Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '10

 
Kategori
Deneme
 

Üşüyorum

Küçük çocuğun morarmış dudakları ve soğuktan bembeyaz olmuş parmaklarını gördükçe üşüyorum... Ne kaloriferin sıcaklığı, ne sobanın çıtırtısı, ne de sırtımdaki yün kazağın tenimi yakarak batması etkilemiyor beni... Oysa ne güzeldir ayaklarımızı dayadığımız radyatör dilimi... Ya sobanın üzerinde tıs tıs öterek kaynayan çaydanlığın türküsü...

Haberlerde çığ altında donarak ölenleri izlerken üşüyorum. “Bana mısın?...” demiyor, sobanın kızarmış gövdesi. Ne de sırtımdaki yün kazak!... Bir an, çığ altında kalıp donarak ölenlerin arasında hissediyorum kendimi. Tanrım olamaz! Hayallerim donup kalıyor öylece!... Daha ötesi yok ki soğuktan ölmenin!..

Parmaklarım klavyenin tuşlarına basamayacak kadar uyuşuk. Bir anda çığ altında kalanların parmaklarını düşünüyorum. Çok üşüdüğünde, parmakları ne kadar da acır insanın. Hem yanar hem de acır. Ve ben; üşüyorum, üşüyorum, üşüyorum...

Haberlerde izliyorum; köy yolları kapanmış... Küçük öğrencilerin okul yolunda yürürken üşüdüklerini hissediyorum. Karla kaplı köylerin okulları da kapanıyor. Bu defa öğrenciler evlerinde ısınıyor mu acaba diye düşünüyorum... Küçük öğrencilerin ıslak etekleri, ıslak pantolon paçaları nasıl kurur ki? Ve karlı yollarda yürüyen çocukların soğuktan kızarmış burunları geliyor gözümün önüne. Onları hayal ettikçe üşüyorum, üşüyorum, üşüyorum...

Sıcak bir pencereye doğru kanat çırparak geçen, küçük serçe ilişiyor gözüme. Görebilecek miyim acaba dönüşünü? Ağzında bir gagalık ekmek kırıntısı ile birlikte döner mi dönmez mi?... Belki de yenik düşecek soğuğa. Kara kış galip gelecek yine. Ve küçük serçe karların üzerinde son kez üşüyüp titreyecek. Cansız bedeni, karların üzerinde uzun süre kalacak...

Karlı günlerde kuşlara ekmek ufalayan yaşlı kadının, soğuktan donarak öldüğünü söylüyor çocuklar. Yaşlı kadının kapısında bir kalabalık oluşuyor sekiz-on kişilik. Yalnız yaşayan kimsesiz ihtiyar için bu sayı binlere bedel. Araçlar karla kaplı yokuşu çıkamadıkları için; kalın bir battaniyeye sarıp evden çıkartıyorlar yaşlı kadının donuk bedenini. Kapısı iyi kapanmıyor, evinin tek penceresinin camı da kırık yaşlı kadının. Cam kırıkları yüreğime batıyor. Koca mahalle, bir kırık camı taktıramadık. Camdan gelen ayazı düşünüyorum ve ben üşüyorum, üşüyorum, üşüyorum...

Çay fincanımdan çıkan duman, yetmiyor odamın ısınmasına. Ama bir yudum içtiğimde kısa süreli de olsa ısınıyorum. Bir yudumluk ısınmak oluyor bunun adı...

İşte yine çocukluk günlerimden kopya çekmeye başlıyorum: O zamanlar şehirler arası seyahatlerde otobüs molalarının verildiği sabahçı kahveleri vardı. Ayaz yüklü gecenin bir yarısında, otobüsten inilir ve koşarak girilirdi içeri. Hazırda çayı varsa, dağıtır kahvecinin çırağı ve bir yudumluk ısınmanın tadı hissedilir o çayın ilk yudumlarında... Şimdi de , büyük tren istasyonlarında satılan bir fincan salebin üzerindeki tarçın kokusunu duyumsuyorum. Beyaz kıyafetli salepçinin yanına koşarak gittiğimde, kalan son fincan, yan kompartımandaki siparişi karşılıyor. Avucumda kalan bir fincan salebin parası ile istasyon ayazının koynunda soğuktan titreyişim geliyor aklıma. Üşüyorum, üşüyorum, üşüyorum...

Karlı kış günlerinde o bembeyaz ve soğuk örtü, umutlarını tüketiveriyor insanın ve ben üşüyorum, üşüyorum, üşüyorum...

Avuçlarınıza düşen her kar tanesinin yüreğinizin sıcaklığında erimesi umuduyla...

 
Toplam blog
: 161
: 735
Kayıt tarihi
: 26.01.08
 
 

1955 yılının, aydınlık Nisan sabahlarından birinde; 22 Nisan sabahı duyulmuş ilk avazlarım… Üsküdar ..