Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Utanç Kampı Terezin -1

Utanç Kampı Terezin -1
 

Ağustos 2006; Prag'dayız. İki gündür, bu masal kentinin dantel gibi işlenmiş bir çok sokağını adım adım gezdik. Rehberimiz, Hitler'in bile bombalamaya kıyamadığı iki kentten birisinin Prag olduğunu söyledi ve arkasından ekledi: “Yarın sabah, isteyenlerle Terezin Toplama Kampı gezimiz var. Katılacaklar lütfen isimlerini yazdırsın...” Bir an için duraksadım. Turumuz başlayalı henüz 2 gün olmasına karşın sanki haftalardır tatildeymişim gibi dingin ve gevşemiş hissediyordum kendimi. Terezin Kampı'nın duygusal olarak beni sarsacağına da emindim. Ama gene de tarihi bir gerçeği yerinde görebilme şansını da kaybetmek istemiyordum.

Sabah erkenden kahvaltımızı yapıp yola koyulduk. Gene tam donanımlı bir şekilde gidiyorduk. Bülent'in elinde kamera, benim elimde fotoğraf makinesi, bir sırt çantasının içine tıkıştırdığımız sularımız, yağmurluklar, bir şemsiye, yedek pil ve daha bir sürü ıvır zıvır. Otobüsümüz şehrin dışına çıkıp, mısır tarlaları arasında yol almaya başlayınca , rehberimiz gideceğimiz yer ile ilgili bilgi vermeye başladı.

Terezin Kampı, 18. yüzyılın sonlarında Elbe ve Ohre nehirlerinin ayrıldığı noktada, küçük bir kale koruma sistemi olarak inşaa edilmiş. İlk başlarda bir hapishane olarak kullanılmış.1940 yılında bu bölge Naziler tarafından işgal edildikten sonra küçük kale , bir Gestapo hapishanesine dönüştürülmüş. 2: Dünya Savaşı boyunca da buraya 5 000 'i kadın olmak üzere toplam 32 000 mahkum getirilmiş. Tam 8 000 kişiye mezar olmuş. Savaş sonunda kampta tifo salgını başlamış, Naziler hastalığı durdurma çabasına girmemişler ve 1945 Mayıs'ında gardiyanlar kaçtıktan sonra bir grup gönüllü sağlık personelinin çabalarıyla kalanlara yardım edilmiş. Terezin Toplama Kampı, 1947 yılından beri de, ölenlerin aileleri ve orada zulüm görmüş insanların girişimleriyle, yaşanılan felaketlerin anısına halkın ziyaretine açılmış.

Bu açıklamalar bittiğinde otobüsümüz, kirli beyaz bir binanın önünde durdu. Geldiğimiz yer bir krematoryumdu. İçeride çekim yapmak yasaktı. Parlak gün ışığından , içeriye girdiğimizde bir süre hiçbir şey göremedik. Sonra yavaş yavaş ortam belirginleşmeye başladı. Duvarlarda sağlı sollu cam panoların içinde, bir takım fotoğraflar ve delici-kesici aletler sergilenmekteydi. Fotoğraflarda işkence gören insanlar ve cesetler vardı. Soldaki minik kapıdan bir odaya geçtik. Bir mezbahaya benzeyen bu tuhaf odada da gene bir sürü acayip alet sergileniyordu. Ölen mahkumlar bu odaya getiriliyor, dişleri ya da sindirim sisteminde altın olup olmadığı araştırılıyormuş! Odadaki ağır küf kokusu ve duyduklarım, karnımda tuhaf bir burulma hissi yarattı. Oradan fırınların olduğu büyük odaya geçtik. Rehberimiz, ölenlerin, tepsi benzeri tablalara konulup bu fırınlarda yakıldığını anlattıkça ilerleyen dakikalarda neler göreceğim konusunda iyice endişelenmeye başlamıştım . Bülent'in elini sımsıkı tutan parmaklarımın sızlamaya başladığını farkettim.

