Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Uzun İnce Bir yoldayım; Gidiyorum Gece

Uzun İnce Bir yoldayım; Gidiyorum Gece
 

Benim değil


Ben şehirlerarası yolculuklarda, otobüsle gece yolculuğunu çok sevenlerdenim. Ama dikkatinizi çekerim. Gece. Gündüz aynı yolları asla çekemem. Sıkıntılar çöker de çöker içime.

Ama ya gece. Off ki of! Gecenin sessizliğiyle birlikte sadece gideceğim yere yolculuğa çıkmam. Aynı zamanda iç yolculuğa da çıkarım. Fonda kaptan şoförün kısık sesle dinlediği bir Funda Arar şarkısı varsa mesela, o yolculuğun neredeyse hiç bitmesini istemem.

Şehirlerarası yolculuk dediniz mi nedense hep aklıma Funda Arar ve şarkıları gelir.

Bir de kaptan şoförün arkasındaki kırmızı elektronik saati çok severim. Gözlerimi kapatır oyunlar oynarım. Bakalım kaç dakika geçmiş diye. Gözlerimi bir saat kapalı tuttuğumu sanırım ama sadece dört dakika kapalı tutabilmişimdir.

Bir de şehirden çıkış vardır ya, işte o kısım bana nedense pek hüzünlü gelir. Gitmek var da dönmek var mı acaba, derim.

Neyse yolun yarısına doğru gelindiğinde Susurluk’a gelmiş olursunuz. Pek sevdiğim devasa bir dinlenme tesisi vardır. Otobüsler köpük köpük yıkanır. Suların üzerinden atlamaya çalışsam da, genellikle yaz aylarında yolculuk yaptığım için ayağıma mutlaka bir su sıçraması olur. Bütün yolcular uykulu gözlerle zaruri ihtiyaçlarını gidermek için tuvaletlere koşar. Sonra da pabuç kadar olan Susurluk tost ve köpüklü ayranına. İşte yolculuğun en sevdiğim yeri de burasıdır. Tostun içindeki peynirler de duble duble, insana pek bi iyi gelir.

Sonra bütün dinlenme tesislerinde aynı görevli bayan çalışıyormuşçasına yayık bir ağızdan çıkan “İzmir istikametinden gelip İstanbul’a gitmekte olan ………….. turizmin yolcuları lütfen aracınıza teşrif ediniz.” “Pekala ederiz, canım. Biz de zaten her türlü ihtiyacımızı karşılamış, vakit dolduralım diye uyduruk marketinize doldurduğunuz, tapon mallara bakıyorduk. Yani alıcı değil bakıcıydık, şekerim.”

Otobüsümüze dolarız. Şoförler değişmiştir. Muavinimiz ya da sosyetik isimleriyle host ya da hostesimiz, elinde plastik ve köpük bardaklarıyla, “çay, nescafe” diye sorar. Benim cevabım çaydır, tabii ki. Ama hiç de sevmem, o plastik bardakta çay içmeyi ya. İllaki damağım püsküllü bir hal alır.

Bu fasılda bittikten sonra ışıklar söner. Üzerimize montlarımızı sereriz. Uyur muyuz? Yok uyumayız, tilki uykusu yaparız daha ziyade. Hani Sait Faik der ya; herkesin bile uyuduğu bir saat var diye, hani en ateşli hastaların, en karasevdalıların, en iflah olmazların da vardır bir uyuma saati. İşte o saatte biraz kestiririz galiba. Fakat koridora sarkıttığım bacaklarıma aptal muavin illaki çarpar ve beni uykumdan eder.

Hele geçen yaz ki bir yolculukta muavin öyle bir ter kokuyordu ve çok lazımmış gibi tam yanımda koridorda durmuş, kollarını iki yana açıp, tavandaki çanta koyma yerlerine ellerini dayayıp ve şahin bakışlarıyla yola çok ciddi ciddi bakıyordu ya! İçimden burnumu tıkamaktan bir hal olmuştum. Nasıl da zor durmuştum. Ya bir de bebek olmaması için nasıl dua ederim, bilseniz. Tam gecenin en koyu kıvamlı vaktinde, dalıp gittiğin anda, vvvyyyaaaaakkk diye ağlamaz mı? Sonra da bir kokular gelmez mi? İşte bunlarda yolculuğun cilveleri midir, ne?

Neyse ki feibota geliriz. Vakit sabaha karşıdır. Birazdan şehir uyanacak, işi olan işine gidecektir, olmayan da gitmeyecektir.

Virajlı yoldan Osman Hamdi Bey’in köşkünün oradan bir yerlerden otobüs vuracaktır kendisini yollara, tekrar.

Sanayi kasabalarında işçiler, sabahın köründe öbek öbek duraklarda olacaklardır, uykulu uykulu.

Koskoca otoyollar, vızztt vızzztt diye geçen lüks arabalar olacak.

Severim otobüs yolculuklarını yaaa… Ama gece.

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..