Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '13

 
Kategori
Magazin
 

Van’dan ilginç bir söyleşi…

Van’dan ilginç bir söyleşi…
 

Kendine özgü akışıyla diğer festivallerden farklı bir görünüm sergileyerek noktalanan ‘2. Uluslararası Van Gölü Film Festivali’, film ödüllerinin yanı sıra Türkiye’deki sinema profilinin çizildiği bir söyleşiye de ev sahipliği yaptı.

İran Sineması’ndan Muharrem Zeynelzade, ‘İz/Reç’ filmiyle çeşitli ödüller alan Tayfur Aydın, yönetmenliği ve yazarlığıyla tanınan Korkut Akın, gazeteciliğinin yanı sıra kısa metrajla sinemaya da atılıp belgesel çeken Ömer Leventoğlu ve festivalin sinema filmleri jürisinde yer alan Thomas Barkhenol’un konuşmacı olduğu söyleşi Korkut Akın’ın moderatörlüğünde gerçekleşti.

Sinemayla ve onun toplumdaki yeriyle ilgilenen katılımcıların bulunduğu söyleşiyi, ‘Sinema, söylenecek sözü olanların işidir’ diyerek başlatan Korkut Akın, ilk sözü Tayfur Aydın’a verdi.

‘Bağımsız sinema’ üstüne düşüncelerin anlatıldığı söyleşide Aydın, dünya kriterlerine göre değerlendirildiğinde Türkiye’deki filmlerin bağımsızlığı üstüne görüşlerini paylaştı. Bu konunun pek çok kez tartışıldığına dikkat çeken Aydın, bir yapımcıya bağlı olunduğu sürece bağımsız sinemadan söz etmenin en temel imkânsızlığına değindi.

Bir filmde senaryodan başlayıp her aşamada kısıntıya gidilmesinin ve kontrollerin, ‘Bağımsız sinema’ kavramıyla ters düştüğünü söyleyen Aydın, bu olumsuzluğu kendi eseri olan ‘İz’ filminden örnekledi.

‘Kurumların müdahaleleri, kesilen sahneler olduğu sürece yatırımcı devreden çıkartılsa bile kesinlikle bağımsız film çekemezsiniz’ diyen Aydın, bağımsızlığın baş engelini ‘maddi yetersizlik’ noktasına bağlamakta.

En düşük bütçeli filmlerde bile, kontrol mekanizmasının baskısı olduğu sürece bağımsızlıktan söz edilemeyeceği gerçeğinin çıktığı söyleşide bir diğer saptama, ‘Rejisör gözü’yle bağımsızlık olmadığı yönünde!

***

Kürtçe filmlerde istenildiği gibi diyalog yazılamadığı, yazılanların da kesildiği, dil özgürlüğünün halen mevcut olmadığı gibi saptamaların ‘Bağımsız olmamak yaratıcılığı güçlendirir’ mantığına vardırıldığı söyleşideki ikinci konuşmacı Thomas Barkhenol idi. Almanya'daki 'Bağımsız sinema' profilinin nasıl olduğu hususunda paylaşımda bulunan Barkhenol, ilk etapta Almanya’daki federal yönetim sistemin yarattığı avantaja değindi.

ODTÜ’de öğretim görevlisi olan ve ‘ilk filmlerin kurgucusu’ özelliğini taşıyan Barkhenol, eyaletlerin tek tek başvuru için olanak yarattığını söylemekte. Başvuruyu destekleyen eyaletin filmin ticari getirisinden payına düşeni almasını, yaratılan destek için bir motivasyon olarak gören Barkhenol, televizyonların da aynı sistemle işlediğini belirtiyor.

Söz hakkının tek elde toplanmadığı Almanya’da, spor kulüplerinden kiliselere ‘Bağımsız sinema’ lehine destekçi bir tablo mevcut! Dolayısıyla televizyon için üretilen yapımlarda bağımsızlık özelliği de daha çok öne çıkabiliyor.

Türkiye’de yönetim tek elden gerçekleştirildiği için bağımsız film yapmanın zor olduğuna işaret eden Berkhenol, Almanya’da her kültürün kendini ifade hakkı bulunduğunu ve buna dayanarak vatandaşlarına bir pay ödeme mecburiyetindeki devletten, destek talebinin rahatlıkla gerçekleştirildiğini söylemekte. Yani bir şey üretmek isteyen her vatandaşın bu hakka dayanarak başvuruda bulunması ve payına düşeni alması mümkün. Anlayacağınız oralarda bireysel olarak bağımsız bir iş üretmek bize oranla çok kolay. Bu ise demokrasinin ve özgür fikir beyanının destekçisi!

Almanya’daki belgeselciliğin gelişmişliğini de vurgulayan Berkhenol, bağımsız destek sisteminin bağımsız film doğuracağını saptarken bunun yanı sıra gösterimlerde de bağımsız ortamın önemini hatırlatıyor. Hani bizdeki gibi ‘salon’ sorunu oralarda yaşanmıyor.