Kısa bir otobüs yolculuğundan sonra, geniş bir park yerinde durduk. Önümüzde grili siyahlı taşlardan döşenmiş , her iki yanında yüksek ağaçların sıralandığı, uzun bir yürüyüş yolu vardı. Sağ tarafta hem Yahudilere hem de Hristiyanlara ait olduğu anlaşılan yemyeşil bir mezarlık bulunuyordu. Bütün mezar taşlarının üzerleri kırmızı çiçeklerle bezeliydi. Bu kadar temiz ve nizami bir mezarlık daha önce hiç görmediğim için şaşırmıştım. Yolun sonuna geldiğimizde artık Terezin'deydik.

Tam da filmlerde izlediğimiz gibiydi; bir avlu ve ona açılan onlarca kapı...Karşılama odasında isimleri kaydedilen mahkumlar, avluda bekleyen doktorlar tarafından “işe yarar” ve “ işe yaramaz” şeklinde ayrılıyorlardı. Hasta ve yaşlı olanlar baştan eleniyor ve ölüme terkediliyordu. Ölenler de krematoryuma gönderiliyordu. Sol tarafta nöbetçi odası bulunmaktaydı. Burada mahkumlara gelen mektuplar sansürleniyordu. Kayıtları yapılanlara elbise ambarından kamp elbiseleri dağıtılıyordu. Bazı odalara rahatça girip gezebilirken, bazılarını cam bölmelerin arkasından izleyip görüntüleyebiliyorduk. Karşıda , hücrelerin bulunduğu başka bir avluya açılan, kirli sarı kemerli bir kapı görünüyordu. Üzerinde büyük siyah harflerle “ Arbeit Mach Frei” yazıyordu; yani “Çalışmak Özgürlüktür” !!! Bir toplama kampı için tuhaf bir özgürlük vaadiydi bu... Buradan çalışarak kurtulacağına inanan birisi var mıydı acaba?

2. avluda , hücreleri gezmeye başladık. Rehberimiz bizi bir hücreye soktu. Hepimizin girmesini istedi. Aslında artık pek de sığılacak yer kalmamıştı hücrede. O gene de sabırla tura katılan tahminen 40 kişinin hücreye girmesini bekledi. Ayakta sıkış tepiş duruyorduk. Bu kısacık sürede bile ortam son derece havasız gelmeye başlamıştı. Birbirimizin yüzüne bakıyorduk sıkıntılı bir ifadeyle. Kapalı yer korkum da depreşmeye başlamıştı ki rehberimiz anlatmaya başladı. 40 kişi “sıkıştık” dediğimiz o hücrede insanlar 100 kişi kalıyorlarmış. Tahta ranzalar, ortada bir uzun masa , köşede ufak bir lavabo, küçük bir kapı ve içeride minicik havasız bir tuvalet deliği... Her girdiğimiz yeri görüntülemeye çalışıyorduk ama yavaş yavaş rahat nefes alamadığımı hissetmeye başlamıştım. 100 kişi mi???

Sonraki durağımız tek kişilik hücrelerdi. Diğer mahkumlardan izole edilmiş, sorguya çekilecek veya idam edilecek mahkumların kaldığı yerlerdi bu hücreler. Bazılarında kalın demir parmaklıklı minik bir pencere bulunurken, bazıları ise tamamen penceresizdi. Kapılar kapandığında zaman kavramının kalmadığı bu korkunç mekan, tuvalet ve yatak bulunmayan, her tarafı kalın taş duvarlarla çevrili bir mezar gibiydi adeta... Acilen temiz havaya ihtiyacım vardı.

Yoğun karanlıktan sonra gün ışığı hepimizin gözlerini kamaştırmıştı. Birbirini takibeden grup yavaş yavaş yürümekteyken , ön taraflardan rehberimizin sesini duydum hayal meyal: “ Şimdi de musluklardan bazen zehirli gaz da verilen duş ve dezenfeksiyon odasına gidiyoruz”!!!!



Devam edecek...

Not: Galerilerim bölümünde , sözünü ettiğim yerlerin bir çoğunun fotoğrafını göreceksiniz. Gözünüzde canlanması açısından faydası olur diye düşündüm.

 
Toplam blog
: 78
: 1658
Kayıt tarihi
: 04.10.06
 
 

30 yıldır Antalya'da yaşıyorum. Akdeniz Üniv. Tıp Fakültesi mezunuyum. "Tıbbiyeden her şey çıkar, ar..