Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ocak '09

 
Kategori
Sinema
 

Vali

Vali
 

Bugün "Vali" yi izledim..

Denizli Valisi Recep Yazıcıoğlu'nun hayatından hareketle, Türkiye ile ilgili kimi teorik, kimi pratik komploların sinema perdesine aksetmiş haliydi Vali..

Valilik makamları, Türkiyede, Ankara merkezli devletin tüm ülkede üniter otoritesini temsil eden Mülki amirliklerdir.

Tek Parti yönetimi döneminde, CHP'nin İl Başkanlarının aynı zamanda o ilin valisi olduğunu biliyoruz. Bu, totaliter Tek Parti yönetiminin valilikler kanalıyla tüm Türkiyeyi zabt ü rabt altına alma çabasının eseriydi.

Belki böyle bir geçmişi ve "geleneği" olduğu için, valilik makamı, halktan çok devlete yakın olmuş bir kurumdur. Bunda, valilerin seçim yoluyla değil de "atama" yoluyla gelmesinin de etkisi vardır kuşkusuz..Halktan oy almak zorunda olmayan ama atanmasını merkeze borçlu olan bir makamın, bağlılığının da kendini atayana olması doğaldır.

Ancak, Türkiyede merkezi otoritenin zayıflayarak, Yerel Yönetimlerinin bir parça daha güçlendirildiği Demokratik açılım dönemlerinde -Özellikle Özal sonrası dönemde- Valilik makamını temsil eden insanların halka daha yakın durduğu gözlemlenmiştir.

1980 Yıllara gelinceye kadar, "mülki amir" kimliği, devletin merkeziyetçi bürokratik yapısını en iyi temsil etmeye dayalı olarak anlatılmıştır.

Cevat Fehmi Başkut'un ünlü eseri "Buzlar Çözülmeden" i hatırlayalım..Defalarca sahnelenmiş ve yine defalarca sinema perdesine aktarılmıştır bu eser..

Buzlar Çözülmeden'in kahramanı aslında bir kaymakamdır..Daha doğrusu kaymakam yerine geçmiş bir "deli"..Ancak, buradaki mesaj, CHP nin "merkeziyetçi" zihniyetinin temsilcisi olan, mülki amirlerin, devletin ideolojisi adına halkla mücadelesi olmuştur. Kötü olan, üç kağıtçı olan, fakir fukarayı ezen bir eşraf söz konusudur..Bunlarla "delicesine" mücadele eden de, "devletin" mülki amiridir.

Denizli valisi iken, bir trafik kazasına kurban giden Merhum Recep Yazıcıoğlu da, Özal sonrası dönemin mülki amir kimliğinin en parlak ve en belirgin örneğini oluşturur.

Bu kimlik, atanmasını borçlu olduğu "merkeze" değil, varlığını borçlu olduğu "halkına" yönelik hizmet veren kimliktir. Recep Yazıcıoğlu, valilik yaptığı her şehirde bu kimliği ve bu özelliği ile tanınmış ve sevilmiş bir mülki amir olmuştu..

Gelelim filmimize:

Yönetmenliğini M. Çağatay Tosun’un; senaryosunu Çağatay Tosun’la Batur Emin Akyel’in yaptığı Vali filminin kahramanı Faruk Yazıcı, aslında Merhum Denizli valisi Recep Yazıcıoğlu'nu temsil ediyor..Ama tam olarak ediyor mu?..

Filmin konusu şöyle: Denizli'nin Karahayt bölgesinde MTA araştırmalar yapmaktadır. Bu araştırmanın başında da Valinin yakın arkadaşı Ömer bulunmaktadır. Araştırmanın sonucunda bu bölgede Uranyum madeni bulunur. Ancak, Amerikalılar burada Uranyum bulunduğunu zaten bilmektedirler.

Mühendis Ömer, öğrencisini örneklerin incelenmesi için Ankara'ya göndermektedir..Ancak, Amerikalı'lar işin Ankaraya ulaşmasını istemezler; çünkü Uranyumun varlığından Türk Hükumeti haberdar olursa, işleri bozulabilecektir..

Bu bölgede, Mermercilik(paravan olarak kullanılan) üzerine iki milyar dolarlık yatırım yapmak için, gerekli belgeler ve izinler alınmış, geriye sadece Vali'nin onayı kalmıştır..
Ancak, tahmin edileceği gibi "kuvvacı" valimiz, bunun reddetmiştir; hem de kahramanca..

Bu geri çevirmenin bedeli, sevdiklerini kaybetmek olacaktır Vali için..Hatta sevdiklerinden öte kendi canını..

Bu filmi izlerken, Türkiyedeki, aslında "sermaye" den başlayan ama sonunda "yabancı sermaye" de karar kılan ideolojik karşı duruşu hatırladım.

