Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '12

 
Kategori
İnançlar
 

Vahdet-i vücudu yaşamak

Vahdet-i vücudu yaşamak
 

Vahdet yaşamı, olaylara kavramlar, kuşkusuz yeni anlayışlar/yaklaşımlar getirir. Ancak bu husus, beraberinde de birtakım tereddütlerin, kuşkuların doğmasına yol açar.


Varlığın bölünemez, parçalanamaz bütünlüğü anlamına gelen bu idrak, yaşam türü, bu işe talip olan kimseler tarafından benimsenir, ama iş yaşamına gelince, o çok önemsediğini söyleyen kişiler bu noktadan kaçar giderler.

Sebeplerini şöyle izah edelim:

Vahdet yaşamı, olaylara kavramlar, kuşkusuz yeni anlayışlar/yaklaşımlar getirir. Ancak bu husus, beraberinde de birtakım tereddütlerin, kuşkuların doğmasına yol açar.

Dine yeni adapte olmaya çalışan bir kimseyi düşünün. Hükümler ve kurallar bu birimin tabiatına nasıl zor geliyorsa, vahdet yaşamı da böylesine çetin koşulları, hatta daha fazlasını içerir.

Bu nedenle herkesin yaşayabileceği bir şey değildir, bütünlük hali.
 

Oysa dinde bütünlüğe aykırı hiçbir teklif yoktur. Farklı şekillerle insana ulaşan bilgiler, alışkanlıklarından ötürü yanlış değerlendirilir. Bu nedenle taşıyamayacağını ve altından kalkamayacağını sandığı şeyleri oluşturur.

Bütün bunlar takıntıları/özellikleri sayesinde gerçekleşir.

 
Abartmadan söyleyelim; klâsik tarzdaki din anlayışını benimseyenler, aile bağlarına sıkı sıkıya yapışanlar, komplo teorileri üretenler, sevdiğini sanan âşıklar, herkesi suçlayan bireyler, sahiplenenler, sürüler halinde yaşamaya alışmış insanlar, her gün yeniden oluşan benliklerinden kurtulmayı beceremeyenler, ne yazık ki vahdeti/bütünlüğü kolay kolay anlayamaz, değerlendiremez veyaşayamazlar.


Zira onların bugüne kadar yapageldiği, dillerinde dolandırdığı şey sadece evliya menkıbeleridir. Falanca evliya şöyle yaptı, fişmekanca bunu dedi diyerek vakit geçirirler. İnanın, bundan büyük bir hata olamaz. Bu tür yaklaşımlar olsa olsa hayvanın yapacağı şeylerdir.

Diğer yandan yaşantısını iyiliklere dayandıran insanların da bu çok yönlü boyutlarına rağmen şanslarının pek bulunmadığını söyleyebiliriz. Onlar sonu iflâh olmayan bir yola girmişlerdir. Bu sınıfa da vahdet anlayışı ulaşamaz.

Neticede bir olay sonrasında kendilerinde, menfaat duyguları ağır basacak ve beyin otomatikman durup, yaptığı şeyleri benliğine bağlayacaktır.

İnsanın halife olduğu dikkate alındığında, bu ve benzeri durumların kişilikle ilgili olduğu gerçeği kesinlik kazanır.
 

Vahdet yaşamı, ilâhî hükümlerin uygulanmasını asla reddetmez. Ancak birey, idrak düzeyinin oturması nedeniyle çalışmalarını azaltabilir, hatta belirli bir süre için askıya dahi alabilir. Bu, makam isteğiyle olacak bir şey değildir; kendiliğinden gelişir.

Dışarıdan bakan bir insanın, böyle bir yaşamı değerlendirememesi sonucu  çoğu kez hal ehline, “zındık- kâfir” gibi niteliklerle yaklaşması normaldir.

Esasen bu hal, suçlayan kişiyle alâkalıdır. Hiç önemi yoktur. Yaşayanda sorun yaratmaz.

Vahdet boyutu, insan fıtratının ve meyilli olduğu şeylerin bittiği bir yerdir.

Söz konusu koşulu, felsefeyi benimseyenin, Allah’a yaklaşma adına, dünyadan el etek çekerek yaşamayı prensip edinmesi yapılacak hataların en büyüğünü teşkil eder.

Zira kim kimden el çekiyorsa bilmeli ki orada Allah'tan kaçar haldedir.

Unutulmamalı ki, fizikî manada yapılan çalışmalar, menfaat elde etmek için değil, gelecek yaşamla, ahiret boyutundaki devamlığa sahip ruh yapı ile ilgilidir.
 

Bu yoğun tempo içinde sen onu görmesen de o seni görüyor şeklinde tanımlanan, bir ibadet türüne yer yoktur. Zira ruhunun yükseldiği bu aşamada birey, ihtiyaçlarını bir tanrıdan değil kendi özünden talep eder.


Öz ile tanrı arasındaki farkı değerlendirebilmek ise oldukça güç bir meseledir.
                                                                                                       Vahdete adapte olmanın ilk safhalarında ufak tefek pürüzler/acemilikler görülürse de, sonraları taşlar yerine oturur ve sistem için gerekli olan çalışmalar bir lezzet alınmaksızın gerçekleştirilir. 

Vahdet-i vucüd teorisi yazının başında da söylediğim gibi, dilde kolay gibi gözükür, ancak iş tatbikata dönüştüğünde durum değişir, alışkanlıklar/şartlanmalar ağır basar ve insan farkında olmaksızın bildiği şeyleri unutur, eski haline döner. 

Bu hususun mutlaka her an üzerinde durma gereği vardır. Ayrıca “yaşıyorum” diyen için şirk batağına düşme tehlikesi de mevcuttur. İşin ilginç olan bir tarafı da burasıdır.

Bu arada miskin Yunus’un "Cennet cennet dedikleri birkaç huri, isteyene ver sen onu, bana seni gerek seni"  sözlerini, kişinin teklik yönüne adım atması için kullandığını algılayıp, bunun yanı sıra ahiret boyutundaki mekânsallığın ve terkibiyetinin ilânihaye devam edeceği bilgisinin zihinlerden çıkarılmaması gerektiğini vurgulayalım. 

Aksi takdirde sapla saman karışır, işler içinden çıkılmaz bir hal alır.

Sevgili dostlar! "Ayakta durabilmek, varoluş gayesine ulaşabilmek için bu felsefeyi benimsemek ve yaşamak zorundayız" derim.


 

Ahmed F. Yüksel

 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..