Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '17

 
Kategori
Tarih
 

Uygurlar.

Uygurlar.
 

Orta Asya Türk tarihinin eski devrinde, bozkır coğrafyasında bozkır kültürüyle kurulan üçüncü büyük devlet Uygur Kağanlığı’dır.

Uygurlar, 8.yy.ın ortasında Göktürklerin zayıflaması üzerine Bas- mıl ve Karluklarla bağımsızlıklarını kazanıp kendi devletlerini oluşturma fırsatını buldular. Bu kağanlık, Orhun merkezli olarak  yaklaşık yüzyıl devam ettikten sonra Kırgızlar tarafından yıkılınca  ikiye ayrılan Uygurlar’ın bir kısmı Kansu Ordos bölgesine, diğer bir kısmı da Başbalık bölgesine geldiler. Sonraki asırlarda her iki grup da yaşadığı bölgede yaşam tarzını değiştirerek “yerleşik kültüre” geçtiler.

Manihaizm, Budizm ve İslam dinlerinin de etkisi buna eklenince Eski Türkler’den farklı bir yönleri ortaya çıktı. Dolayısıyla yerleşik yaşam şekli onlara, günümüze kadar gelen, diğerlerinden farklı eşsiz sanat eserleri oluşturma fırsatı verdi.

Uygur adı, Çin kaynağında “şahin gibi dolaşan, hücum eden” anlamına gelmektedir. Yine Uy akraba, kabile anlamını taşıdığı, “On Uygur adının on kabile” anlamına geldiği de bildirilmiştir.

717 yılında Uygur İlteberi ile Kargan’da savaşan Bilge Kağan, onu mağlup edip doğuya kaçmasına neden olmuştur. Buna göre Uygurlar 740 lı yıllara kadar geçen sürede fazla bir varlık gösteremediler.

742 yılına gelindiğinde ise, Uygurlar’ın  çok güçlü bir şekilde tekrar tarih sahnesine çıktığını görmekteyiz.

II. Göktürk Devleti, Bilge Kağan’ın ölümünden sonra hızla zayıfladığında, Karlık, Basmıl ve diğer Uygurlar Moğolistan bölgesinde tekrar güçlerini ortaya koymuşlardır. Sonrasında Uygurlar Karluklarla birleşip Basmılları yenmişler, böylelikle Uygurlar tekrar özgürlüklerine kavuşmuşlardı.

Uygurların, Karluk ve Basmıl’lara göre daha güçlü olmasının nedeni, “Dokuz Oğuz” boylarının kendi yanlarında yer almalarıdır. Dolayısıyla,Dokuz Oğuzlar On Uygur olarak anılmaya başlamıştır.

Bağımsızlıkları sonrası Uygurlar’ın ilk hükümdarı, Kutlug Bilge Kül oldu. Ve devlet zaman içinde genişleyerek, Altay dağlarından Mançurya’ya kadar uzandı. Uygur kağanı Kutlay 747 yılında ölünce, yerine geçen oğlu “Bayan ÇOR” oldu.

Bayan Çor kağanın devri, Uygur devletinin her yönüyle gelişip sağlam temellere oturduğu bir dönemdir. Bölgede sağladığı başarıların yanı sıra, Çin’de 44 yıldır hüküm süren T’ang hanedanlığının zayıflamasıyla, bir Uygur prensesini gelin olarak gönderdi. Amacı, akrabalık oluşturarak Çin imparatorluğunu etkisi altına almaktı. Bunun yanında, Yabgu yönetiminin de zaman zaman  gönderdiği askeri güçler, Çin’e saldıran birçok kavimleri ve asileri püskürtüp, T’ang hanedanına yardımcı oldular. Bu yardımlar karşılıksız kalmayıp, bir çok Uygur kumandanı ödüllendirildi ve Çin İmparatoru ayrıca Bayan Çor kağana küçük kızını gelin olarak gönderdi. Bu görüntü, Çin tarihinde pek az rastlanan bir örnektir.

Bayan Çor kağanın 759 da ölümü sonrası yerine oğlu Bögü Kağan geçti. Çin’e karşı farklı bir siyaset izleyen Bögü Kağan, Çin’in kuzey sınırlarından saldırıya geçti. Ancak, Çin’in daha derinlerine girme düşüncesi yardımcısı tarafından engellendi. Çünkü ülkeyi yakından tanıyan komutan, sonucun Uygurlar için kötü olacağını biliyordu. Çin’in zenginliği,kalabalık ve geniş alana yayılan yapısı ve kültürü, Uygurlar için büyük risk taşıyordu.

