Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Uyku tutmadı onu bu gece

Uyku tutmadı onu bu gece
 

Her gece yaptığı gibi okumaktan yorulunca kitabı sağ tarafına bıraktı. Yatakta arkasını dönüp gece lambasını kapamak istedi ama ışıkla göz göze gelince gözü etrafındaki damarların acıdığını hissetti. Işığı söndüremeden kararmıştı bir an oda.Sonra lambayı kapadı, sıcak yatağına doğru iyice sokuldu.Ama diğer gecelerden farklı bir şey vardı.Kitabından yorulmuş ve sıkılmış olsa da gözleri pek de yorulmamıştı ve kapanmak istemiyordu.Eyvah uyuyamayacağım, diye bir düşünce geçti içinden, sonra uyumaya çalıştı.

Aradan yirmi dakika geçmişti ama o hala gözlerini saate dikmiş bakıyordu.Kim bilir kaç saat uyuyamayacaktı.Uykusuzluğunun nedenini düşündü, sinirlendi kendi kendine.Hiç sevmezdi uyumak isteyip de bunu becerememeyi.Aklına yatmadan önce aldığı ağrı kesici geldi.Kutuyu kaptığı gibi içinden prospektüsü çıkardı ve yan etkilerini okumaya başladı;"Gastrointestinal sistemde;dispeptik şikayetler, epigastrik ağrı, bulantı, kusma, ülserasyon, kanama ve perforasyon görülebilir". Çoğunu anlamadığı kelimelerin doldurduğu bu cümleye sinir oldu ve aradığını bulmak ister gibi devam etti;"Başağrısı, başdönmesi, sersemlik, uykusuzluk... "Tamam işte, bulmuştu aradığını.Demek ayağının ağrısı dinsin diye yuttuğu o küçük şey kaçırmıştı uykusunu.İlaca da kızdı.Uyuyamamak hep sinirlerini bozardı böyle.Yani içmek bilmediği ilacı bir alacağı tuttu, uykusu kaçtı.

Çaresizce kitap okumaya teslim oldu.Sonra yine sıkıldı.Kulaklığı sol kulağına taktı, sağ kulağı boş kaldı çünkü kulaklığın biri kopmuştu.Radyoyu açtı, bir şeyler aramaya koyuldu. Ne zaman uykusu kaçsa radyo doğru dürüst bir şeyler çalmazdı.

Kulağındaki cızırtıları umursamadan odasını süzdü.Yıllardır orada yaşıyordu.Odasını sevmemeyi düşünmemişti hiç.Her şey gibi, herkes gibi onu da çok sevmişti ve sadık kalmıştı.Biraz kalabalık ve karmaşık gözükse de derli toplu, kutu gibi bir odaydı.Kalemlerini, kitaplarını, süslerini, rujlarını, mektuplarını taşıyordu çalışma masası.Dolabı giyilen, giyilmeyen bir yığın giysiyle doluydu.Dolaptan sonra duvardaki afişe takıldı gözü, ne zamandır gitmiyordu tiyatroya, özlemişti.Yo, daha iki hafta önce gitmişti bir oyuna, olsun yine de özlemişti.Abbas'a göz kırptı ama ne zamandır pas vermiyordu gitarı.

Bakınırken, gözü odasına yeni gelen tabloya çarptı.Çok güzeldi ama biraz soğuktu tablo.Çünkü bu gece gibi uyuyamadığı İstanbul gecelerini hatırlatıyordu.

Tabloda tef çalan bir çüngene kızxı fotoğraflanmıştı.Aslında pek de çingeneye benzemiyordu ama o öyle diyordu ona işte.Kızın etnik kıyafetleri başındaki fesle tamamlanmıştı, saçlarının dalgası kalçalarına kadar uzanıyordu.Gülümsüyordu güzel yüzlü kız, hem de gözleriyle.Bastığı yer basit bir çimenliği andırsa da bir iki kilim deseni de görülüyordu.Arkasında çalılıklar ve küçük bir ev bulunmaktaydı. Daha da arkada, insan elini uzatsa değecekmiş hissi veren bir dere ve yükselen dumanlara benzeyen bir ağaç vardı.Yanında da büyük harflerle yukarıdan aşağıya "ISTANBUL" yazıyordu.Uzun uzun baktı yazıya.

İstanbul, hayallerinin başkentiydi.Ne çok sevdiğini almıştı ondan, ne acılar çektirmişti ona.Ama o yine de İstanbul'da yaşamak istiyordu.Oranın havasını solumak... Hiçbir hayırı dokunmamıştı ona İstanbul'un ama o ilk görüşte kara sevdaya tutulmuştu.Aşkta mantık olmaz diye, İstanbul'u sevişinde mantık aramıyordu. Ama sevdiğini almıştı İstanbul, geri vermiyordu da.İçin için kızıyordu. Hay aksi, bir türlü uykusu gelmiyordu.

Derken radyodaki sesler anlam kazanmaya başladı.Derin derin nefes aldı, çok heyecanlanmıştı.Radyodaki kadın söylüyordu;

Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun, aman
Gördün güzelleri beni unuttun
Sılaya gelmeye yemin mi ettin, aman
Gayrı dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı....

Türkü devam etti ama o çoktan uçup gitmişti.Gerçekten de artık dayanacak özü kalmamıştı.Bu yüzden son bir mektup yazmıştı, artık yazacak sözü de yoktu.Eğer geceyi sabaha erdirirse postaneye gidecekti, mektup atmaya.

Sonra da Barış Manço söylemeye başladı;"Sen gülünce güller açar gülpembe..." diye. Bu şarkı hep acıtırdı içini.Şarkıyı ilk dinlediğinde çok küçüktü.Ölen anacığına yanan babası ağlamıştı.Babasını ilk defa gözyaşlarıyla görmüştü.Sonra babası gidip babaannesinin resmini getirmişti ona;"Çok severdi bu şarkıyı, güz yağmurlarıyla göçtü bir gün." demişti. Yıllar sonra dedesinin cenazesinde bile, babasının bir daha ağladığını görmemişti.O da ağladı şarkıda.Önce babaannesine, sonra onun yanına göçenlere...Sonra da İstanbul'a gidenlere...

Gözlerindeki yaşları sildi.İçi sıkılmıştı, kalktı, bunları yazdı...
25.01.2005 tarihli yazımdır

 
Toplam blog
: 39
: 2880
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Sinema ve Televizyon bölümünde okuduğumdan sizinle sinema üzerine hasbihal etmeyi düşünüyorum... Si..