Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '09

 
Kategori
Felsefe
 

Var mı yok mu

VAR MI, YOK MU?

Rüzgar .... Bakın şu eşekler ne hoş. Ben reklamlarda eşek motifini sık sık kullanırım. (Ah Volvolar) Bugünkü meseleniz tabiattan ne kadar uzakta.


Anlam, bir bakıma varlığı sorgulamak kadar uzak, bu varlığın bir bütün olarak akıl için anlamlı kılınması zorunluluğu olduğu soyutluluğunun ön tanımlaması çerçevesinde kavramsal spekülasyon uğraşısı olan felsefenin diliyle irdeleme ve bilgi kuramı ilkeleriyle kurgulama denemesi. Ya da bir bozkır gezintisinin zihne verdiği hazla terennümde bulunmak. Bunun için sen iyisin reklamcı.


Anlamaya çalışıyorum... Kafam da dolu.


Yaşamın anlamı, hayatın sırrı, varlığın dili, evrenin yok tarafı, var olanın, olmayanı, dilin etrafı, ben denildiği zaman onun içi, onun içinden çıkan ruhun ilk prensibi ve bunları bir şekilde takip edenler, geride kalanalara ayrım olanlar, paralelleşenler, sorun yapanlar, dile dolaşanlar, belki de hiç, hepsi gezintimizin konu esasları. Reklam diyorsan reklam:


Ama önce ilk mesele; neyi neyle anlatacağız ona, ben buna sınama diyorum, sen istersen merak de.

Felsefi zeminin konu edindiği tanımlanması en tartışmalı belirtiler, anlatılabilmesi için kendini gerektiren özel durumları anlatanlardır. Anlamı konuşmak için dil, dille anlam yaratmak için düşünce, ve düşünce, hayatı paylaşabilmek için düşünce, seni kendime, başkalarını anlam bileşkelerime ortak edebilmek için düşünce ... ama önce kendimi bulmalıyım. En yakından örneklerle başladım; bilme sürecinin temel araçları, onun bunlar genleridir diyebileceğimiz dil ve düşünmedir. Dilin ne olduğunu sorgulamak için bir semboller dizinine, formel veya kavramsal bir konuşma aracına, yani dilin kendisine gereksinim vardır. Düşünceyi nesne bazında değerlendirmek durumunda da düşünce bağımlılığı vardır. Her zihinsel hedeflemenin başı 'Ben düşünüyorum' perspektifliliğidir. İlk defa Kant'ın felsefe sisteminde kognitif bulguları izlenen bu tür paradokson yapılanımların; bilmenin, bilmenin konusu edilmesi, düşünülenin meta - formlarla açımlanabilir kuramsallığıyla değerlendirilmesi. (Kant, anlam paradoksundan salt akıl diye sıyrıldı. Metafiziğe sıfır beden biçti ve oradan başladı. Pratik akıldan önce. Ya sen ve ben gibi pratik olandan sıyrılamıyorsak. O zaman bizi varlaştıran anlam kategorilerine meta ötelerden anlam suggere eden açıklama getirmeye gideceğiz. Salt akıl olmaz). Senin reklam işin de buna benziyor... Bir nesne var, o nesneyi sen lafla, görüntüyle estetik bir şekilleşmeye sokuyorsun, gören, duyan uyandırılma süzgecinde kendisine gereksinimler dünyası yaratacak... Anlamlı bir şeye yeni yeni anlam modelleri giydirilmesini mecburiyetler ifadesi gibi algılayarak, sürecin aslen parasal, ara anlam ve esas anlam, ya da asıl iletişim aracının para olduğunun ayrıtını hiç fark etmeyecek.


