız zaman. Biz her şeyi unutuyoruz ve başımıza gelmeyene kadar da tehlikenin farkına varamıyoruz.

Ben şu an rahat evimde susuzluktan dert yanarken, bazı evlerde, benim doğduğum günden beri devam eden bir mücadelenin sonucunda, yaşı benden küçük çocuklarını kaybeden anneler babalar ağlıyor. Buna bile alışabildiğimize göre belki de artık tek çaremiz dua etmektir.

Biz her şeyi unutan ve başımıza gelen her şeye uyum sağlayıp alışan bir toplum olduk. Bugün Ankara’ daki su kesintilerinin ikinci günü. Bir yandan yazıyı yazarken bir yandan da suyun gelip gelmediğini kontrol ediyorum. Hayır, yanlış anlamayın. Gelir gelmez tüketip, bitirmek için değil. Bir damlasının bile ne kadar değerli olduğunun ancak farkına varılan H2O’ nun yanlışlıkla açık bırakılmış bir musluktan boşu boşuna akıp gitmesini istemediğimden.

Biz her şeyi unutan ve başımıza gelenlere kolaylıkla alışan bir toplum olduk. Bu konuya yakın bir bloguma, beğenerek yazılarını takip ettiğim bir blog kardeşimden , halkı suçlamamam gerektiği ile ilgili bir yorum gelmişti. Ben de Nazım’ a bırakmıştım sözü. Zaman geldi, geçti. Benim yine söyleyecek sözüm kalmadı ve Nazım’ ın sözleri hala ve artan oranda geçerli;

akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

bir değil,

beş değil,

yüz milyonlarlasın maalesef.

koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

1947’ den 2007’ ye…
 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..