Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '10

 
Kategori
Tarih
 

Unutulmayan tarih direnen coğrafya

Unutulmayan tarih direnen coğrafya
 

Sardes Gymnasium


Uzun bir süredir makyajını tazelemeyi unutmuş güzel İzmir’den, Ankara’ya doğru yola çıkın. Bu seyahat, bir saat sonra zaman yolculuğuna dönüşür.

Tarihin başyapıtlarını seyrederken, ruhunuz, zamanın görünmez sahnesinde tapınmaya benzer figürlerle dans etmeye başlar.

Yaşamın, aslında, hem var hem yok bir emaneti ete kemiğe büründürmek olduğunu duyumsarsınız.

Ölüme ısınırsınız. Ölme düşüncesinin sizi korkutmadığını fark edersiniz. Geçmiş ve geleceğin, bugünün önüne ve arkasına eklenmiş süreçler olduğunu anlarsınız. Başlangıçsız ve sonsuz bir varlığın parçası olduğunuza inanmak istersiniz.

Yol sizi sarıp sarmalar… Bu yollardan giderek Asya’ya varan ataların ruhları sanki hala buralardadır, kaybettikleri zamanın peşinden koşmaktadırlar.

Salihli’ye gelmeden hemen önce gözünüzü sola çevirin. Tümülüsleri, ya da daha hakkaniyetli bir isimlendirme ile Anadolu Piramitlerini göreceksiniz.

Değişik yüksekliklerde, 119 tane Kral ve asil mezarıdır bunlar. Yöre halkı bölgeye Bintepeler adını vermiştir.

Ölenin ardından söylediğimiz, “ toprağı bol olsun” ifadesinin, bir insan ağzından ilk kez burada seslendirilmiş olması mümkün.

Anlatacağım.

Piramitlerin hizasını biraz geçtiğinizde, sağda, sizi Lidya Krallığının başkenti Sardes karşılar. Daha doğrusu, talanlardan, barbarlıklardan geriye kalan miras…

Sardesliler bu mezarları düzenli aralıklarla ziyaret ederdi. Özellikle Şahin Krallar Giges, Ardys, Sadyattes, Alyattes’in mezarları yoğun bir ilgi odağı idi.

Şahin Krallar’ın sonuncusu Krezüs’ün mezarının yeri meçhuldür. Karun kadar zengin benzetmesinin öznesidir. Pers Kralı Kiros’a yenilmiş, esir düşmüştür. Krezüs, başka ve uzun bir yazının konusudur.

TOPRAĞI BOL OLSUN.

Bu ziyaretlerde, çiçek ve benzeri hediyeler yerine, Lidyalılar, Krallarının mezarlarına arabalar dolusu toprak dökme geleneğine sahiptiler. Kralın mezarında ne kadar çok toprak olursa o kadar rahat edeceğine inanırlardı.

Herodot’a göre en çok sevilen ve saygı duyulan Kral Alyattes idi. Onun mezarı diğerlerine göre adeta bir gökdelen gibi durur. Yüksekliği 68 metredir.

İnsan, Alyattes’in anıt mezarı yanında gecekondu gibi kalan alçak mezarları görünce, o mezarların sahiplerinin pek sevilmediğini düşünmeden edemiyor.

Alyattes, Sardes’te özgür, eşit bir sosyal hayata yol vermiş, en çok da Kentteki cinsel emekçilerin onurlarına, güvenliklerine dikkat etmiştir. Söylencelere göre, mezarın yapımında en çok maddi katkı da onlardan gelmiştir.

Toprağı bol olsun tabirinin Lidyalılardan miras olması güçlü bir olasılıktır.

TUTTUĞUN ALTIN OLSUN KRAL MİDAS

Araya bir efsane daha sıkıştıralım. Midas. Bir Anadolu değeri… Atamız. Hemşerimiz. Kimse masal okumasın. Birkaç bin yıla kadar soyağacımızı inceleme şansımız olsa, belki bir kaçımızın büyük büyük dedesi olarak karşımıza çıkabilecek öz be öz Anadolu’lu Kral.

Dionysos’tan, her tuttuğunun altın olması dileğinde bulunur. İlk başlarda çok mutludur. Ama, yemek için eline aldığı ekmek de, akşam saçlarını okşamak için dokunduğu kızı da altına dönüşür. Açlıktan ölecektir. Pişman olur.

Tanrı’dan dileğini geri almasını ister. O da, Midas’a Tmolos’tan ( Bozdağlar ) çıkan Paktalos’ta ( Sard Çayı ) yıkanmasını söyler. Tanrı’nın dediğini yapar. Midas dileğinden kurtulur, Paktalos’un kumları altına dönüşür.

