Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '08

 
Kategori
Şiir
 

Vahdet-i aşk

Aşığım sana doyamıyorumun son mısrası olmayı seçtim her seferinde,
doydum ; sonra doyduğumla kaldım.
Yetti mi? Belli ki ürpertecek birazdan ama sensizliği tanımak seni görmekten daha zordu ,
avuçlarımla hissettim yokluğunu ,
kucağıma aldım kundakta çocuk misali, sarılıp ağladım.
Yokluğuna , varlığınla yaşattığın acılara .
Ya da ileride seni düşünerek geçirmeyi planladığım aptal akdeniz akşamlarına.
Tek kadeh atmadan sarhoş olacağımı düşündüm,
sonra ılık bir akşam esintisinin kokunu getireceğini...
Tekrar amaçsızca ağlamaya başladım.
Kollarını aradı gözlerim...
Güneşin gözümü almasına aldırmadan sağa sola yukarı aşağı, yokuşun başına
çevirdim kafamı.
Hani o hep geldiğin yöne bakındım.
Yoktun işte...
Sonra tüm acılarımı biriktirdiğim kalbimi o her zamanki yerinden hediye bıraktığın fotoğraflarınla birlikte söktüm.
Ve terasın köşesinden sokağa bıraktım.
Onlarla birlikte acılarımı da kustum yerçekiminin yönelttiği tarafa.
Tekrar ağlamaya başlayacaktım ki, yok olmanın bana getirdiklerinin
varlığınla yaşattıklarından daha az acı verdiğini hissettim.
Sustum.
Usulca birlikte aldığımız -ya da öyle hayal ettiğim- hamağın üstüne kurulup uyumak geldi.
Sadece uyumak.
Saatlerce yok olmak varlığımdan.
Vücudumun uzunca bir dinlenceye ihtiyacı vardı ya,
ayrılmak geliyordu içimden amacını kavrayamadığım hayattan.
Bir o kadar da yok olmak korku veriyordu.
Belki senin varlığınla buluşma hasreti, belki umudu.
Kıvranıyordum öylece...
Anne karnınndaki gibi yoğun ve huzurlu bir yer arıyordum kendime.
Korkuların, acıların, Sensizliğin olmadığı.
Alış veriş için tek paranın sevgi olduğu ütopik bir havuz arayışındaydım muhtemelen...
İçinde yüzmek, yaşadığım her anın huzuruyla mutlu olma hevesiyle dolup taşıyordum.
Gözlerinle karşılaşmama dualarına hacet kalmayan bir yer.
Sıcak soğuk fark etmez.
Sarılır ısıtırm ben o yeri , nasıl olacaksa?
Ha, bir de seni hatırlatmayacak kadar güzel birşeyler...
Mümkün değil ya,
Diledik bir kere...
Hala korkuyordum.
Sonra, içimde düşündüklerimin yarattığı aptal bir mutlulukla -ki hep o zaman polyanna oldum ben derdin-
adımladım denize bakıp tekrar aşık olduğumuz bu yeri.
Bir, iki, üç...
Her adımda tekrar mutlu olduğumu düşündüm.
8 yaşıma döndüm birden.
Şimdi kemikleri bile toprak altında kalmayan karşı komşumuzu düşündüm.
Nasıl kulaklarımızı çektiğini, hatta o an gözüme geldi birden;
Dayak yerken sessizce sana bağlandığımı anımsadım.
Sonra bunu sana sarı-çürük dediğimiz perili evin bahçesinde söylediğimi.
Yanaklarının -yanaklarımın- kızardığını, gülmeye çalıştığımı.
Beni sevdiğini söylediğini bile hatırladım iki adım atmakla.
Nasıl mutlu olduğum aklıma geldi.
Ağzı sigara kokan tamirci çıraklarına bile anlattım küçük prensesimi,
nasıl ellerini tuttuğumu ve filmlerdekilere özenip onlar gibi sarıldığımızı söyledim
kafama vuracaklarını bile bile.
Koştum eve doğru.
Hemencecik uyudum yemeği yiyip.