Para senin estetik üretiminin metaformu olarak kalacak. Metaformsal açıklama, metateori kavramının belirttiği Teori üzerine Teori düşünselliğini çevreleyecek. Anlamın felsefesi, bu bağlamda Anlam nedir? sorusunda zuhur bulacak. Bu da ben ayrımlarını gösteren Anlamın Anlamı denklemine yol bulacak, tahminimdir. İki ayrım söz konusu bir: Anlamın anlamı nedir? iki: Anlam neyin anlamıdır?. (Dikkat et; senin yaptığın işlerin sana kazandırdığını, benim yaptığım işlerin oluşturduğu anlamı kast etmiyorum (sıradan ve damardan girmemek için 'bu yaşamın anlamı nedir' kolaycılığına kaçmadan) Birinci sorusal açılım, formu ilgilendiren semantik zorunluluğun ve metası akılsal yönlenimin kognitif bileşiğidir. İkinci açılım, varlığa verilen anlamsal içeriğin neliyle, aralarında bilgi iletişimi boyutunda herhangi bir mutlak bağ olmadığı varsayılan neliği açımlanan varlık anlam modelleriyle onların algılanımda belirgenleşen işlevi arasındaki muhasebetin niteliği sorunsalıdır. Şimdilik öyle kalacak. Birinci sorusal açılıma neden gerek duyulduğuna dair en banalından bir mantıksal örnek istersen; Eylemler ve olaylar bileşkesinin oluşturduğu üst gerçeklik, herhangi bir nedenle hoşumuza gitmediği zaman, 'bunun ne anlamı var' diye sorarız ve bu soru salt anlamı yok eder. Aranan anlamın yaşam bileşenlerinde olamadığı sorunsalı beynin bütün sınırlarını zorlamaya başlar, -beyin diyorum, çünkü işin makine kısmı, diğerlerinin yani, zihnin, fikrin, aklın, anlakın tüm vesairelerin, ötesinde kognito var, biyoloji var- içerde değilse, nerede olabileceğine bakarız ve önce sadece bir alternatif olarak, salt anlamın hiçte, hatta hiçsizlikte oluşan bir şeyliğine takılırız. İkinci sorusal açılıma gelince, Neyin anlamı? Buradaki anlam, teker teker olay ve eylem hücrelerinin zihin tarafından bir bütünlemeye sokulması uğraşısı sonucunda irade içeriğine son şeklini verme tutumunun, verili değer toplamlarından herhangi birisine eş kılma olasılığı anında, algılandığına şahit olunabilen bir bilinç içeriğinden yol bulur. Anlamın beynin içindeki en somut gen tarihi bu. Birinci sorusal açılım öz ve töze yönelik, ikincisi ise yöntem ve yönetim buluşumlarına açılan deyimdir.


Ben de düşünebilir miyim...


Buyur buyur...


Örneğin şu uzakta görünen kişi, o da şu an varlık ve yokluk üzerine düşünüyor olabilir mi? Yoksa yokluk herkes için düşünülemeyen ölüm müdür? Siz de devamlı bir şeyler sayıyorsunuz, o da beklediği şeyleri yokluk dahil sürekli sayıyordur...


Evet... hatta o bir fazlasını yapıyor... Beklediklerini beklerken, bekleme geleneğini de bekliyor... bu nedenle varlık, onun için sahiden bir yoklar bütünü olabilir. Neden mi, çünkü heran kaybolabilirler. Zaten onun için bekliyor. Kayıp olmasınlar diye .. Geriye dönüşümlü olmanın önünde yokluk sirkülasyonu. Onun düşün metalarının kavramsal açılımı, kendi zihni ve genel anlamda varlık için, benim anlatıklarımdan farklı (bir yanı yok) değildir. Tek fark o kendini beklemiyor... kendi anlam varlığına mesafeli, yani kendinden çok yok olana daha yakın. Biz onun için böyle kendimiz için de öyle düşünüyoruz. Hem devingenliğin en hızlısını, başkalaşımın en yoğun ölçekliğini yaşayan bir birey, hem kendi mutlak yavaşlılığında zamanı hiçleyen o adam yokluk gidimine hazır olmayı tasarlayamadan yaşayacaklar. Anlamları, bizim addettiğimiz ölçüde, hep kaygısal anlamlar çelişkisi olarak kalacak...


İyisi mi, unutmak geçişleri.