Lidyalılar, Paktalos’tan altını toplar, o döneme göre muhteşem bir mekanizma ile inşa ettikleri tezgahlarda işler ve zenginleşirler. Yapılan araştırmalarda Bozdağlar’da altın işleme tesislerinin kalıntılarına halen rastlanır.

TARİHTE İLK PARA- ELEKTRUM

Zenginleşen Lidyalılar yaşamın zevklerini tatmaya yönelir. Ordularını Makedonyalılar, Atinalılar, Giritlilerden ücretli askerler ile kurarlar. Ödemeler altın ve değişik madenlerden ziynet eşyaları, tahıl gibi emtia ile yapılmaktadır.

Bir zaman sonra askerler arasında kavgalar çıkar. Yapılan ödemelerde hakkaniyet olmadığı, verilen emtia arasında değer ve geçerlilik açısından farklar olduğu söylenmekte, sık sık isyan çıkmaktadır. (kur farkı mı desek?)

Çözümü MÖ 630’da, şahin Kral Giges bulur. Her askere eşit ödeme yapılması ihtiyacından yola çıkarak tek tip bir sikke bastırır. 73% gümüş, 27% altından meydana gelen bu sikkeye elektrum adı verilir. İlk para budur ve zamanla uluslar arası değişim aracı olarak tarihte yerini alır.

Paranın patronları IMF ve Dünya Bankası, 2009 Ekim ayı başında, İstanbul’da buluştu. Bütün konuklar olmasa bile, en azından IMF ve Dünya Bankası’nın üst yönetimlerinin, paranın anayurdu Sardes’i ziyaret etmeleri bu bölgeyi Dünyanın gündemine getirir, müthiş bir tanıtım fırsatı yakalanmış olurdu. Olmadı.

Özetle, tarihte ilk para elektrumdur. MÖ 630’da basılmıştır. Bunu başaran da şahin Kral Giges’tir.

Finansçılar bir ahde vefa olarak kendisini ziyaret etmek isterler ise, İzmir-Uşak karayolunda, Salihli’ye gelmeden birkaç kilometre önce, Gölmarmara sapağından anıt mezarına ulaşabilirler.

SUFİ ŞAİR GUNNAR EKOLOFF

Paktalos, yani Sard Çayı’nı konuşunca ve Sard deyince, uzaklardan bir Sardes tutkununu anmamak insanlığın ortak kültürüne saygısızlık olur.

Gunnar Ekoloff İsveç’in önemli bir sürrealist şairidir. (1907-1968). Sonraları romantizme kaymıştır. Çalışmaları bir bütün olarak analiz edildiğinde Sufi olduğu da kabul edilir.

Uzun bir Doğu yolculuğundan sonra Sard’a gelir. Ulaştığım bilgiler beni yanıltmıyorsa, Kral Emgion Divanı şiirlerine burada başladı, İstanbul’da tamamladı. .

Her kent ve kasabada birkaç gün geçiren Ekoloff, Sard’a vurulur, bir yıl kalır. Ülkesine döndüğünde ilk işi vasiyetini yazmaktır. Öldüğünde yakılmasını ve küllerinin Sard Çayı’na savrulmasını ister.

Eşi bu dileği yerine getirir. Ekoloff’un külleri Midas’ın bedeninden Paktalos’a akmış altınlar ile buluşur. Yorumlara göre Ekoloff, Lidya Krallığında önemli bir figür olan Ana Tanrıça Kybele kültürünü keşfetmiş, tatmış ve Kral Emgion Divanı’ndaki şiirlerinde sık sık Kybele anatomisine atıfta bulunmuştur.

Şimdi, hangi kudret bana hemşerimiz Ekoloff için gavur tabirini kullandırabilir? Ekoloff’un birkaç bin yıl önceki atalarının kuzeye doğru göçmüş olma olasılığını kim peşinen reddedebilir? Ya Ekoloff bu binlerce yıllık aidiyetin arayışı içinde Sardes’e gelmiş ise?

İLK YEDİ KİLİSE. KUTSAL KENTLER.

Sardes, Hristiyanlığın ilk yedi kilisesinin inşa edildiği kutsal kentlerden bir tanesi. İşin ilginç tarafı, Kilise ile Sinagog bir arada. Diğer 6 kent, Smyrna, Pergamum, Laodikea, Philadelphia, Thyatr, Ephesus. Hangi kentlerimizdir, onu da bir zahmet okur araştırsın, öğrensin.

Philadelphia’nın antik Yunanca’da Kardeşçe Sevgi anlamına geldiğini, buradan, önce İspanya’ya, oradan da Amerika’ya göç eden Musevilerin bugünkü New Philadelphia’nın kurucusu olduğunu bir ara not olarak ekleyelim.

Sardes’te kilisenin kalıntıları var. Azametli Artemis tapınağının bir köşesinde… Sinagog ise 2-3 kilometre daha önce, ünlü Gymnasium’un bir parçası gibi.