Bu arada, 762 yılında yapılan seferler sırasında Mani rahipleri Bögü Kağan’la tanışarak onu etkilemişler, Uygur başkentine de gelerek faaliyetlerini burada sürdürmüşlerdir. Bögü Kağan bunların uyarılarıyla hayvansal gıdalardan uzaklaşmış, savaşçılık özelliklerini yitirmelerine neden olacak Mani dinini resmen kabullenmişti. Manihaizm dinini kendi halkına kabul ettiren ilk ve tek hükümdar olarak onun bu dine neden sempati duyduğu tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Belki de siyasi açıdan düşünülerek, Çin’deki Budizme karşı tercih edilmiş olabilir. Çünkü büyük Çin’in Budist kültürü, her an Uygurlar’ın asimilasyonu açısından tehlikeli olabilirdi. Aslında Kağan’ın amacı, Uygurları bozkır hayatından uzaklaştırıp şehirli olmalarını sağlamak , sonuçta ülkesini daha mamur ve refah içinde yaşanır hale getirmekti. Sonunda halkın ekonomik seviyesi yükselecek, güçlü Budist Çin’in etkisi yerine, zayıf Türkistan şehir devletçikleriyle birlikte olacaktı. Ayrıca, Soğdlular’ı da yanına alarak, mali açıdan da güçlenecekti.

Zamanla  Manihaizm dünyasında kağanın ve Uygurların şöhreti yayıldı. Bu arada Bögü Kağan bir hamle yaparak, Mani dininin Çin’de yayılması için çalışmalara başladı. Nitekim 768 de Lo Yang da Mani tapınaklarının kurulması konusunda baskılara dayanamayan T’ang imparatoru izin vermek zorunda kaldı.

Sürekli Çin’den gönderilen hediye ve vergilerle Uygurlar ekonomik açıdan gelişirken, Çin’de tersine sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. Diğer yandan Uygurlar ticari ilişkilerde de başarılı oluyorlar, her bir atın karşılığında çok fazla ipek alıyorlardı. Bu durum 778  yılına kadar sürdü.

Uygur devletinin içindeki çoğunluk Dokuz Oğuzlar ve tüccar kavim Soğdlular, Bögü Kağan’ı  Çin’e karşı büyük bir sefer düzenlemek için ikna ettilerse de, başbakan konumundaki vezir Tarkan buna engel olmak için çabalar. Ancak bu çabasında başarılı olamayan Tarkan, Kağan ve yakınlarını öldürterek ortadan kaldırdı ve kendisi devletin başına geçti.

Yeni kağan “Alp Kutlug Bilge” ünvanıyla on yıl hükümdar olarak kalmıştır. Bu arada Çin’ deki T’ang hanedanı tekrar güçlenmeye başlamış, bunun üzerine Uygur hükümdarı politikasını değiştirerek barış yanlısı bir çaba içine girmiştir.

Uygur Kağanlığı, daha önce de belirtildiği gibi “Dokuz Oğuz” boyları üzerinde yükselmişti. Yani halk unsurunun aslı onlardı. Aslında diğer kalabalık Karluk, Tüngiş gibi boylar, Orta Asya’nın batısına kayarak Tanrı dağlarının kuzeyi, Isık Göl, Sır Derya, Talas, İli gibi ırmakların havzalarında yoğunlaşmıştı. Nitekim Dokuz Oğuz deyimi, Çin kaynaklarında Töles boylarına verilen addır ve 627 yılında ilk kez kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Uygurlar kendi içlerinde on kabileden oluşmuştur. İlk hanedanın adı Taglakar kabilesinden geliyordu ve 795 e kadar bu kabilenin yönetimi devam etti.

İkinci hanedandan başlayarak, ünvanların “ay” ve “kün” gibi isimler alması, Maniheizm’in artan etkisini açıkca gösteriyordu. Bunun yanı sıra 795 den sonra Beşbalık, Koço, Kuca, Aksu, Kaşgar gibi şehir krallıkları üzerinde Uygur siyasi nüfuzunun artmasında Maniheizm’in kesin katkısı vardır.

