Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Uzlaşamamak

Uzlaşamamak
 

Uzlaşmak veya uzlaşamamak. Aslında gerçekten uzlaşmayı istiyor muyuz?

Bugünlerde politikacıların en fazla kullandığı sözcüklerden biri de uzlaşma oldu galiba. Kime sorarsanız sorun uzlaşmanın iyi ve yararlı bir şey olduğunu, hatta kendisinin de uzlaşmacı birisi olduğunu savunacaktır. Ama aslında ne kadar uzlaşabiliyoruz? Uzlaşmayı gerçekten biliyor muyuz? Bu soruların yanıtlarını dürüstçe vermeye kalkarsak, sanırım pek azımız olumlu yanıtlar verebilecektir. Öncelikle uzlaşma dediğimiz şeyin ne olduğunu anlamaya çalışalım. Uzlaşma; tarafların (iki veya daha fazla taraf) kendi çıkar ve fikirlerinden ödünler vererek tüm tarafların kabul edeceği ortak bir noktada buluşabilmeleri, anlaşabilmeleridir. Bu anlamda uzlaşacak taraflar kendisi ve karşısındakinin bulunduğu noktadan farklı üçüncü bir nokta (uzlaşma noktası) oluşturmak durumundadırlar.

Bu tanımlamalara bakınca pek de zor değil gibi görünebilir. Teorik olarak öyle ama pratikte işler zorlaşıyor. Çünkü uzlaşacak tarafların kişilik özelliklerinin nasıl olduğu (katı yada esnek), ellerindeki kozların neler olduğu (biri diğerinden daha güçlü konumda olabilir), uzlaşma kültürüne yaşamında ne kadar aşina olduğu (geldiği aile içinde uzlaşma kavramının olup olmaması) gibi faktörler devreye girmektedir. Konu bu bakımdan ele alındığında daha katı bir kişilik yapısına sahip olan, daha güçlü konumda olan ve uzlaşmayı kendi aile yaşantısı içinde göremeyen ve içselleştirememiş olan kişiler uzlaşmakta zorlanıyorlar veya uzlaşmaya yanaşmıyorlar. Uzlaşmaya çalıştıklarında da bunu başkalarının kendi istedikleri yönde ve kendi çıkarlarına uygun adımlar atması olarak algılıyorlar. Belki çok küçük ve göstermelik ödünler vermeye razı olup, daha çok karşı tarafın ödün vermesini bekliyorlar. Tabi ki bu durumda bir uzlaşmadan söz edilemez. İki taraf da görece eşdeğer ödünler vermiş olmalı ve kendi çıkış noktalarından eşdeğer mesafede bir üçüncü noktaya varmış olmalılar.

Sonuç olarak içinde olduğumuz toplumun kültürel örüntüsü burada çok önemli. Eğer en küçük toplumsal birim olan aile içinde anlaşmazlıklar, çatışmalar olduğunda aile bireyleri (yetişkin veya çocuk olsun, erkek veya kadın olsun) daha güçlü konumda olmalarına bakmadan diğeriyle uzlaşma konusunda yeterli ve gerçekçi bir çaba gösteriyorsa ve çatışmalar bu uzlaşmalarla çözümlenebiliyorsa, bu aileden gelen birey toplum içinde ve sosyal ilişkilerinde de bu uzlaşmacı tutumları gösterebilecektir. Ama bizim toplum yapımız henüz yeterli düzeyde uzlaşmacı bireyler üretemiyor. Bunu değiştirmek için çaba göstermek belki de hepimizin görevi. Politikacılar da nihayetinde bu toplumun üyeleri ve uzlaşma konusunda çoğu kez gerçekçi ve içten olamıyorlar. Ancak tabi onların ülkeyi yönetme sorumlulukları açısından bakarsak uzlaşma kavramını içselleştirememiş olsalar bile bu konuda daha fazla çaba göstermek zorundalar.

Ama yine de vurgulamak istiyorum ki, uzlaşma sadece başkalarından beklediğimiz bir davranış biçimi olmamalı, hepimiz birey olarak sorumluluk almalı ve kendi alanımızda uzlaşmacı tutumları göstermeye çalışmalıyız. Böylece daha sağlıklı bireyler ve daha huzurlu bir toplum olabiliriz. Umuyorum…

Uzm. Psk. Bülent Korkmaz

psikologbulentkorkmaz.com/

 
Toplam blog
: 40
: 3827
Kayıt tarihi
: 02.07.07
 
 

Uzman Psikolog Bülent Korkmaz kuruculuğunu yaptığı KRM Psikolojik Hizmetler'de Danışman Psikolog ve..