BÜYÜK İSKENDER. BABİL. SEFARAD MUSEVİLERİ

Zaman zaman Musevi yurttaşlarımız dua ve ayin için ziyaret ediyor. Yaklaşık olarak 1800 yıllık bir mazisi olduğu tahmin ediliyor.

Milat öncesi yıllar ve Museviler. Ülkemize ilk Musevilerin, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, İspanya’daki kıyım ve zulümden kaçarak gelenler olduğu savı ile çelişiyor elbette. Ama, doğru bilgi, milat öncesinde, Ege’de Musevilerin yaşadığıdır.

Asya seferi dönüşünde, Büyük İskender Babil’de çok zor koşullarda yaşayan 10.000 Musevi’yi Sardes’e getirir, yerleştirir. On yıl süre ile vergiden muaf kılar.

Bu göç MÖ 320’lere tarihlendirilir. Sardes’te büyüyen, gelişen ve Kentin imarına, el sanatlarının gelişmesine katkıda bulunan Museviler zamanla Philadelphia, Thyatr gibi Kentlere de yayılır.

Museviler iki gruptur. Eskinaziler ve Sefaradlar. Sefaradların kökeni Sardes’tir. Onlar öz be öz hemşerimizdirler. Zira, antik Lidya’da Sardes’in asıl adı Sfarda’dır.

Burada yaşayan ve göç eden Museviler de Sfardalılar (Sefaradlar) olarak tanımlanır.

Anadolu’daki öncüllerimiz Lidyalıların kalbine kadar gelip, Sardes’teki görkemli Gymnasium’dan, süren kazılarda fışkıran akıl almaz zenginliklerden, Gymnasium’u gezerken derin çukurlarda üst üste yığılmış, sırası ile Lidya, Roma, Bizans uygarlık kalıntılarına bir göz atmadan, söz söylemeden olmaz.

SANATKAR LİDYALILAR. LYDIAN MODE

Kadın ve erkekte, ilk süslenmenin, Lidya’da ustaca bir sanata dönüştüğü bilinir. Yüzden fazla endemik bitki tarımı geliştirmiş olduklarını, civayı değerlendirerek ve başka madenler ile işleyerek ilk far, ruj ve allığı bulduklarını, burada tarihe bir not olarak düşmek, bugünkü kozmetik endüstrisinin nereden geldiğini anlatacaktır.

Kazılarda çıkan aletleri ve taşlara basılı notaları inceleyen Klasik Müzik uzmanları yaptıkları benzetimler ve denemeler sonrasında, çok küçük bir yanılma payı ile müziğin zirvesi Lydian Mode’a ulaştılar.

Atalarının müziğini merak edenler, internette ‘Lydian Mode’ u araştırabilirler. Hatta Lidya müziği dinleyebilirler.

Batı Yakası Hikayesi’ nin sonundaki, Leonard Bernstein ve Stephen Sondheim tarafından bestelenmiş olan Maria şarkısı bu müziğe bir örnektir.

ARTEMİS TAPINAĞI. İHTİŞAM MERMERDE CİSİMLEŞMİŞ

Artemis Tapınağı’na değinmeden yazıyı bitirmek olmaz. Bu, Tapınağın sütunlarını oyan, taşıyan, ayağa kaldıran emekçilere bir borçtur.

Yaklaşık bir metre boyunda ve beş kişinin zor kucaklayabileceği devasa blokların ortaları düzgünce delinmiş. Çevresi yere doğru eğimli kum ile doldurulmuş. Kaydırma özelliği ile nasıl bir doğal vinç gibi değerlendirilmiş. Bir sonraki blok o eğimden yukarı taşınmış. Blokların kaymaması için, yerine yerleştirildiği anda deliklere erimiş kurşun dökülmüş. Bu akla ve tekniğe saygı ve ahde vefa adına bu tekniği okur ile paylaşmam gerekirdi, yerine getiriyorum.

Bu tarih ister görmezden gelin, ister reddedin, orada, dimdik, gururla dikiliyor. Bin yılları, zamanın öğütücü değirmenleri gibi değil, tanığı olarak arkasına almış, estetiğin zirvesi olarak, gözlerimize hayranlık, yüreğimize gurur salıyor.

O coğrafya ve o tarih direniyor. Onur, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar içselleşmiş, ete kemiğe bürünmüş, mermerleşmiş, Anadolulu Atalarımızın binlerce yıllık nöbetine tanıklık ediyor.

O resmi masallar pek bir sırıtıyor. Ben ve benim dedelerim binlerce yıldır bu coğrafyada idi. Ben Anadolu’luyum.

Orta Asya Masallarına karnım tok…

 
Toplam blog
: 34
: 682
Kayıt tarihi
: 01.07.06
 
 

Hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Olmamalı da. Biraz beynimizi yormalıyız. Dayatılan hiç bir dogm..