Karabalasagun devletin merkeziydi ve devlet meclisi burada toplanırdı. Göktürkler tarafından kullanılan bütün ünvanların, Uygurlar tarafından da devlet sistemi içinde aynen kullanıldığını görmekteyiz. Ancak yine de bazı unvanlarda farklılıklar görebiliyoruz. Örneğin “Tutuk” unvanı, askeri vali yerine boy reisi anlamına geliyordu. Sayıları on bir tane olup siyasi görevlerinin yanında devlet için vergi de toplarlardı.

On üç kağandan yedisinin unvanında şu terimlerden biri mutlaka bulunurdu. “Tengride”, “Ay Tengride”, “Kün Tengride”. Bu egemenliğin; Gökten, Aydan veya Güneşten geldiğine inanıldığını göstermektedir. Aynı zamanda, alınan bu ünvanlarla sadece Uygur’ların değil, bütün dünyanın hükümdarı oldukları düşünceleri anlaşılmaktadır.

821 yılında Ordu Balık’ı ziyaret eden arap gezginci Tamim İbn Bahr’ın  bildirdiğine göre, şehirli halkın bağlı olduğu iki dinden biri Maniheizm, diğeri Kök Tengri(Gök Tanrı) inancıydı. Yani bütün yayılma emellerine rağmen Mani dini, Uygurlar arasında tam yayılamamıştı.

Uygurlarda zamanla toplumsal yapı değişime uğrayarak, özellikle ekonomi ve düşünce tarzında “şehirleşme yolunda” mesafeler alınmıştır. Henüz daha devletin kururlum aşaması olan 744 te , Çin kaynaklarında şöyle denmektedir.

“Uygurlar, su kaynakları ve otlaklar bulmak için gezerler, atçılık ve okçulukta ustadırlar. Sonraki dönemlerde de büyük kısmı göçebe olarak kalmaya devam etmiş; at, sığır, koyun ve deve ekonomilerinin temelini oluşturmuştur”.

Hayvancılığın yanı sıra tarım da, Mani öncesi dönemlerde Uygurlar arasında yapılmaktaydı. Mani din adamları, daha çok soğan benzeri bitkisel ürünler kullanmaktaydı. Karabalasagun yine büyük bir şehir olup etrafında tarım geniş bir şekilde yapılmaktaydı. Arkeologlara göre; değirmen taşları, harman tokmakları kullanılıyor hatta sulama yapılıyordu. Bazı Uygur  mezarlarında ölü ile birlikte gömülen darı gibi tahıl kalıntılarına rastlanmıştır.

Ziraatle birlikte şehircilik de gelişmiştir. Kağanların girişimiyle iki şehir inşa edilmiştir. Bunlardan biri Baybalık diğeri ise Karabalasagun idi. İçinde Kağan’ın sarayı olan Karabalasagun’un  etrafı surlarla çevriliydi ve oniki büyük demir kapısı vardı. Nüfusu kalabalık olup; çarşıları, esnafı vardı. Şehirleşmenin sonucunda ticareti de öğrenen Uygurlar, lüks eşyalara gereksinim duymaya başladılar. Bu bağlamda at-ipek ticareti hiç görülmediği kadar arttı. Çinlilerden aldıkları ipeğin fazlasını ihraç ettikleri gibi bazen de para yerine kullanıyorlardı.

Uygurların bazıları da Çin’de yaşamlarını sürdürüyorlar, zamanla zenginleşerek bankerlik yapıyorlardı. 9.yy. sonlarında da Çin’in hemen tüm maliyesini kontrol edecek hale gelmişlerdi.

Uygurlar, deve ve ata dayalı bir ulaşım sistemi kurmuşlardı. Kalabalık gruplar halinde yola çıkıldığında; atların, develerin ve arabaların beraberce yol aldığı kervanlar oluşturuluyordu.

9.yy. arap yazarlarından El-Cahız’a göre Uygurlar, Mani dinini benimsedikten sonra savaşçı güçlerini kaybetmeye başlamışlar bu dönemde yapılan savaşta Karluklar’a yenilmişlerdi. Uygurlar arasında bozkır ve şehirli olmak üzere toplumun ikiye ayrılması sonucu, şehir yaşamının rahatlığı, başta devlet adamları olmak üzere etkisini göstermiş, otoritesi şehrin ötesine geçemeyen Kağanların disiplini kaybolunca boy reisleri istedikleri gibi hareket etmeye başlamışlardı.

