Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '07

 
Kategori
Güncel
 

Uzun bir yazı

Uzun bir yazı
 

Miting


Mitingler ve diğerleri konusundaki görüşümü anlatan uzunca bir yazıdır. İsteyen okuyabilir.

Yapılan mitingleri eleştirmeme, daha doğrusu; mitingler sebebiyle bu konudaki görüşlerimi açıklamama birazcık tepki ile bakan arkadaşlarım oldu. "Çok Aykırı Yorum" başlıklı bloguma gelen eleştirilere bakarsanız göreceksiniz.

Tekrar en baştan başlıyorum. Eğer miting yapmak istiyorsanız önce; yaptıklarını beğenmediğiniz hükümet tarafından yönetilen devletin, İçişleri Bakanlığı'ndan (valilik, kaymakamlık) izin alacaksınız.

Yani, "biz sizin uygulamalarınıza tepki göstermek için müsade istiyoruz" diyeceksiniz. Hükümetin bundan memnun olmayacağı kesindir. O zaman elinden gelirse, bu mitingi engellemeye çalışacaktır. Mani olamayacaksa, izin verecektir.

Diyebilirsiniz ki mitingler sadece hükümeti hedef almaz. Bu sanı yanlıştır. Belediyenin sebep olduğu en küçük aksaklıktan, müteahhitin yaptığı inşaata, terörden, başörtüsüne, kadar, her iş ve mesele hükümeti ilgilendirir. Dolayısı ile tüm mitingler şöyle veya böyle yönetimi hedef alır. Çünkü devlet, bünyesindeki tüm kurum ve kuruluşlardan sorumludur.

Aslında miting denilen şey bir kuvvet sınamasıdır. Gösteri amacına ulaşmışsa eylemciler, ulaşmamışsa karşı taraf güçlü demektir. Burada kazanmanın kıstası adalet değil, kuvvettir. Peki bu karşılıklı inatlaşmanın sebebi nedir? Adaleti ve hakkı tesis midir, yoksa "illa benim dediğim olacak" mıdır? Davayı bir taraf kazanmışsa, adalet tecelli etmiş midir? Acaba hak yerini bulmuş mudur? Bence hayır. Sonuca baktığınızda adaletin değil, gücün kazandığını görürsünüz. Halbuki, saf insan aklı adaletten yanadır.

Bu ülkede başörtülülerin, imam-hatip mezunlarının üniversitelere girmesi için mitingler yapılmadı mı? Bugün, onları savunan bir iktidar olmasına rağmen okullara girebilmekteler mi? Hayır! Sakın, iktidar bunu siyasi ikbal için kullanıyor ucuzluğuna düşmeyelim. Bu konularda kimin direndiğini, çıkarılan yasalara kimin çelme taktığını siz görmeseniz de, millet görüyor. Bu kanaatimin yanlış ya da doğru olduğunu önümüzdeki seçimler gösterecektir. Allah ömür verirse hep beraber göreceğiz.

Mitinglerin, direnişlerin gerekli ve faydalı olduğu, müsbet sonuçlar verdiği zamanlar olmuştur. Avrupanın geçmişine baktığımızda, bizdeki aşiret sistemine benzer bir yapılanma olduğunu görürüz. Sadece adı değişiktir. Bir derebeyi sülalesi vardır, emri altındaki bütün köylerin insanları onlara çalışır, onlar için savasır, onlar için yaşar ve onlar için ölür. Aykırı gidenler kalın duvarlı ve demir kapılı şatolara götürülür ve bir daha geri gelmez. Surlarla çevrili şatolarda geçen vampir masallarının kaynağı, işte bu asi tiplerin, şato dışına atılmış başsız vücutları veya vücutsuz başlarıdır.

Sanayileşme döneminde de bu alışkanlık devam etmiştir. Fakat sanayi makinaları tarla, bahçe ve duvar işlerinde kullanılan alet ve edavat gibi toleranslı değildir. En ufak dalgınlığı affetmemektedir. Asgari emniyet tedbirleri bile alınmamış iş yerlerinde makinalar, sık sık ölümlere ve sakatlıklara sebep olmaktadır. Kimsenin sosyal güvencesi yoktur. Sakatlanan ve ailesi, neredeyse ölüme mahkumdur. Bu olayların artması, işçileri örgütleyerek hak aramaya yönlendirmiştir. İşçiler direnmişler; zaman içinde bazı haklar elde etmişler ve bu günkü sosyal oluşumun temelini atmışlardır. Şunu da unutmamalı. Eğer işçilerin kötü yaşam koşulları, bazı derebeylerini merhamete getirmeseydi veya "bu işçiler heder olursa, işlerimizi kim yapar?" endişesi ortaya çıkmasaydı, o zamanın kafa konforunun bu hakları vermesi belki de imkansızdı.

