Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Van ağladı ... Kan ağladı

Van ağladı ... Kan ağladı
 

VAN DEPREMİ


Henüz iki ay önce, bir yazımda “Hiçbir ölüm, bir Afrikalının ölümü kadar acı olmamıştır” gibi bir cümle sarf etmiştim. Elbette tekzip etmiyorum. Ancak bir hafta içinde ölümün envayi türlerini tabir-i caizse burnumuzun dibinde bulunca, evrensel gerçekliği ve geçerliliği daha itibarlı olan “Her ölüm acıdır.” İfadesinin tüm varlığıyla alanlarda oluşuna şahitlik ettik.

Hakkâri’de teröre kurban verdiğimiz yirmi dört gencecik fidanın adeta köklerinden kırılarak koparılışına şahitlik ettiğimizde içimiz kan ağladı. Kalleşçe bir saldırı, kirli bir hesap ve bunları bedenleriyle ödeyen, bıyıkları henüz terlemiş gencecik evlatlarımız.

Böyle bir ölümü asla hak etmemişlerdi. Bu bedelin bu canlara ödettirilmesinin hiçbir haklı gerekçesi yoktu ve olamazdı da. Kirli bir savaşın kurbanları diyenler olsa da ortada bir savaş yok ki. Kirli bir hesap denilebilir. Ama bu kirli hesapta hiçbir payları olmayan bu gençlerin bedel ödemeye hem de bedenleriyle bunu ödemeye mahkûm olması yarayı kangrene dönüştürüyor. Ülkemizin kangrene dönüşen yarası; gençlerin kanının, annelerin gözyaşlarının akıtılmasıyla temizlenecek mi? Hayır. Hem de koskoca bir hayır. O halde gözleri yolda, bedenleri toprakta koymanın sorun çözmeye ne tür bir katkısı olabilir ki. Kan ve gözyaşından güç alan bir çözüm yönteminin olabilmesi mümkün müdür? Gözleri yolda bırakanların, gözleri yolda kalmaya mahkûm olmaz mı? Zaten ilahi adalet de bunu gerektirmez mi?

İçimiz kan ağlıyor. Yüreğimiz yanıyor. Bu ne yaman acıdır derken Ülkenin doğusundan Van’dan bütün hiddetiyle gelen acı haber bizleri 7,2’lik şiddetiyle adeta sarstı. Gözlerimizdeki kristalleşmiş damlaları yerle yeksan etti. Umutlarımız avuçlarımızdan bir cam vazo gibi düşüyordu. Sarsıldık, öylesine sarsıldık ki “her ölüm acıdır” sözü yerini geçici olarak “acı, acıyı bastırır” ifadesine terk ediyordu. Hem de ne terk ediş. Acının acıyı bastırdığını adeta tarihe not düşercesine yaşıyoruz.

En acı ölüm yoksa bu mudur? Hayır. Her ölüm acıdır. Ölüme alışkın, acıya, gözyaşına, ihanete ve unutulmaya alışık bu coğrafyanın kaderi vurulmak. Bazen bedeninden, bazen sırtından, bazen de taa yüreğinden vurulmak. Yıllar yılı terör belasından, coğrafi talihsizliğinden, reel politik kaygılardan kaynaklanan mahrumiyeti ve mahkûmiyeti iliklerine kadar yaşayan Van’ı bu defa deprem vurdu.

Yüreğin acısını, içimde depremler yaşıyorum gibi süslü ifadelerle dillendiren edebiyatı, kolundan tutup kapı dışarı etmenin vaktidir. Dışarıda soğukla, ayazla, kışla hatta açlıkla savaşan kardeşlerimin yanına uğrasın da depremin ne demek olduğunu bütün gerçekliği ile yaşasın diye…       

Deprem öyle değil, böyle olurmuş. Kerpiç damlar altında, yaşamla ölüm arasında bir nefeslik fark koyarak her şeye rağmen idame ettirmeye çalıştıkları hayatın bir deprem anında sonlanmasının adı ne olmalı? Adı konulmamış bu acının bir adı yok. Ölüm ki ne ölüm, yaşamın monoton, renksiz ve soğuk yüzü gibi bir ölüm. Maviye hiç yaklaşamamış bir yaşam ya da ölüm. Gözyaşlarını, acılarını, hüzünlerini, birikmişliklerini, çığlıklarını, ertelenmişliklerini ve öteleştirilmişliklerini top yekûn bir depreme kurban vermenin, böylesine boğaza bir yumru gibi oturuveren acıyla sonlandırmanın izahı yok.

