Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '16

 
Kategori
Güncel
 

Vahşi Batı Ne Kadar Vahşi!

Vahşi Batı Ne Kadar Vahşi!
 

Devrim diye bir otomobilimiz vardı. Olacaktı, tam oluyordu, esrarengiz bir el devreye girdi ve başladılar kötü habbelere, iyi olanı kötü eylediler, patronlarının emirlerini yerine getiren kalemli keskin silahşorlar devreye girmişti bir kere, devrim çembere alınmıştı, etraftan dört bir koldan atışlarla yok ettiler. Ta ki silindirle üzerinden gezinene kadar. Bir sivrisinek gibi ezilip yok edilene kadar ezdiler, hınçla ezdiler yok ettiler. Yok, ettikleri, etmek istedikleri, Türk’ün geleceğe yönelik umutlarıydı.

Türk’ün umutlarını ve üretimlerini sıfırlama bilgilerini üretimden tüketime dönüştürme hareketi asla durmaz, devam eder. Hızla. Çünkü yurtdışından daha ucuza gelirken globalleşen dünyada milliyetçilik de neymiş denilebilir. Yapılmışı varken neden ben de tekrar yapayım diye de düşünenler çıkabilir. Yapılmışını alalım, uğraşmayalım diyenlere sizin başarma aşkınıza ne oldu diye sormak lazım. Lazım da köleleşen eskiden bedenlerdi, şimdi ruhlar köleleşti bedenler kaldı özgür!

Türk ve devleti sürekli ateş altındaydı. Bunu yapanlar yabancı, gayrı-Müslim veya yabancı ordular olsa bunlarla mücadele etmek çok kolaydı. “Devrim” ve “yerli” kelimesinden bu ülkenin has vatandaşlarının, Müslüman ve Kürt, Türk gibi bu ülkede gelecekleri olduğuna inanalar mücadele eder miydi hiç. Bunlar beyni uzaklardan kumanda altına girmiş etki ajanlarıydılar. Ama isimleri, Abdülkadir Geylani’nin ismiyle son Peygamberin ismiyle kamufle edilmiş etki ajanlarıydı. Başka nasıl olabilirdi? Adı Osmanlı’nın en büyük padişahlarından birinin adını taşıyacak, Fatih olacak ancak yerliye düşman, yerli otomobil nasıl yapılır diye değil de nasıl yapılmaz diye tartışılan açık oturumlar, teke tek programları düzenlenecekti.

Devrim adını taşıyan otomobillerden üç adet imal edildi. İkisi Ankara’ya getirildi. Devletin çok gizli emriyle çalışmaya başlayan yirmi üç Türk Eskişehir’de yüz yirmi sekiz günde motoru dâhil her şeyi yerli olan üç otomobil yaptılar. İkisi de özellikle depolarında güvenlik endişesiyle çok az benzinle getirilmişti. Benzinin bitmesi gayet doğaldı, ama benzin konulabilirdi, uyanık kraldan çok kralcılar bu otomobillerden birine benzin dahi konulmasına izin vermediler. Ve fizik kuralı gerçekleşti, yakıt bitti ve birinci otomobil durdu. Diğerine benzin koyabilmeyi beceren teknik ekip ikinci otomobili çalıştırdı bunu başardı. O otomobille yola devam edildi, o otomobille tören tamamlandı.

Düşünebiliyor musunuz bir ülkede emir veriliyor ve tam yirmi üç bilim insanı gecesini gündüzüne katarak üç adet yüz yirmi sekiz günde tamamen yeni, motoru ve tüm aksamları yeni kendi tasarımları olan üç adet yepyeni otomobil yaptılar. Otomobillerle ilgili karalama kampanyası başlatıldı ve daha sonra Ankara’ya gelen otomobiller devletin tepesindeki idare tarafından preslerle ezilerek parçalandı. Bunu yapanlar; Müslümandılar! Türktüler! Yerliydiler! Halkın gerçek temsilcileriydiler! En azından çalışmadıysa bunları Türk Mühendislik denemeleri olarak müzeye kaldırabilirlerdi. Gelecek kuşaklara ders niteliğinde eğitim materyallerine dönüştürebilirlerdi, yapmadılar. İz kalsın istemediler. Ezilen Türk yaratıcılığıydı, ezilen milletin umutlarıydı, ezilen halkın bağımsızlığıydı, alın teriydi. Ama halkının düşmanlarını en başköşeye oturtma gafletinde bulunan bir halkın başına bu gelenler az bile sayılırdı.

