Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '09

 
Kategori
Öykü
 

Unutulmuş isimler tarihi-I

Bozduk büyüyü;

Unuttuk her şeyi,

Mahsur bıraktık onları

Birer enkaz haline ge(tiri)len

Ruhlarımızın altında.


Duyuyor musun?

Duydukların arasından

Onu ayırabiliyor musun?

Kalabalığın bize fısıldadığı;

Makine çarklarının,

Otomobil lastiklerinin arasında dolanan;

Bilgisayar tuşlarının ‘tıkladığı’,

Doğanın sayıkladığı tarihi.

Unutulmuş tarihi,

Unutulmuş isimler tarihini.


Sistemli birer kazıya ihtiyacı var

Ruhlarımızın ve bilinçlerimizin;

Buradan çıkacak kalıntılar ve buluntularla,

Yeniden oluşturulan

Bir antik Yunan yapısı gibi,

Her şeyi hatırlamaya ihtiyacı var

Unutkan belleklerimizin.


Sorarım sana;

Ne anlamı var senin için?

Yağan yağmurun,

Esen rüzgarın,

Bir bacanın içine saklanmış baykuşun,

Ya da

Gizli karaltılara yuva yapmış yarasaların,

Asırlardır çocuklarımıza verdiğimiz isimlerin,

Yaşlı insanların okuduğu türkülerin

Veya

Gittikçe anlamsızlaşan şu hayatımızın.


Bak!

Görüyor musun?

Gece can çekişiyor

Bir bıçak gibi bağrına saplanan

Şu beyaz ışıklardan,

Yardım isteyen

Çığlıklarını duyabiliyorum gecenin;

Sakladığı şeylerden memnun değil artık:

Cinayetler, hırsızlıklar, sahtekarlıklar,

Ayyaşlar, serseriler, fahişeler,

Caniler, tecavüzcüler.

Kendi varlığını sorguluyor gece,

Yarasa ve baykuşlardan soruyor kendini;

Yoksa,

Hatırlaması gereken bir şey mi var

Kadim belleğinde?

Ezelden ebede uzanan bir hatıra!

Oysa eskiden,

Sadece ölüleri ve sevişenleri örterdi gece.


Gündüz,

Gecenin ikiz kardeşi,

O da gösterdiği şeylerden memnun değil;

Göğe yükselen çelik ve beton yığınlar

(Babil Kulesi’ni hatırlatıyorlar bana),

Dönen lastikler üzerindeki

Metal kutular,

Her yeri kaplayan siyah dumanlar,

Çöp ve bok kokuları

(Şimdi daha iyi anlıyorum

kadersiz ‘bedbahtlar’ı),

İnsan öldüren mantar bulutları,

Teknolojik ve bilimsel anlamsızlıklar.

Kör olmayı isterdi gündüz,

Kör, sağır ve dilsiz.

Tıpkı eskiden olduğu gibi,

Gecenin onu özlediği zamanki gibi.

Artık,

Gece de özlemiyordu onu.


Bir savaş vardı eskiden,

Yaşadığımız günün

Uzun gecesinde gerçekleşen.

Şimdi kimse bilmiyor,

Hatırlamıyor onu;

Yarasalar ve baykuşlar hariç,

Gecenin kör askerleri

Ve gecenin bilge liderleri.

Çünkü onlar

Gecenin şahitliğini yapıyorlar

Binlerce yıldır.

Her şeyi görüp dinliyorlar

Ve zamanı geldiğinde

Gece adına savaşıyorlar.

Ama şimdi onlar,

Anlamsızlaşan hayatımızda

“Uğursuz” sayılıyorlar.

Oysa şimdi uğursuz olanlar,

O zaman taşlara yazıldılar

Bir daha silinmemecesine.

Geceyi geceye anlattılar onlar,

Gündüzü gündüze,

Günü gününe.


Sen!

Duy beni!

Yıldızlarla geceye yazdığını evrenin

Çelik kalemlerle taşa yazdı insanoğlu

O uzun bitmez gecede,

Neredeyse

Çözülmesi imkansız bir şifreyle.

Eğer okumak istiyorsan o yazıları,

Adını bulmak istiyorsan orada;

Önce ruhundaki izleri takip et,

Evcilleştirdiğin yırtıcıların yakarışlarını dinle,

Kendini onların yerine koy

Ve içindeki vahşiyi uyandır,

O seni götürecektir

İstediğin “Deli”ye,

İstemediğin “Kötü”ye,

Bilemediğin “Bilgi”ye.

Onlar sana öğretecektir yeniden

Okuma ve yazmayı.


Şimdi!

Her şeyden önce

Unut bunları,

Dinle beni!

Ve sana anlatacağım

Bildiğim her şeyi;

Kalbimin tanıklığını,

Aklımın kuşkusunu,

Çelik kalemlerin taşa yazdığını,

Onları yazanları,

Yazdıranları.

 
Toplam blog
: 101
: 429
Kayıt tarihi
: 07.04.09
 
 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü mezunuyum. Yüksek lisans ve..