Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '09

 
Kategori
Günübirlik Turlar
 

Urla Tribim Tuttu

Urla Tribim Tuttu
 

Ben'den


Şu anda hava yağmurlu. Ben yağmurlu havanın geçip güneşin açmasını bekleyecek kadar sabırlı değilim. Kontağı çevirdim. Motorun ısınmasını beklerken Türk pop tarihinin en sıkkııı adamlarından biri olan Tanju Okan’ın memleketine doğru rotayı kıvırıyorum.

Tabii ki önce CD çalara Tanju Babanın CD sini yerleştiriyorum. Bu havada onun şarkıları süper olur. Güzel şarkıların ortaya çıkması için bi yönetmenin el atması mı gerekir? Elbette hayır? Beynimizden kendi müzik arşivimizi karıştırabiliriz, değil mi?

Havanın güzel olması deyince illaki güneş açması gerekmiyor…

Motor ısındı bile… Gaza bastım, aa aaa baktım ki otoyol gişelerine gelmişim. Giriş gişelerinde çıkış gişelerinde toka edilmek üzere düğmeye basıyorum. Ohhh nihayet çıktım otoyola. Gaza basıyorum ama çok değil. Zira güzel manzarayı sindire sindire, gitmek istiyorum. Mandalin bahçelerinin yanından, fotoşop programındaki gibi renkli olan denizin görüntüsüne bakarak gidiyorum. “Ayyy bu denizin rengi ne kadar güzel bööle…” Sanki bilgisayarda renklendirilmiş gibi. -Bi de hep böle bişey vardır: Gerçek bi çiçeğe bakıp; “aa aaaa ne kadar güzel bu çiçek aynı yapma gibi, yada plastik bi çiçeğe a aaa ne kadar güzel bi çiçek sahici gibi.” Peki hangi benzetme sahici?-

Ama denizin güzelliği sahici, bu mandalin bahçeleri sahici.

İstihkâmdaki yokuşu tırmanıp, İzmir’i arkamda bıraktıktan sonra kendimce isim taktığım “kekik vadisi” geliyor. Hemen camı açıp mis gibi kekik kokusunu içime çekiyorum. İnanmıyorum ve inanmıyorum ve bir daha inanmıyorum… Var mı böööleee bi güzellik? Evet var. İşte burda ey vatandaş…. Fakat orayı geçtim ve Seferihisar sapağına geldim. Dağın tepesindeki hangi akla hizmet edilerek yapıldığını bi türlü kafamın basmadığı garip siteyi, görmezden gelerek yola devam ediyorum. Yine bir yokuş daha. Hava sisli ve yağan yağmurdan dolayı bulutlu. Ben bulutların üzerindeyim… Ruhsal olarak bulutların üzerinde olmam, fiziksel olarak da reelleşiyor…

Urla sapağına geldim işte. Mangırı bastırıyoruz, gişelerde. Ordan sola kıvrılıp az ve de uz gittikten sonra tekrar sağa kıvrılıyoruz ağaçlı yola girmek üzere. Tekrar böööle bi güzellik olabilir mi? Ağaçlı yolda enginar tarlalarına bakarak minimum süratle ilerliyorum.

Karnım acıktı iyi mi? Bunda katmerciyi görmüş olmamın bi etkisi olmuş olabilir mi sizce? Bilmiyorum. İkilem içersindeyim. Katmer mi yesem, sardalya mı sorunsalı baş gösterdi. En sonunda denizin kıyısına gelip de balık yememek olmaz diyerek sardalya yiyorum. Dışarıda çisil çisil yağmur yağarken sardalyalarım hazırlanıyor. Çatır çatır yanan sobanın yanına gidip ellerimi ısıtıyorum. Aslında hava soğuk değil ama bunu sırf nostalji duyguları içersinde yapıyorum.

Urla sanki terk edilmiş gibi; sardalyamı mideye indirirken balıkçıların ağları ile uğraşmalarını, kedilerin balıkçılardan nafaka çıkarmak için etraflarında pazarlama yapmalarını seyrediyorum.

Size yazın buraya gelin ne kadar güzel “sahipsiz bir cennettir” demeyeceğim. Tavsiye etmiyorum çünkü buranın istila edilmesini ve kirlenmesini istemiyorum. Buraya sadece değerini bilenler gelsin, lütfen.

Eğer birine kızdıysanız ve onun canını ufak çapta acıtmak istiyorsanız; Gelinkaya mevkiine götürün “hadi gel çay içelim, sana çay ısmarlayayım” diye. Orada kızgın kazları üstüne salın. Beyaz kazlar kızgın olduğunuz arkadaşınızın, eşinizin, dostunuzun her kimse işte, üzerine sıçrasın; siz de onun kaçmasını izleyin sadistçe…

Neyse ben bu arada çoktan sardalyamı yedim bile, yine Tanju Babanın müziği eşliğinde, incecik yağan yağmurun altında arabayla Urla’yı turluyorum.

Bunları size yapın demiyorum. Sadece yaptıklarımı anlattım.

Siz canınız ne istiyorsa onu yapın…

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..