Türkiye’de bir kesim Ruslara hep gıcık olmuştur ve haklıdır da. İngilizlerle kıyaslandığında en azından onlar kadar sinsi ve emperyal amaçlar taşıyamadılar. Atatürk Türk malı bardakları, kristalleri sofrasında görmek ister, bunun için talimat verir ve o zamanın yokluğunda kristaller imal edilir. Şişecam ve Paşabahçe kurulur ancak bir sorun vardır ve Batı’da uygulanan bir teknoloji olan Fourcalt teknolojisini Batılı sektöre hâkim firmalar vermek istemezler, bunun üzerine Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin KİT’lerle başlayan sanayileşme atılımı sırasında Sovyetler Birliği’nden önemli destekler sağlanıyor. İşte o dönemde RİJOV adlı bir Rus Mühendisi Malatya, Kayseri, Nazilli bez fabrikalarının kuruluşunda önemli destekler sağlanıyor.

Amerika’nın sözde Marşal planı ve sözde Sovyetleri perdeleme çalışmaları ekseninde Ruslar zor duruma düşürülmek istenmiş gibi görünse de bu perdeleme hareketi en başta Türkiye’ye ciddi zararlar vermiştir. Bu zararlar kısaca; Uçak fabrikası kapatılmıştır. Tren yollarına yapılan yatırımlar durdurulmuştur. Türkiye ağır sanayi gibi önemli mühendislik birikimi gerektiren uğraşlardan montaj sanayiye transfer olmuştur. Bu durum da Türkiye’nin en değerli tarım arazilerini yabancılara fabrika olarak açma şansı tanırken Türkiye’yi gıda ve hayvancılıkta dışa bağımlı hale getirmiştir. Tren taşımacılığından oto yollara yapılan yatırımlar Türkiye’yi sadece batılı kamyon, otobüs, otomobil firmalarıyla beraber enerji bağımlılığını katlamış zenginliğin ülke dışına transfer olmasını sağlamıştır. Bu transfer harekâtı hızlanarak devam etmektedir. En son tahlilde montaj sanayi ve turizm yalanıyla kandırılan ülkemiz, patlayan bombalarla bir anda ciddi ekonomik krizin içine itilmiş ve tüm planlar batılılar, batılıların etki ajanı yerlilerce birlikte yürütülmüştür.

Artık Paydos adlı elimde bulunan kitap; içindeki bilgiler doğrultusunda imkân verildiğinde gerçekte neler yapabildiğimizin küçük bir resminden ibarettir. Mevzu otomobil ve tank top tüfek değildir. Bu teknolojiler günümüzde çok ilkel teknolojiler ancak bilindiği gibi teknolojiler üst üste eklenirse anlamlı olabilir, mana kazanır. Günümüz Türkiye’si ise altında son model arabaları olan, arabaya binmekle teknolojiye sahip olmayı aynı zanneden kişilerle doldu. Şu mübarek Kadir Gecesinde meleklerin cinsiyetlerini de öğrendik mi birçok şeyi çözmüş çözümlemiş olacağız. Bir zamanların Komonistler diye aşağıladığı Rusların sağladığı ağır sanayi destekleri hala ülkemizde varlıklarını devam ettirirken, Komünizmle mücadele derneklerini kuranlar yıllardır Türkiye’nin en zeki öğrencilerini bünyelerine katıp, en ufak bir teknoloji geliştirmemek suretiyle varlıklarını devam ettirdiler ve millete ilim irfan yaymaya devam ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Millete gerçek hizmet verenlere, bu millet için çalışan soyuna aslına coğrafyasına ekmek yediği topraklara ihanet etmeyenler uyanık olmalı, küffarın birliği kadar birlik olabilmeyi becermelidir. Birlik olanlar galip gelecektir. Allah eğer ki toplumu helak etmediyse hala umut vardır. Umut birliktir beraberliktir. Türkçe yazıp da x, q harfleriyle sözde İSLAMCI geçinen İngilizlere göz kırpan ihanet şebeklerinin üyeleri dini bozmuş olabilir, dini de sulandırmış olabilir. Cennet de Yaradan’ın. Cehennem de Allah’ın. Karar verici sadece ve sadece O.

Batı ile yatıp Batı ile kalkan özgüvenini yitirmişler Batının üstünlüklerinden, medeniyetinden bahsederken, şaşalı binalarına salyaları akarak bakar büyülenip, ruhlarını kiraya verirken, Batı hakkında söylenecek söz; “yamyamlar yemek için insan öldürürler, bir nevi ihtiyaçlarını karşılarlar. Batı ise yemediği halde bin yıla yakındır toplu katliam yapar veya yaptırır. Öldürdüklerinin dini, ırkı, dili önemli değildir. Bu vesileyle batı halen yamyamlardan birkaç kademe daha aşağıdadır ve aşağılıktır” Onların değirmenine su taşıyanlarla ilgili yorum dahi yapmaya gerek yok…

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..