Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Utancın al yüzü

Ben sana demiştim! Dinlemedin, burnunun dikine gittin! Akılsızlığının cezasını çek şimdi! Sana müstehak!" Bu sözcükleri kimbilir kaç kez duymuştu. Şimdi yine bir pisliğe bulaşmış, temizleyecek adam arıyordu. Ama bu sefer ki yenilir yutulur cinsten değildi.

Esmer teni hiç bu kadar utanç kırmızılığını yanağında görmemişti. Gözlerinden akan berrak gözyaşları aslında kömür gözlerinden bile daha karaydı. Çevresindeki herkes, yaptığı hataların bedelini maddi ve manevi ödemekten bıkıp usanmıştı. Her hatasında ettiği yeminler, icraatıyla uyum sağlamayınca artık kimse ona güvenmez olmuştu.

Hava da iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Gökyüzü, güneşini tüm şefkatiyle içine bastırmış artık ay ve yıldızı serbest bırakmıştı. Sokak yavaş yavaş tüm hareketliliğini yitirmeye başlamıştı. Evlerine çekilen insanlar geceyi yaktıkları lambalar ile gündüze çeviriyorlardı. Kerem, oturduğu sitenin çaprazındaki parkta sokak lambasının ışığında titreyerek oturuyordu. Kafasını ileri geri hareket ettirip duruyordu.

Gözleri sürekli üçüncü katın salon penceresindeydi. Bir yandan da zar zor görebilse de cüzdanındaki vesikalık resimlere bakıyordu. Oğlu Murat ve kızı Ezgi'nin resimlerini öpüp göğsüne sıkı sıkı bastırıyordu. Bir süre sonra banktan usulca kalkarak evine doğru adımlarını atmaya başladı.Yürüdükçe gölgesi bir uzuyor bir kısalıyordu.

İyice yaklaşmıştı ki evine, birden balkon kapısı açıldı. Sokağın lambası bir flaş gibi karısının yüzüne vurmuştu. Mine'nin kumral uzun saçları omuzlarına dökülmüş üstünde de mor hırkası vardı. İpteki çarşafı alalace toplayarak içeriye girmişti. Kerem, görünmemek için öyle bir siper almıştı ki..Sanki afişleri bastırılmış suçlular gibi saklanmıştı bir köşeye..

Kalbi gümbür gümbür atıyordu. Dış kapıya geldiğinde paltosunu düzeltti. Dimdik durmaya çalıştı ama sonra "Ne yüzle gidiyorsun? Seni affetmez ki oğlum" diye düşünceler beynine sinyal göndermeye başlayınca iğne batırılmış balon gibi bir anda söndü umutları.. Omuzları da düşmüştü aynen yüzündeki donuk ifade gibi...

Derin bir iç geçirdi ve uzun uzun gökyüzüne baktı. Bir zamanlar aşk şiirleri yazdıran gökyüzü, şimdi ayrılığın ve çaresizliğin şahidi olmuştu. Bir yandan da ceplerini karıştıyordu. İnci miydi ki bu bozuk para yanında yeni paralar üretsin.."Yok oğlum yok işte! Demir bir lirandan başka paran yok" diye söylendi kendi kendine..

Sanki çocuk muydu ki cebine sürpriz paralar konsun.. Hem artık kim koyacaktı ki? Dalgın dalgın yürürken yanından hızla geçen bir arabanın fren sesiyle irkildi. Adam arabanın camından kafasını çıkarıp elini havaya kaldırarak; -

"Kör müsün? Az daha çarpacaktım. Tövbe tövbe.." diyerek uzaklaştı. Kerem içinden "Keşke çarpsaydın ne güzel olurdu, dünya benim gibi bir pislikten kurtulurdu" dedi fısıldarcasına.. Sonra ayaz havada kor gibi ateş bastı içini ve;

