Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '11

 
Kategori
Ankara
 

Utanç Müzesi

Utanç Müzesi
 

Utanç Müzesinde Üç fidan


Müzeler vardır binlerce yıl öncesinden tarihin kalıntılarını, kültürlerin izlerini yansıtır. Müzeler vardır şairlerin, sanatçıların eserlerini, anılarını taşır. Müzeler vardır iş insanlarının yaşamlarından kesitler sunar. Müzeler vardır teknolojinin evrelerini, sanayi devrimini günümüze taşır. Artık öyle bir müze var ki Ankara’da, 81 yılda binlerce insanın, duvarlarına sinmiş acılarını ve 19 insanımızın idamını hatırlatarak yakın tarihin utanç izlerini yansıtıyor. Bazı müzeleri hayranlıkla, bazılarını gülerek, eğlenerek gezersiniz. Ama özellikle bizim yaşımızda olanlar hüzünle, bazıları da göz yaşlarını gizlemeye çalışarak geziyorlar Ulucanlardaki utanç müzesinin koğuşlarını. Altındağ Belediyesi, Adalet Bakanlığı, Ankara Barosu ve Mimarlar Odası arasında imzalanan protokol çerçevesinde restorasyonu yapılarak yıkımdan kurtarılıp müze haline getirilerek genel görüşe açılan ''Ulucanlar Cezaevi'' ni henüz gezmemiştim. Karaman’dan ziyaretimize gelen yeğenim Gizem’in de isteğiyle utanç müzesini gezmeye gittik. Daha dış kapısının önündeki otoparka girerken günü ve tüm gündemleri unuttum. On, yirmi, otuzlu yaşlarım, acılı üniversite yıllarım şerit gibi geçmeye başladı hayal perdemden. İlk olarak o yıllarda ismini sıkça duyduğumuz “Hilton” isimli koğuşa girdik. Burada rahmetli Bülent Ecevit dahil saygın kişiler kalmış. Kalabalık bir ziyaretçi grupla, okların gösterdiği güzergahı takip ederek diğer koğuşlara, hücre koridorlarına, adına disiplin hücresi denilen zindanlara girdik. Anıları, duvarlardaki yazıları okuyup fotoğraflar çektik. Göz yaşlarımı gizlemeye çalışsam da, ağzımdan çıkan sözcükler kafamın otuz yıl öncesine takıldığını gizleyemiyordu. Çok arkadaşımız Mamak ve Ulucanlar cezaevlerinde işkencelere maruz kalmışlardı. O günlerin işkencelerini, acımasız gardiyan seslerini ve mahkum yakarışlarını canlandıran ses efektlerinin çınladığı koridorlardan geçerken sinirleriniz boşalıyor ve koridoru terk etme çabasına giriyorsunuz. Koğuşlardaki ranzalarda oturan, mumya olarak yapılmış mahkum görüntülerini; ömürlerini oralarda geçiren Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Bülent Ecevit, Muhsin Yazıcıoğlu dahil yüzlerce yazarın, sanatçının ve siyasilerin cezaevi hikayeleri ile fotoğraflarının olduğu tabelalar ve duvarlara asılmış O günlerin gazete örnekleri ile mahkumlara ait eşya vitrinleri tamamlıyor. 

1980’li yıllarda cezaevinde görevli olduğunu söyleyen yaşlı beyefendi fahri rehberlik yaparcasına, kapısında “HAMAM” yazan bir bölüme girdiğimizde; burada bazı mahkumların kurşunlanarak öldürüldüğünü anlatırken kitaplarda okuduğum Hitler fırınlarını anımsadım. Güzergahın sonunda 1972 yılında suçları ülkesini düşünmek olan Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş; 1980 de de yaşı büyültülerek idam edilen Erdal Eren ile birlikte 19 insanın idam izlerini taşıyan darağacını ve yağlı urganı görüyorsunuz. Fahri rehberimiz çıkış kapısına yakın, yaklaşık 50 cm gövde çapında, 15 metreye yakın yükseklikteki kavak ağacını parmağıyla göstererek dar ağacı bu kavağın yanına kuruluyordu derken sesi titriyordu. Gördüklerimi anlatabilmenin zorluğunu bir kez daha yaşıyorum çünkü aradan günler geçmesine rağmen henüz kendime gelemedim. Kafamda canlanan elli yılın sıcak izlerinin soğuması zaman alacak gibi. Daha detaylı anlatabilmek için yüzlerce fotoğraf ile sayfalarca metin sunmak gerek ki burada mümkün değil, biraz anlayabilmek için mutlaka görmek gerek. Müze çıkışında, üniversiteye hazırlanan yeğenimin ”dayıcığım okudukça merak ediyordum, gezip görünce içim karardı ama bundan sonra ülkem için daha fazla çalışmam gereğine inandım” sözcükleri her şeye değdi. Aynı sarsılmayı yaşamanız pahasına ilk fırsat da Ankara’daki UTANÇ MÜZESİ’ni gezmenizi öneriyor, acılardan uzak güzel günler, aydınlık bir gelecek diliyorum. orhan.yuksel@mmo.org.tr 

 
Toplam blog
: 43
: 567
Kayıt tarihi
: 28.06.11
 
 

 Karaman E.M.lisesi ilk öğrencilerindenim. ikinci sınıftan itibaren Antalya Makine Teknisyen okulun..