İslam öncesi Türk devletlerinde boylar yazın “Yaylalı” denilen serin, sulak, otlağı bol yüksek yaylalarda, kışları ise “kışlık” denilen daha ılık ova ve vadilerde yaşarlardı. Kışlık bölgelerde evlerin daha çok kerpiç veya ahşap olması tercih edilirdi. Surlar bile kalın ağaç kütüklerinden yapılmıştı.

Dış ticaret açısından değerlendirdiğimizde, Uygurlar’ ın komşu devletlere canlı hayvan, kösele, deri, kürk, hayvansal gıdalar sattıklarını, karşılığında hububat ve ipek aldıklarını görmekteyiz.

Ticaret iki yoldan yapılmaktaydı.

1)İpek yolu. Çin’den başlayıp Türkler’in yoğun olduğu Orta Asya’dan geçip İran üzerinden Akdeniz’e ulaşıyordu.

2)Kürk Yolu. Bu yol ise, Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp; Ural, Güney Sibirya, Altaylar ve Sayan Dağları üzerinden Çin’e ve Amur nehrine uzanıyordu.

Eski Türkler’in meydana getirdiği destan ve efsaneler, bozkır insanının yaşam mücadelesinin örnekleriyle doludur. “Kurttan türeme, gökten inme ve ışıktan olma” bunlardan bazılarıdır.

Uygur mitolojisinde kurdun öncülük özelliği açık olarak görünür. “Kutlu Dağ” efsanesine göre kutlu bir kaya Uygur ülkesine bereket ve mutluluk getirmektedir. Bu kaya Çinlilere verilince memlekete çöken uğursuzluklar, açlık ve kıtlık yüzünden Uygurlar göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu durumda yeni ülke ararken kurt onlara rehberlik etmiştir.

Şine-Usu’ da bulunan Bayan Çor yazıtı ve Karabalagasun’daki Karabalasagun yazıtı, Uygur edebiyatının temel kaynakları arasında bulunmaktadır.

Uygurlar yerleşik medeniyete geçtikten sonra günümüze kadar gelen yazılı belgeler çoğalmıştır. Arkeolojik kalıntılar; el sanatları, resimler, hukuk belgeleri, elçi raporları ve özellikle Turfan Uygur kültürüyle ilgili değerli bilgiler vermektedir. Bunlardan biri, 981-984 tarihleri arasında Çin’in resmi temsilcisi olarak Uygurlar’a giden Wang Yen-Te’ nin raporudur. Bu rapora göre “Kao-ch’ang şehrine yağmur ve kar yağmaz, aynı zamanda burası çok sıcaktır. Evler beyaz badanalıdır. Chin-Ling dağlarından çıkan nehir; şehrin bütün çevresini dolaşır, tarlaları ve meyve ağaçlarını sular ve su değirmenlerini işletir.

Zengin insanlar at eti yerler. Geri kalanlar ise sığır eti ve yaban kazıyla beslenirler.

Uygurların müzik aleti “Kopuz” dur. Günlük yaşamda; samur kürkü postu, pamuklu kumaş ve çiçek motifleriyle süslü elbise üretirler. Toplumun büyük bir kısmı ata biner ve ok atarlar. Şehrin iki ucunda pek çok iki katlı binalara rastlanır. İnsanlar temiz yüzlü ve usta sanatkarlardır. Özellikle altın, gümüş işçiliği ve demir kapı yapımında çok ustadırlar.

Turfan Uygurları mimari alanda da çok eser vermişlerdir. Bu eserlerde; Türk “otağ” ve “ordu” geleneği ve eski bozkır geleneği bulunmaktadır. Malzeme olarak da ; aşı boyalı ve yaldızlı ağaç, balçık, oymalı keramik ve sırlı tuğla kullanılırdı. Uygur mimarisinde dikkat çeken bir başka gelişme; Budist külliyelerinin de Türk “Ordu-Balık” yani merkez şehir  yapısı gibi iç içe iki surla çevrilmiş olmasıdır.