- Nereye ölüyorsun? Girdiğin batağın ucu karına ve çocuğuna dokunabilir! Ölüm bana kurtuluş olur ama ya ailem ne olacak! düşündükçe başı zonklamaya başladı. Paltosunun düğmelerini bir hamlede açtı. Tefeciden para almanın hayatında yaptığı en büyük hata olduğunu parayı zamanında ödeyemeyince anlamıştı. Bir akşam, sokak arasında iri kıyım adamlar çevresini sarmış ve evire çevire dövmüşlerdi. Ardından;

- "Ya para ya da canın, daha olmadı karın" diye tehdit etmişlerdi. İki gün içinde borcunu faiziyle ödemesi gerekiyordu. Ama hem işten çıkarılmış hem de karısı tarafından evden kovulmuştu. Ailesinden ise para istemeye yüzü yoktu.

Sokaklarda açlık ve sefalet içinde ölmek ona en çok yakışandı ama karısı ve çocuklarını düşünmek zorundaydı. Kapıya o adamların dayandığını ve karısını rahatsız ettiklerini hayal edince gözleri çakmak çakmak yanmaya başladı. Koşar adımlarla apartmana geldi ve soluk soluğa dış kapı ziline bastı. Mine, gece yarısı çalan kapıdan irkilmişti. Çocukların yattıkları odanın kapısını yavaşça kapattı ve mutfaktan bir bıçak alarak kapıya yaklaştı. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu.

- Kim o? dedi ürkek bir ses tonuyla.. Kerem yalvarır bir halde;

- Benim lütfen aç kapıyı, çok önemli! Mine'nin bacakları zangır zangır titriyordu. Ağlayarak;

- Yetmedi mi verdiğin sıkıntılar! Hayatımdan çık artık! Sesini bile duymaya tahammülüm yok! dedi bağırarak.. Kerem ısrarla;

- Bu son olacak Mine! Çok önemli seninle ve çocuklarımızla ilgili! Mine, düğmeye basarak dış kapıyı açtı. Kocasının adımları yukarı doğru yaklaştıkça daha da ses yükselmeye başlamıştı. Sakin olmaya çalışıyor ama bir türlü olamıyordu. Göz deliğinden baktığında eşi artık kapıdaydı. O zili basmadan usulca kendisi kapıyı açtı ve işaret parmağını dudağına koyarak;

- Çocukları tedirgin etmeyelim. Uyuyorlar. Ne söyleyeceksen bir an önce söyle ve git lütfen! Senden en kısa sürede de ayrılmak istiyorum. Dava açacağım. Kerem yutkundu ve;

- Biliyorum ben çok kötülük ettim sana. Nasıl söyleyeceğim bilemiyorum bu son yaptığım beni de çok aştı.. Büyük meblağ tutan bir borcum için şeytana uydum ve tefeciden faizle borç aldım. Fakat ödeyemedikçe büyüdü bu para! Utanarak söylüyorum ki elimi uzatacağım, yardım isteyebileceğim bir Allah’ın kulu yok. Size zarar verecekler. Ben gebereyim hiç umurumda değil ama sana ve çocuklarıma bir şey yaparlarsa ben asıl o zaman ölürüm. Bu parayı nereden bulabiliriz Mine?

Mine eliyle başını ovalıyor bir yandan da yüreğine oturan bu sözleri anlamaya çalışıyordu. Derin bir iç geçirdikten sonra:

- Ne yani benden para mı istiyorsun? Benim suçum ne? Hele şu küçücük çocuklarımızın günahı ne? Bu noktaya neden geliyorsun ve bizleri de huzursuz ediyorsun? Bıktım ben! Bir koca, eşi ve çocuklarının hayatını tehlikeye atar mı? Soruyorum sana? Ne olacak şimdi? Ben annem ve babamdan para istemekten utanıyorum artık..

