Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Uyumsuzluğumuz, kültür eksikliğimizden mi?

Uyumsuzluğumuz, kültür eksikliğimizden mi?
 

Yücel Aktaş...


 

 

Hem ressam, hem yazar, hem de şair olan Bloğumuzun üyesi  Yücel Aktaş’tan, bir video ekinde yazı aldım. Diyor ki:  “DAHA ÖNCE KİMBİLİR KAÇ KEZ SEYRETTİM. BU GÜN GENE AYNI  ZEVKİ ALDIM.  SİZLERİN DE AYNI DUYGULARI TAŞIYACAĞINIZA İNANDIĞIMDAN BİR KEZ DAHA YOLLAMAK İSTEDİM

30 YIL ÖNCE NİŞANTAŞI'NDA BİR TEK KAFE YOKTU.  BUGÜN EN AZ 100 TANE VAR..ACABA 30 YIL SONRA O KAFELERDEN BİRİNDE BÖYLE BİR COŞKU YAŞANABİLİR Mİ ?  BU BİR KÜLTÜRDÜR KUŞKUSUZ...YAŞAYIN VE GÖRÜN.”  (Yolladığı videonun link’i, aşağıda)

Olay, hava limanında geçiyor. Bekleme salonunda,  her milletten insan var. Bir anda bir müzik ve ardından, gittikçe yükselen bir tempo ve ardından da herkes, olduğu yerden  danslara iştirak ediyor.

Yaşlısı, genci, dudak bükmeden, ışıldayan gözlerle mutluluk tablosu çiziyorlar. Hamurundaki mazinin kıvrımlarını yaşıyor, o melodilerin arasında dolaşıyor eminim.

Hiç yadırgama yok. Şaşkınlık yok. Bir ibadet  gibi herkes, birbirine bakarak tempo tutuyor. Ritim’le birlikte müthiş tempo tutuyorlar.

Şuna  dikkat ettim. Çalınan parçalar, dünya müzik literatüründe, popüler parçalar. Klasikleşmiş. En gençleri bile, bu klasikleri, hep bir ağızdan söyleyebiliyor.

Aklıma şu geldi. Acaba diyorum, gençlerin arasında katıldığımızda, onların söyledikleri parçaya  niçin uyum sağlayamıyoruz? Neden tekliyoruz? İşte burada böyle bir şey yok.

Bir anda müzikle birlikte bir araya gelip, puzzle parçaları gibi, ritimde, seste, aksiyonda aynı kalıptan çıkmışçasına  birliktelik sağlayabiliyorlar. Hiçbir ukala çıkıp da “ Hey, hey. Burada aile var. Hişştt. N’oluyoruz. Kendini konserde mi zannettin” diyen yok. Bizdeki gibi salonun özel güvenlikçileri var. Ukalalık yapıp araya girip boy göstermiyorlar. Onlar da şarkılara iştirak ediyorlar.

Bizde niye yok böyle şeyler? Bir araya geldiğimizde, en mutlu anlarımızda ve günlerimizde, işin sonu neden göbek havasıyle biter. Baştan üç beş dans sonra gelsin “Halime’yi samanlıkta bastılar” ile, ha babam de babam göbek çalkala. Ardından da “ Bu fasulye iki buçuk lira, hem kaynasın, hem oynasın” Döktür Allah döktür! Düğün biter.

Tıklayın link hattını, bakın, göreceksiniz. Yolcular, yolcu bekleyenler, amiri memnun, memuru da memnun. El ele verip bir opera yapıyorlar. Bu müzikalde herkes memnun ve mesut. Sanki o anı beklemişler gibi. Spor bayramında sahaya dizilen ve gösteri yapan  öğrenciler gibiler. Herkes ne yaptığını, yapacağını biliyor. Prova yok, bir şey yok. Biraz sonra kapılar açılacak, herkes uçacağı uçağın başına götürülecekler. Hepsi bu. Evet, her  “şeyin başı kültür.”

Biz niye böyleyiz?  Bizler, “Halime’yi samanlıkta bastılar” la coşarız. “Bağlar gazeli” ile hüzünleniriz, “Ankara’da yedik taze meyveyi” parçaları ile de kendiliğimizden geçeriz. Görgüsüzlüklerimiz paçamızdan akar. Arkadaşımız Yücel’in  sorduğu şey de doğru yani.