Her depremden sonra söylendiği gibi “deprem değil, ihmal öldürdü.” Nedense o ihmal hep yaşamı azaltılmış, gözyaşları çoğaltılmışların üzerine yazılır. Tarihe yeni bir acının notu düştü. Van ağladı, kan ağladı. Van ölümle sınanmakta. Canlı bedenler aranıyor, enkazlar altında. Bir nefes yakalamak kadar, enkazlar altındaki cansız bedenleri bulup bir kabirde rahat ettirmek de var arama sebepleri arasında.

Bu nasıl bir ölümdür? Bu nasıl bir acıdır? Marmara depreminin tozları hala üzerimizde duruyorken, böyle bir sarsıntı ve böyle bir ölüm. Afrika’daki kardeşlerimizin ölümünün sorumluluğunu üzerimize almamız yetmez. Bu ölümlerden de payımıza düşen o kadar çok sebep var ki…

Bu kadar adaletsizlik, bu kadar eşitsizlik, bu denli bir yaşam farkının ve konfor tutkusunun hesabı bizden değil de kimden sorulsun. Tüm bunlar yetmez gibi bir de sözüm ona medya mensuplarının saçma sapan yorumları, vatandaşın iyi niyetle yaptıkları yardımları bile bir hesaplaşma bir diyet bir başa kakma aracı yapmaları sabrın sınırlarının son raddesine kadar zorlandığı yerlerdi.

Van ağladı, kan ağladı. Hakkâri için dökülen gözyaşlarımız kurumadan bu defa Van’a ağlıyoruz. Feda olsun gözyaşımız onlara da öncekilere de. Gelen her acıya “Ya Sabır” çekiyoruz da ırkçı salyalarını akıtarak havlayanlara tahammül edemiyoruz. Dünya milletlerinin gözünde kredilerini sıfıra düşürdüğümüz Fransa’nın, Amerika’nın hatta İsrail’in bile koşulsuz yardım teklifinde bulunduğu bir hadisede, kendi yurttaşına yapılan insani yardımı insancıl olmayan yorum ve ifadelerle dillendirenlere yuf olsun.

Gerek Hakkâri’nin gerek Van’ın gerekse bu ölümleri yaşamaya aday başka hayatların hesapları üzerine sosyo-politik hatta stratejik içerikli bilimsel bulgulara dayalı bir yazı da kaleme alınabilirdi belki. Ancak hiçbir hesabın yetişemediği gerçekler, öncelik sırasını kimselere kaptırmamalı. Bu defa globalleşmeden, ekonomik kriz dalgasından, kişi başına gayrı safi milli hâsıladan düşen paydan bahsetmek kolaycılığına kaçmayalım ve acıyı yazalım.

Yaşanan acıların, dökülen gözyaşlarının, akan kanların ve acısı birbirine eşdeğer ölümlerin tarihe not düşülmesi gerekiyorsa birileri de bu sorumluluğu üstlenmelidir.

Bunu üstlenmiş ve tanıklık ettiğimiz hadiselerin dosdoğru şahitliğini yapabilenlerden olmak ümidi ve duası ile fiemanillah.

 

 
Toplam blog
: 10
: 667
Kayıt tarihi
: 11.01.10
 
 

1974 Adıyaman doğumlu olup; İlk ve orta öğrenimini Adıyaman’da tamamladı. 1997 yılında Niğde Üniv..