Kerem buz gibi olmuştu. Ne söylese haklıydı. Dudaklarını ısırıyor ve kızaran gözlerinden akacak yaşları frenlemeye çalışıyordu. Yalvaran gözlerle Mine’ye bakarak ceketinin cebinden çıkardığı senedi uzattı ve;

-Sana söylemeye mecburdum bunu! Artık bir kere bile sana barışalım, seni üzmeyeceğim diye vaatler vermeyeceğim. Sen benim adam olmayacağımı söylerdin ya, çok haklıymışsın! Benden bir baltaya sap olmaz. Bu problemi çözelim evinin yakınından bile geçmeyeceğim. Yeter ki size bir zarar gelmeyeceğinden emin olayım. Bu da parayı ödemeye bağlı! Mine, senetteki rakamı görünce gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

Kafasını iki yana salladıktan sonra çaresizlik içinde “tamam” deyiverdi. Evlilikleri boyunca ilk kez kocasının gözlerinde bir gerçeği sezinlemişti. Çelikten duvar gibi olan dış kapıyı hızlıca açarak; Bu parayı yarın akşama kadar tedarik edip sana vereceğim ama sen de sözünü tutacaksın! Beni bir daha asla rahatsız etmeyeceksin! Keşke bu dalavere içine hiç girmemiş olsaydın Kerem! Kendini bitirirken bizi de bitirdin!

Kerem, antreden dışarı adımını atar atmaz Mine kapıyı arkasından kapatmıştı. Kerem utancından yerin dibine girmişti. Ama bir yandan da üzerinden büyük bir yükün kalktığını hissediyordu.

Ertesi gün Kerem, Mine’den aldığı parayı tefeciye teslim edip senedi yırttıktan sonra sevinçten hüngür hüngür ağlıyordu. Karısından aldığı parayla onların hayatını kurtarmıştı. Bundan iğrenç ne olabilirdi ki! Ama bunu yapmadan intihar etseydi kendinden daha da çok nefret edecekti. Şimdi hiç olmazsa gözü arkada değildi..

Uzunca bir tedavinin sonucu umutların artık solduğu ve "Herşey Allah'tan demek ki olmayacak" dedikleri bir anda Kerem'e hamile kalmıştı annesi.. Bir mucizeydi Kerem ve doğduğu andan itibaren de sırf bu nedenle gerektiğinden fazla ilgi gösterilmişti. Ailesi, oğullarının karşısında elpençe divan duruyorlardı. Hatta neredeyse "dile benden ne dilersin" demedikleri kalıyordu.

Kerem'in önceleri küçük olan istekleri, büyüdükçe daha da şekil değiştiriyor ailesi karşılamakta yetersiz kalıyordu. Kerem için lüzumsuz harcamalar alışkanlığa dönüşmüştü. Bilinçsizce alışverişler yapıyor, sürekli borca giriyordu. Artık iş çığrından çıkmıştı.

Kerem'in açtığı borç çukurlarını, ailesini bol para akıtarak kapatıyordu. Ama her düzlüğe çıkışta Kerem yeniden daha derin bir çukur açıyordu. Artık elde avuçta hiç bir şeyleri kalmamıştı. Kerem'in düştüğü son nokta artık kanalizasyon çukurundan da beterdi.

Mine ise kocasının davranışlarını tasvip etmiyor ama çok kalıcı çözümler de üretmiyordu. Sadece evlenmek için çok yanlış bir seçim yaptığını düşünüyordu. Oysa ki eşindeki alışveriş saplantısı ve çok para harcama güdüsü belki bir psikolog yardımıyla kolayca düzelebilirdi. Ama bunu hiç denememişlerdi.

Kerem'in cenazesine katılan ailesinin başı hiç yerden kalkmıyordu. Kerem, toplum için defolu bir mal gibiydi. Ama kimse onu onarmaya çalışmamıştı. Defolu mallar fabrikaya iade edilmez miydi? Kerem de bunu yapmıştı işte..

Kendine son faturayı kesmişti hem de bir saniye bile düşünmeden..

Aysel AKSÜMER

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..