Yetmişli yılları hatırlayalım..Bir "sermaya" düşmanlığıdır giderdi..İşçiler çalıştıkları fabrikaları ateşe verirdi. Para sahipleri, girişimciler doğal düşmanlardı adeta..Zamanla bu "mantıksız" karşı çıkış, Sovyet Rusyanın çöküşüne parelel olarak Komünist düşüncenin de çökmesiyle son buldu.

Ama bu defa da "ulusalcı" yaklaşımlarla, "yabancı sermaye" karşıtlığı başladı. Hatta, sadece yabancı sermaye bile değil..Türkiyedeki belli Tekelci sermaye gruplarının dışında oluşan Anadolu Sermayesi de "Yeşil Sermaye" adıyla, itelendi, ötelendi. Bu zihniyet bugün hala yaşıyor..

Filmin kahramanı Faruk Yazıcı da böyle biri. Makamına astığı kocaman kalpaklı bir Atatürk portresiyle, kuvvacı duruşunu açığa vuruyor. Ülkesinin topraklarını cansiperane "yabancı sermaye" ye karşı koruyor..İki de bir "devletin valisi" şöyledir; "devletin valisi" böyledir, diye "merkezci" tutumunu ortaya koyuyor.

Ben, ömrünü bürokrasiyle mücadeleye harcamış, merkezi yapının engellemelerine karşın olanca gücüyle savaşmış bir Recep Yazıcıoğlu'nun, Faruk Yazıcı tiplemisiyle aynı olduğuna inanmıyorum. Vatanseverliğin, halkına yakın durmanın, ülkesinin ali menfaatlerini canı pahasına korumanın da bir "mantığı" vardır.

Peki, bunu söylerken, Amerika veya başka dış güçlerin Türkiye üzerinde hesapları olduğunu inkar mı ediyorum..Hayır! Günümüz dünyasında kimin kimin üzerinde hesabı yok ki, Amerika'nın Avrupa'nın bizim üzerimizde olmasın..Elbette vardır. Ancak, bu "hesap paranoyasına" kapılıp da kendinizi dünyadan ve dünyanın zenginliğinden soyutlarsanız, kerameti kendinden menkul anlamsız bir gururla ve ama geri kalmışlığı kader edinmiş olarak yaşarsınız..

Valimiz deli, dolu bir vatanseverdir. Sonunda bir türlü Ankara'ya ulaşamayan bu uranyumla ilgili belgeleri, bizzat götürmek için yola çıkar..Ama yolda Onu bekleyen "şahsi menfaatlerini müstevlilerin menfaatleriyle tevhit etmiş" olanlar ve hatta "müstevlilerin" bizzat kendileri vardır.

Vali filmini zevkle izledim..Ancak, şunu tekrar ve açıkça ifade edeyim ki, filmin kahramanı Faruk Yazıcı, Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu'nu kapsamak bakımından bir kaç beden "dar" gelmiştir. Recep Yazıcıoğlu'nun "halk için halkla birlikte" özetlenebilecek misyonu, Faruk Yazıcı da "ideoloji" ye bulaştırılarak hafifletilmiştir.

Denilebilir ki, bu bir biyografik belgesel değil, nihayetinde bir sinema filmidir; dolayısıyla senarist ve yönetmenin bakış açısı söz konusudur..Doğrudur; ancak, filmin iddiası, bir "hayat hikayesi" üzerinedir. Şu halde, biyoğrafisi üzerine oturduğu insanı tam olarak yansıtma çabası içerisinde olmalıdır.

Filmin hemen başında Merhum Özdemir Sabancı cinayetininin (temsilen)yer alması ve bu cinayeti işleyen yabancı ajanın sonuçta Vali Yazıcıoğlu'nun cinayetinde de rolü bulunması Hollwood'un casusluk filmlerine öykündüğünü düşündürüyor. Ama, bugün Ergenekon soruşturmasının ortalığı alabildiğine toz duman ettiği bir ortamda, ne kadarı "teorik komplo", ne kadarı " gerçek komplo" ayırımdına varmak zorlaşıyor.

Filmin afişinde de yer alan, kahramanımızın şu cümlesiyle bağlayalım: "Gidenler geri gelmeyecektir ama hesap kapanacaktır"
Hesap kapanmış mıdır; yoksa hala açık mıdır, en iyisi siz filmi izleyip karar verin!..
İyi seyirler...


 
Toplam blog
: 1645
: 822
Kayıt tarihi
: 19.01.08
 
 

Edebiyat, kamu yönetimi ve gazetecilik tahsili... 27 yıllık eğitimcilik hayatından sonra emeklili..