Yani direnişlerin fayda sağladığı durumlar olmuştur, bu inkar edilemez. Ama bu direnişler izinli, müsâdeli, polis kontrollü değildir, aynı zamanda; somut ve anlaşılabilir istekler içermektedir. İşte işçilerin grev hakları böyle kazanılmıştır. Bu grev hakkı gelişmiş ülkelerde, çok az ve çoğu kez sorunsuz olarak kullanılmıştır. Fakat bu haklar, az gelişmiş ülkelerde, globalizm tarafından, özelleştirmeye ikna etmek ve onları hizaya getirmek için kullanılmışlardır. Gördüğünüz gibi şu günlerde de, ektikleri tohumların meyvelerini almışlardır.

Aradan belki yüzyıla varan bir zaman geçmiştir. Bilim gelişmiş, insanların haklarının, sosyal güvencelerinin gerekliliği, şüpheye meydan vermeyecek kadar net anlaşılmıştır. Artık, derebeylerinin ve aşiret fertlerinin dışındaki insanlardan da devlet başkanı, bürokrat, teknokrat, işadamı velhasıl her şey olabilmektedir. Bir insanın ne kadar gelirle geçinebileceği, basit bir hesapla bile öğrenilebilmektidir. Demokrasilerde fikir ve düşüncelere, inanç ve yaşayış biçimlerine saygılı olunması, yasalara ve bunun sonucu olarak seçilen insanların hukuki tasarruflarına uyulması gerektiğine dair kesin kanaatler geliştirilmiştir.

Terör mitinglerinin bir öncesinde yapılan laiklik mitingleri, oluşturulmuş sanal bir korku sonucu ortaya çıkmıştır. Zaten hükümetten rahatsız olan bir kesim vardır ve rahatsızlığını nasıl dile getireceğini düşünmektedir. İşte mitingler bunun bir yansımasıdır. Olay, her ne kadar masum bir halk gösterisi gibi sunulsa da arka planında, siyasi partilerin bir kısmının ve bazı devlet kurumlarının varlığı inkar edilemez.

Laik hassasiyet ve cumhuriyetin kazanımları; hiç eskimeyen, her fırsatta muhatabı dize getirebilen, güçlü dominant kavramlardır. Bunlar her zaman kurtarıcı vasfını korumuştur. Şeriat tehlikesinden bahsedildiğinde, bunun arkasında hangi niyetin yattığını kimse araştırmaz, araştıramaz. Acaba doğru, mu diyemez! Çünkü o, arkasına sert ve güçlü rüzgarı almış, tepeden aşağıya doğru esmektedir. Onun önüne geçemezsiniz. Mazallah sürükler götürür.

Bundan dolayıdır ki, laiklik hassasiyetinden bahisle muhatabını, köşeye sıkştırmak isteyenlerin korkularının ana nedenlerini sorgulayamazsınız. Temel endişelerinin, yıllardır sürdürdükleri saltanatlarını kaybetmek olduğunu söyleyemezsiniz. Devlet bürokrasisinin en tepelerinde ipleri kimlerin tuttuğunu, bazı kurumlardaki makamların babadan oğula veya akarabalara miras kaldığını farkeder ama anlatamazsınız. Anlatsanız da bir şey değişmez ya, neyse.

Bütün bunlardan sonra benim, sivil toplum kuruluşlarının hak isteme ve uyarı aracı olarak kullandıkları mitingleri, göklere çıkarmamı beklemeyin. Bunu yapamam. İsterseniz çok yakın geçmişte; Ukrayna ve Kırgızistan'da olanları bir hatırlayıverin. Mitinglerin neye yaradığını daha iyi anlayabilirsiniz.