Her üniversitenin, kiliselerin, belediyenin sinemasının bulunduğu Almanya’daki dağıtım-gösterim olanaklarının bolluğuna ve bu sayede yaratılan ön satışla, zarar etmenin imkânsızlığına karşın ülkemizdeki ‘bağımlılık’ ve ‘baskı’ meydanda! Kısacası, sadece sinema sahiplerine bağımlıysan, yerli film çekenlerin gönlüne göre davranıp istediğini yaratması çok zor.

***

‘Devleti öven filmlere büyük destek verilir. Bunlar derhal onaylanır. Ama eğer film karşı görüşteyse, destek yerine derhal red cevabı gelir’ diyerek söze başlayan İranlı senarist-yönetmen Muharrem Zeynelzade, İran’da bundan dolayı pak çok yönetmenin yurt dışına gidip bir daha geri dönmediğini söylemekte.

Çoğunluğun azınlığa baskısının ülke ayrımı gözetmediği yönünde yorumlanabilecek bu açıklama, muhaliflerin her zaman zararlı çıktığı gerçeğini de vurgulamakta… Sinema desteğinde bile!

Öte yandan para sorunu çekmeyen şirketlerin kendi finanse ettikleri işlerde bile tıpkı ülkemizde olduğu gibi ‘sansür’ engeli ve yönetim baskısıyla karşılaşmaları da, ‘Bağımsız sinema’nın baş şartının paradan ziyade demokrasinin tam yerleşmiş olmasıyla ilişkili olduğu gerçeğinin yansıması. Bunun aksi durumunda ise tepeden güdümlü, tek tipleştirmeye yönelik ya da eften püften filmler ve diziler ortalığı doldurmakta.

Sinema faaliyetlerinde dördüncü sırada yer almasına karşın dertli yani muhalif fikirler yansıtan yapımları çekmenin zorluğunu dile getiren Zeynelzade, sinema sektöründe eskiden düşünceye önem verildiğini, şimdiyse paraya tamah edildiğini söylerken de sanki bizim sinemamızı tarif ediyor. Nasıl ki, aklın yolu birse baskının ve çıkarcı zihniyetin de yolu bir!

***

‘Bir film ne zaman Türk, ne zaman Kürt sinemasıdır? Biz neden, dilinden dolayı filmleri ayırıyoruz?’ sorularına cevap arayan Ömer Leventoğlu, bir muhalif yani bağımsız bir de başkaldırı sineması bulunduğuna dikkat çektiği konuşmasında bu sürecin 20 yıldır tartışıldığını hatırlatıyor.

‘Son dönemde Kürt sineması tadında filmler var’ diyen Leventoğlu, Kürt olmayanlarca çekilmelerine rağmen Kürtlerin kimliklerini başarıyla aktarabildikleri için ortaya çıkarttıkları filmlere Kürt sineması denebileceğini dile getirmekte.

Yani bir filme Kürt sinemasının örneği diyebilmemiz için öncelikle Kürt kültürünün özelliklerini taşıması, dilinin ve beslendiği kaynağın, yönetmeninin tarzının Kürtlerle uyumlu olması gerekiyor.

Dili olmasa bile özellikleriyle Kürtleri yansıtan filmler ne derece çekilebiliyor? Çekilenler vizyona girme şansını ne oranda yakalıyor? Bunlar ortadaki pek çok örneğe karşın henüz net cevaplanabilecek sorular değil.

‘İnsan dilinin değil sinemanın kendi dilinin ulusal özelliklerden faydalanması lazım’ diyen Leventoğlu, her Kürtçe film yapmak isteyenin karşısına bir politik duvar çıktığını, bunun da fazlasıyla politize olmaktan kaynaklandığını işaret etmekte.

Bir yapım politik konuyu arka plana alıp dilini de Kürtçe yapmışsa, buna ille de Kürt sinemasıdır demenin yanlışlığına değinen Leventoğlu, şu an içinde bulunulan durumu ‘İnsani refleksleri barındıran yeni bir sinema kurma’ sınavıyla karşı karşıya olduğumuz şeklinde yorumlamakta..

Bu sınav başarılınca Türkiye’deki Kürt sineması da kendi piyasasını, finansal geri dönüşünü yavaş yavaş yaratır mı? Kimbilir...

Türkiye sinemasının aslolduğunu söyleyen Leventoğlu’nun dediği gibi ekonomik bağımsızlık sağlanıp devletin tekelinden kurtulunur mu?

Dahası ister Türk, ister Kürt sineması, isterse de Türkiye sineması densin Türkiye’de Almanya’daki gibi tam bağımsız filmler üretebilmenin yolu açılır mı?

Bunlar, tam demokrasinin gerekleri sindirilemediği sürece, cevapları her anlamda zor sorular. Belki yarın, belki yarından da yakın bir tarihte gerçek anlamda ‘Bağımsız sinema’ yapabilmenin temennisi içinde olsak bile ‘para-sansür’ sultası kırılmadıkça ufukta ‘Bağımsız sinema’ da, ‘Bağımsız televizyon programı’ da görünmemekte! Eldekilerle idareye devam.

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..