Uygur devri sanatında; Türklerin dimdik duruşu, ciddi görünümleri, protokol sırası ile dizilişleri resimlerde işlenmeye başlamıştı. O devirde gerçekçi portre sanatı gelişip naturel portreler yapıldı. Türk ordusunun kahramanları ve Uygur kağanlarının resimleri, Budist mabetlerinin duvarlarını süslemeye başladı. Bu arada hayvan motifleri özellikle at resimleri yerleşik Uygur sanatında önemini korumayı sürdürdü.

Bilindiği gibi yerleşik medeniyetin en büyük özelliklerinden biri şehirleşmedir. Kurulan şehirlerde pazarların ortaya çıkması, ticaretin gelişmesi, ticaret aracı olarak paranın kullanılmaya başlanması gibi unsurlar oluşması, Uygurların yerleşik yaşam kurallarının bir göstergesidir. Bu bağlamda alım satım ve borç alıp vermede belirli bir para ve ölçü sistemleri kullanılmaya başlanmıştır. Borçlanılan mal ve para genellikle faiz karşılığında ilkbaharda alınmış, ürünün kaldırıldığı sonbaharda ödenmiştir.

Doğu Türkistan’da tapınak ve manastırlar genellikle külliye görünümündeydi. Koço, Yar-Hoto ve Murtuk  şehrindeki manastırlar bunlara örnektirler.

Budist tapınaklar, Uygurlar’dan önceki Türk devirlerinde de bulunmakla birlikte asıl gelişmesini Maniheizm’le birlikte Uygur döneminde göstermiştir. Uygur manastır ve tapınakları, Seçuklu ve Osmanlı külliyelerine de örnek olmuştur. Bunlardan 170x100 m. ölçüsündeki Koço tapınağı, köşe ve kapılarının yanındaki kuleleriyle sonraki dönemler mimarilerine örnek olmuştur. Tapınakların bir bölümünde veya ayrı olarak inşa edilmiş, çok katlı kule şeklinde olup, Türkçe olarak “Ediz Ev” denilen “Pagodalar” da ilgi çekici eserler arasındadır. Uygur Türk sanatı tarihinin ilgi çekici mimari eserleri arasında özellikle kayalara oyulmuş “mağara tapınakları” da gösterilebilir. Doğu Türkistan’daki  Bezeklik, Kızıl, Tun- Huang mağara tapınakları da çok ünlüdür. Bu mabetler, duvarları yoğun bir şekilde fresko tekniğiyle  yapılmış ve dini anlamı olan resimlerle süslendiği için “Bezeklik” adını almıştır.

Türk Budist mimarisinde gelişen ve adına “Stupa” denilen türbeler, Uygurlarda “yurt tipi çadır” şeklinde olup, İslamiyet’ten sonraki Türk türbe mimarisinin temelini oluşturmuştur. Yine İslamiyet sonrası yapılan “soğan kubbe” mimari tarzı kubbeler de yine Uygur stupalarından esinlenmiştir.

Genelde Orta Asya mimarisinde, özelde Uygur mimarisinde sivil mimarinin en önemli ürünleri saraylar ve evlerdir. Koço hükümdar sarayı kalıntıları ortaya çıkarıldığında, bir set üzerine inşa edilmiş bu saray, çift sıra surlarla kuşatılmış bir kale( ordu-kent) idi. Uygur evleri ise, genellikle kaplumbağa çatı tarzı denen, kıvrık çatılı, etrafı duvarla çevrili dört köşe veya yuvarlak pencerelidir.

Eski Türkler’de önemli askeri yapı örneklerinden “Kargu” denilen gözetleme kuleleri; hudut bölgelerinde, önemli mevkilerde surlar üzerinde veya sur içinde bulunmaktaydılar. Bu kuleler, Türkler ve Çinliler tarafından inşa ediliyordu. Söz konusu eserler, bazen yukarıya doğru incelerek yükselmekte, bazen de yukarıda darlaşan düz bir bölümle sona erip, tepesi kesik bir piramit görüntüsü vermekteydi.

Sonuç olarak, Uygurlar, Türk tarihinin bozkır kültürüne göre sanatsal açıdan çok farklı bir cephesini oluşturdukları için kendilerine özel bir yer edinmişlerdir.

 
Toplam blog
: 7
: 621
Kayıt tarihi
: 20.11.15
 
 

Ödemiş Lisesi eğitimi sonrası İstanbul'da Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni-şim..