Bir anı: İstanbul’da, boğazın en namlı balık restoranına davetliyiz. İçeride, müzik yok. Çatal bıçak seslerinden başka da ses yok ortalıkta. Boğazdaki restoran’ına duvarlarına,  denizin şıpırtıları vuruyor muntazam. O şıpırtılar, kafamda birleştikçe birleşiyordu...Aniden  masayı terk edip boş bir yer buldum kendime  ve kollarımı açarak  “Ne bu vaziyet? Çatal bıçak sesinden başka sesiniz yok!” Dedim. ”Size Ege’nin sıcaklığını getirdim,”  diyerek “Sara Montiel’in “ La Violetera” sını, tenor olmayan sesimle söylemeğe başlayıverdim.

Aman Allahım. Salonun o vakur ciddiyeti kayboluverdi bir anda. Masalar darmadağın oluverdi. Masalara davet edildim. Bayanlara gelip gelip öptü. Masalarına oturtma savaşları bir anda başlayıverdi. Üç dakika sürdü bu, cebim kartvizitlerle dolu olarak masama döndüm. Namlı kişilerin devam ettiği bu restoranın ciddiyeti, bir anda dağılıvermiş, tuz buz oluvermişti.

Masama dönerken, a aaa, bir de baktım ki, bizimkilerin başı önde. fark ettim. Daha ben dönerken, patron, bizim masadan hışımla ayrılıyordu. Beklan Algan, babası, ben ve ağabeyim vardı. Onlar sanat içinde yoğrulan kişilerdi.  Bu hüzünlerinin sebebini öğrenmek istedim.

Patron, Beklan’a demiş ki: “ Burada balık satıyoruz. Müzikle işimiz yok. Müşteri müzik istemiyor. Misafiriniz devamlı İstanbul’da ise, kendisiyle kontrat yapalım..  Bu duyulacak ve müşteri yarın benden bu aynı müziği, aynı  şahsı isteyecektir. O zaman ben ne yaparım. Ama, bundan sonra müzik isterlerse, ben arkadaşı nerede bulayım.  Arkadaşınızın misafir olduğu belli. Şarkı söylemesin. Bunu müşteriye anlatamam.”

Ekli müzik videosu, o bakımdan ilgimi çekti ve, eski günlerimi aklıma getirdi. Şunun şurasında 8-10 yıl evveldi bu hikaye.

Metrolarda, havaalanlarında,  tribünlerde, bilet kuyruğuna girildiği sıralarda böylesi toplu müzik ve aerobik gösteriler bizde niye yok sahi? Birileri  “höt!” diyecek ondan mı? Ama klipte, özel güvenlikçi bile coşkuya kapılmış. Kimse yüzünü buruşturmuyor. Her biri, kendi göbeğini kendisi kesiyor. Akışa koyuvermişler kendilerini. Her biri yönetmen, orkestra şefi. Her biri, primadonna, tenor ve soprano.

Müziğin tanımı da evrensel değil mi? “ Müzik, ruhlarımızı inceltiyor. Duygu ve düşüncelerimizi, düzenlenmiş seslerle ifade ederek iletişim sağlıyoruz. Ayrı ayrı dildekiler, evrensel nota işaretleri yüzünden bir araya gelebiliyor, birbirlerinin dillerinden  kolaylıkla anlayabiliyorlar.

Müzik hem bir sanat, hem bir fen ve hem bir lisandır. Niçin sanattır? Ortaya  asırlardır unutulmayan “eserler bıraktığı” içindir. Neden  bir fendir? Her fen gibi ortaya yeni yeni müzik eserleri  “ortaya koyduğu”  ve öğrettiği içindir. Neden bir lisandır?  Bütün dünya ülkeleri, müziğin ritm v e coşkusu ile o müziği “anladığı için,”  arada tercümana ihtiyaç yoktur.

Müzik otoriterlerine, konservatuar öğrencilerine “Müziği tarif” ettiriyorum. Böylesi cevap alamıyorum ne yazık ki!

Ört ki, ölem!

----------------

LİNK: (Sadece dokunun, yeter)

 http://www.youtube.com/watch?v=_skpsg4qCRg

 

 

 

 

 

   

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..