Sabaha yanına varma umuduyla.
Son adımı da atınca duvara tosladığımın bilinciyle şimdiye döndüm.
Az önce terasın köşesinden acıları yolladığım tarafa baktım.
Gözüme iki sevgili ilişti.
Sonra onlardan muhtemelen kız olanın annesinin meraklı bakışları.
-Sahiplendiğini hissederek izliyordu,
ama belli ki, 10 saniye içinde olup bitecek dudakların kavuşmasını engelleyemeyecekti.-
Tıpkı ilk kez çıkma girşimimiz gibi.
Cuma namazı ayağına evden çıkışım, içi mazot kokan pastanenin önünde acele acele
bekleyişim...
2 bardak çaya çoğunun sığdıramayacağı kadar sevgi sığdırışımız, herkese inat.
Sonra sana yapılan kavgalar dizildi hafızamda.
Sana sahip olduğumu bildiğimizin yetmemesi, sağa sola anlatmaya çalışmalarım.
Senin saçma bulduğun benimse yara berelerime senin adını verdiğim kavgalarım...
-Ve dudaklar kavuştu.Anneden de hiçbir ses çıkmadı tahmin ettiğim gibi.-
Öyle kolay kolay söylenmezdi zaten.
Ancak kulak çekilirdi, o da adettendir.
Sonra sonra ayrılınır, barışılır, nişanlanır, evlenilir.
Tıpkı senin gibi kaybolup gidilinir.
Belki arkadaş sohbetlerinde anlatılır bire bin katarak.
Erkeklerin kahve muhabbetlerine bile konu olur arada, ülkenin geleceğinden sonra.
Ama sen hiçbirinde geçmeyeceksin merak etme.
Seni yolladığım hafızamın köşesinde, ya da eğer bedenim biraz sonra kafamdan ayrılmazsa;
pis kokmaması için vücudun bırakıldığı yerde kalacaksın.
Kimse adını duyamayacak tekrar ağzımdan.
Sevdamla yok olup gideceksin.
Rüzgarla yok olmayacağını hissettiğim anda,
mahalleye bir haftalık dedikodu olmayı göze alarak yok olmayı seçeceğim.
Son sigaramın bitmesine tekabül eden akşam vaktini bekliyorum.
Biraz daha huzurun dolmasını içime.
İzmariti izlemeyi seçiyorum düşerken.
Ardından kurudu zannettiğim gözpınarlarım çalışmaya başlıyor.
Yere kalbimin çarpıntısından daha seri bir biçimde çarptıklarını fark ediyorum.
O 2 sevgili çarpıyor gözüme tekrar, bu sefer benim olduğum tarafa, hatta bana bakıyorlar.
Bir adım, bir adım daha.
Allah'ım ne büyük bir acı...
Ellerimi, gözlerimi, sözlerimi, hiçbirşeyi hatırlamıyorum.
Sadece ilk bakışının hissi içimde.
İlk sevişimi seni, hatta ilk sevdiğime ilk kez sövdüren gençlik kavgalarımı bile hatırlıyorum.
Hiçbir şey herşey oluyor yavaş yavaş.
Sonra ellerini tuttuğum geliyor gözlerimin önüne, mavi mavi bakışın takılıp kalıyor defalarca.
Alınıyorum kendime, sevdiğini niye o kadar çabuk söyledin diye.
Sonra düşünüyorum, meğerse ben seni değil, o 8 yaşındaki kısa şortlu ilkokul çocuğunu sevmişim.
-Sıkmaktan terleyen ellerim balkon demirlerinin soğukluğuyla serinliyor.Rahatlıyorum belki de...Tekrar eski uzandığım yere dönüyorum.Bu sefer senin değil, o küçük kızın görüntüsüyle doluyor yaşlanmaya yüz tutmuş hafızam...Herkes yerine dönüyor,
sevgililer, meraklı anne ayrıca ben...Ve hayat yokluğunla değil, küçüklüğünün varlığıyla akmaya devam ediyor.-

 
Toplam blog
: 63
: 1414
Kayıt tarihi
: 14.08.08
 
 

Hayat hikayemi fazla uzatmayacağım, çünkü hepimiz bir şekilde yolumuza kavuşuyoruz. Okuyan bir an..