Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '21

 
Kategori
Öykü
 

UYDURUK ÖYKÜLER DÖRT

UYDURUK HİKÂYELER

1

Bir çocuk, çocuk dediğime bakmayın siz ya bebek emeklemeye çalışan henüz konuşamayan bir bebek; burnunu karıştırıyor, sonra da gördüğünü yapıyor. Ne mi yapıyor? Ağzının tadını bilenin yaptığını yapıyor! Uyduruk hikâye ama gerçekliğinin ne kadar fazla olduğunu bilen biliyor…

2

Bir karga bir ceviz taşıyor ağzında, gökyüzünde uçuyor. Yaşlı bir kadın karganın nasıl bir kuş olduğunu bildiğinden onu kovmaya çalışıyor, yerlerden taş falan ararken bir dal parçası buluyor. Bir kesik dal parçası, dalı ya da yerel ağızla kesiği olanca gücüyle kuşa doğru fırlatıyor. Kuş paniğe kapılıyor ve cevizi ağzından düşürüp toprağa bırakıyor. Toprak yumuşak ama mevsim de sonbahar. Kadın kuşu kovdum diye seviniyor. Kuş ise üzülmüyor. Nasıl olsa orada düşen ceviz yeni filizler verecek, kendisi yiyemese de çocukları yiyecek…

3

Bir baba çocuğunun yanında telefonda konuşuyor. Baba’yı patronunun aradığı belli. Adam az önceki ses tonundan farklı,  halsiz ve bitkin bir ses tonuyla; bugün çok rahatsızım, işe gelemeyeceğim diyor. Çocuk şaşkınlık içinde babasına yaklaşıyor. “Ne oldu acaba babama” diye endişeleniyor. Telefonla konuşmasını bitiren baba, patronundan izin kopardıktan sonra bir anda yüz ifadesi değişiyor.  Az önceki yüz ifadesinden eser yok. Gayet mutlu mesut çocuğuna koşuyor. Babam az önce hastaydı meğerse değilmiş diye düşünüyor. Mutlu oluyor tabi ama ilk yalanı uygulamalı olarak orada görüyor.

Gel zaman git zaman çocuk büyüyor ve babasına sürekli yalan söylüyor. Baba ise bu durumdan hoşnut değil, suçu kendisinde görmediğinden başkasına atması lazım, amcasına atsa abisi, olmaz. Hanımına soruyor.

“-Bu çocuk niye yalan söylüyor? Dayısına çekti herhalde” diyor.

Kadın anne olanların farkında olmadan düşünmeden cevap veriyor.

“-Dayısı Almanya’da, üç yılda bir görüyor.!!”

4

Bir hoca Cuma’dan yarım saat önce. Vaaz ediyor. Vaaz tövbe üzerine, dinleyelim birlikte. “Peygamber Efendimiz zamanın Kıtmir diye biri var. Dini sözde kabul etmiş ama anlamamış. Zengin de bir adam; bu adam ahlaksızın teki, işi gözü başkasının namusunda. Ağına düşürdüğü fakir kadınlarla zina etmek en büyük eğlencesi, işi. Günlerden bir gün bir kadını tuzağa düşürüyor. Tam o işe yeltenirken kadın başlıyor ağlamaya. Kıtmir duruyor. Ağlayan bir kadınla birlikte olmak isteyeceği son şey elbette. Soruyor: Neden ağlıyorsun? Kadın cevap veriyor. Allah’ımdan utanırım, ondan korkarım. Adam beyninden vurulmuşa dönüyor. Sen bir kadın olarak Allah’tan korkarsın da ben korkmaz mıyım diyerek, toparlanıp bu işe bir son veriyor.”

Hoca duruyor. Soluklanıyor derin bir nefes alıyor. Dinleyenlere göz ucuyla bakıyor. Kimi uyuyor, kimi dinliyormuş gibi, kimiyse telefonundan mesajları okuyormuş gibi yapıyor. Allah’tan gürültü de yapmıyor. Aslında dinlemeyen bir gruba bir şeyler anlatmak kadar sıkıcı, monoton ve saçma bir şey yoktur ama en azından ortam Hababam Sınıfı’na dönmediği için insicamını bozmadan rahat rahat anlatıyor. Biri dinliyor ama üstelik de can kulağıyla, işte böyle uyduruk hikâyeler yazan biri belki de.

Hoca devam ediyor. “Adam tövbe ediyor. Yaptığım şeyler ne yanlış şeylermiş diyor kendi kendine. Neyse akşam yemeğini yedikten sonra namazını kılıyor. Sabah olunca adamın kapısında bir ışık beliriyor. Nur ışığı bu. Bilin bakalım ne oluyor? Adam direk Cennet’e gidiyor.”

Hikâyeyi dikkatle dinleyen adam bir an kabarıyor, anlıyor işin özünü mevzu tövbe değil, gizli bir arka plan var anlıyor tabi, kabarıyor taştı taşacak. Nasıl anlamasın? Binlerce hikâye okumuş, işi hikâye ve masal yazmak olmuş. Sonra duruyor çevresine şöyle bir göz gezdiriyor Allah’tan halk güzel ne güzel uyuyor? Kendini tutmasa soracak, belki biri uyanacak: “Hoca, hoca o Kıtmir’in tuzağa düşürdüğü kadınlardan biri annen, kız kardeşin, halan, teyzen, kızın olsaydı sen Kıtmır’in Cennet’e böyle hop diye gitmesine olur muydu itirazın?” Soruyu soramıyor. Tek tesellisi hocayı kimsenin dinlememesi oluyor. Ömer dedesinden utandığından soru soramadığı, itiraz ettiğinde şiddete uğrayacağına kesin olarak inandığı yerlere; buna cami de dâhil, gitmemeye karar veriyor. Yoksa başı belaya girecek! Öyle ya bir strateji gereği gidiyorsan neyse de kulaklarını, gönlünü, gözünü kapattığın yerde durmak değil midir en büyük münafıklık?

Yine de içinde ukde kalıyor. O hocayı dışarıda görüp ona anlattığı hikâyedeki saçmalığı söylemek istiyor. Bir bankada karşılaşıyorlar. Adamın yanında eşi var. Adam işin peşini bırakmak istemiyor. Sonrasında öğreniyor ki hoca camiden ayrılmış; gelense başkası elbette o konulara girmiyor, giriyorsa da ona denk gelmiyor. Uzun sıra o hikâye anlatan imamla karşılaşmak istiyor. Sorduğu cemaatten biri artık imamın Avrupa’ya tayin olduğunu söylüyor.

Hikâye bitiyor ama adamın merakı bitmiyor. Karşılaşırsa bir gün o imamla o hikâyeyi düzeltmesini isteyecek. Bilinçli mi anlattı, bilinçsiz miydi onu da anlamak istiyor.  Zekayla yapılan hata yüksek bilinçle, düşünmeden ise başka kapıya…

 

 

 

 

 

  

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..