Bu güne kadar çok şeyler yaşadık. Her şeyin tezgah altına girdiği, sigara ve yağ kuyruklarında beklediğimiz günleri gördük. Arkasına global gücün görünmez desteğini alan ve fakat gücünü kendinden menkul sanan sendikaların, bir işaretleriyle ülkeyi kilitlediklerine, hükümetlere diz çöktürdüklerine şahit olduk. Memura, bir "kuru maaş" çok görülürken kamu işçilerine, ilave olarak 6 maaş ikramiye, yol parası, yemek parası, odun, kömür, yağ hatta ekmek gibi sosyal yardımlar yapıldığı zamanları yaşadık.

Peki bu fakir ve güçsüz devlet problemi nasıl çözdü? Şöyle yaptı: Ortada, paylaşılacak 100 lira olduğunu, ondan 6 kişinin 30 ar lira pay istediğini düşünün. Yetkililer baktılar ki, işin içinden çıkamayacaklar; iki kişiye 30 ar lira verdiler, geri kalanları da, 10 ar lirayla geçinmeye mahkum ettiler. Çünkü devlet, adil dağıtım için gereken 180 liraya sahip değildi. Mitingler yoluyla sistemi tıkamada son derece mahir olan işçiler, üretim konusunda pek başarı gösteremiyorlardı. Yani örgütlü güç, "alma" da gösterdiği performansı "verme" (üretme) de gösteremiyordu. Elinde bir şey kalmayan devlet te memurin takımına, "işte size onar lira... yerseniz! Bakın, kızarsam bunu da alamazsınız" diyordu.

Böylece memura verilmesi gereken refah payı, arkasında sendikal ve global güç bulunan kamu işçileri tarafından paylaşılmış oluyordu. Bu işin piri de "işçi dostu" Bülent Ecevit'ti. Ortaya çıkan sonuca bakarak aynı zata, "memur düşman"ı denilebilir miydi, ona da siz karar verin.

Artık söz konusu mitingleri, başörtüsü için yapılanlarla kıyaslayıp, sonucun hakla mı, güçle mi alındığını anlayabilirsiniz.

Şimdi memurlar miting yapsa geçmişte alamadıkları haklarını elde edebilirler mi? Vicdan ve insafın devrede olmadığı hiç bir yerde adalet yoktur. Koskocaman devletin, koskocaman bürokratlarının bir kaymakamın maaşının, bir kamu işçisinden daha düşük olmasını sorun olarak görmemesinin mantıklı bir izahı var mıdır? Bu dengesizlik, gene küçük memurlar atlanarak, üst düzey memurlar için ancak, son Ecevit-Yılmaz-Bahçeli hükümetince düzeltilmiştir. Küçükler hala aynı sayılabilir.

Marks Adaleti:" Bir sınıfın öteki sınıf üzerindeki egemenliğini hukuk düzeyinde sağlayan bir üst yapı öğesidir." biçiminde tarif etmiştir. (Büyük Larousse. Adalet maddesi) Bu söz teorik olarak yanlıştır. Pratik olarak ise, malesef doğrudur. Çünkü Marks, yaşadığı dünyada adaletin böyle uygulandığını gözlemlemiştir. Siz ne kadar yanlış derseniz deyin, onun fikrini değiştiremezsiniz. Benim mitingler konusundaki gözlemlerim de anlattığım gibidir. "Güç yoksa, hak da yoktur" diye özetlenebilir.

Mitingler, direnişler ya da grevler; adına ne derseniz deyin, hangi biçimde kategorize ederseniz edin, hepsinin görünüşteki amacı, bir hakkın iadesi, bir haksızlığın veya yanlışlığın giderilmesidir. Fakat arkanızda, ısrarlı olduğunuz konuda muhatabınızı dize getirecek kadar güçlü bir destek yoksa, hiç bir sonuç alamazsınız. 70 li ve 80 yılların sendikalarına bir de 95 lerden sonrakilere bakınıız. Artık onlar, tuttuğunu koparan güçlü örgütler değildir. Çünkü arkalarında global destek yoktur.

Not:Çok zararlı kısımlar ayıklanmıştır. Kollesterol seviyesi düşünrülüp ligth hale getirilmiştir. Ama biraz pahalıya malolmuştur.Eee doğal ürün yetiştirmek kolay mı? Sanırım hazmedilebilir olmuştur. Çekimi isterim. İyi akşamlar.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..