Çünkü anlam, algı saltıklığının kendi değiliyle nesnel betimleme gerekliliğinde algılananın zihin için ne ifade ettiği soyutlamasının ötesinde bir entitet kavramıdır. /Karşına Nietzche'den örnekler çıkar, ''ahlaksal olay yoktur, sadece olayların ahlaksal yorumu vardır'' diye, bu evvelniyet ardılanımı, varlığın düşünceye indirgenmiş bütün olgu ve olaylarına uyarlanabilir geçerliliği taşır: anlamsal varlık malzemesi yoktur, yalnız malzemelerin anlamsal yorumu vardır. Malzemeler de anlamlarını bir diğer anlam tamlamasından alırlar, yani anlam için düşülmüş anlam şekilsellikleri birbirlerini referans alarak manaya anlam oluştururlar. Bu ara bağlamı Wittgenstein, eylem devamlılığında görecek. Buradan devam edilince salt varlığın, nesneler kabul eden varlığın, beni ve seni de, bir üçüncüyü de, hiçlik içine gidimden geriye çekişine, ruh durumu icabı anlam vereceğiz, belki karnımız doydu diye, belki cinsel ihtiyaçlarımız yerine geldi, belki para hammaddesinin yerine başka bir şey bulduk, belki zaman diye gölge saydık, belkime de acı duyduk ...bu sosyo biyo metaforları anlam için eşedeğer saymamız bir şekilde kesintiye uğrarsa, geriye referans olarak sadece yokluk veya yokluk esameleri kalıyor. Semavi dinlerin yuvası da bu; yaratılmışlık öztanımını benimseyen her dinsel açılım, Tanrının insanı kendisine bir zihinsel anlam verilsin diye yarattığı doğrultusunda bulgunlaşacak. Tanrı, anlamlaşmak için insanı kılıf edinme söylemlerinde yer edinecek. O zaman anlam, tek başına var olan bir şey olmaktan çıkacak, tanrılar böyle istedi diye değil, oraya öyle denk düştüğünden -Tüm kitabı mukaddesler, eski ahitler, yeni ahitler, tarihi müşterekler, mecburiyetler, insansı icabetler, yoldan mahrumiyetler ve dahi ilelebetler ben Davut oldum sesi çıkaracak. İşte anlam tek bir esasta kendiliğinden olabileceğini bir şekilde yansıtacak: Yokluk. (yoruma ihtiyacı yoktur dahi kendini onu algılamaya zorladığında kendi sınırlarını aşmak zorundadır bu da hiçliktir. Yokluğun analogisi de yoktur, çünkü bilgi olmaya ihtiyaç belirtmez)/ Estetiğin sorunu olduğu düşünülen birinci durumda yani varlık içeriği algılanan bir nesnelliğin özne için ne anlama geldiği, örneğin bir sanatsal ifadenin yorumu, anlam, nesnel bir soyutlamadır. Anlamın kavram olarak entitetliği ise, her türlü göreceliğin gereksizliğinde bir 'yokluk' değerlendirilmesi betimidir. Burada Yokluk bir fiziksel karşıtlık olarak düşünüldüğünde, klasik metafiziğin ana temasını fenomenleştiren, salt bir anlam kavramı malzemesidir. Yokluk olmayan değil, fiziksel varolmayışlığıyla varlığın düşünsel katmanıdır. Bu, Anlamın, varoluşu akıla bağımlı olanın içeriği olduğu önselliginde, ortaya çıkışının daha somut ifadesiyle, varlığı hissedilen, nesne, durum, eylem hallerine varolmanın bütünselliği içinde evrensel bir tanım getirme zorunluluğundan kaynaklandığıdır. “Biz her anlamı yokluktan alırız.” “Yokluk aynı zamanda aritmetik varlanım anlamının da tek sahici kaynağıdır. Her kareköklü denklemin son çıkarımı kendisi, kendisi olan herbiçimşey de yokluktur”.

Hiçin yerine insanı koyan modern yokluk tanımlamasından, paradikmatik sürümle tanrıyı tekrar hiçin muhafızlık görevine tayin edilmesi, hepimizin spiritüeli derinlemesine almamızın gereği olarak ...


Yaşamı anlam yönünden (her zaman için ) dayanılır kılan bu mu?

(Anlatan duymamıştır)

Anlamın aklın düşünme kategoriyle fenomenleşen bir 'Yokluk' metaformuna ilişkinliği, yani varlığa bir üst anlam verme zorunluluğu, kendini aşkın bir düşünsel yapılınım mesafesinde değginleştirir. Bu durum insanlık tarihinde varlığa verilen tanrısal anlamla metafiziksel bir ivme alır. (yaşamın anlam bazında dayanılır yanı). Metafizik kavram olarak birden fazla anlama geliyor mu, işte senin reklam yaratma sistematiğinin metaformlarını çoğaltma eylemliği... dikkat et para demiyorum... çünkü paranın nicel çoğalması hiç bir işe yaramaz... parayı düşünerek sonsuza doğru düşünsel bir ivme kazandırmaya çalış maf olursun, anlamını yitiren sadece para olmaz, kendi varolma anlamını da yitirirsin, bu anlamında yavaş yavaş birikti ya, ama bu adamı öldürmez... Metaform, bir olgunun kendi bilgi kuramı eşdeğerliliğinde ayrımlaştırılarak açıklanmaya çalışılmasıdır, anlamı yokluk kategorisiyle tahdit ederek anlamla açıklama gibi, (paranın nicel çokluluğunun -karşılıksızlığının-enflasyon demek olduğunu unutmadan) metafizik ise genel anlamı ile dinsel düşünme yolu olarak bilinir, kavramsal çıkış noktası ise sık sık anlatılan Aristoteles anektodundan öte fizik üzerine sistematik düşünceyi ifade eder, Heideggersel filozoflarda tümsel varlığı araya meta katmanlar koymadan salt varlık olarak düşünme biçimidir metafizik, diğer bir anlam eğretilemesi de, sana anlattığım gibi, nesnel olarak varolmayan ama düşünsel zorunluluk karakteri gösteren entitetlikler üzerine bilgi kuramı eytişimiyle düşünce üretmektir. Bu noktada metafiziğin bir bilgi kuramı olarak gelişmesinden önce, tanrısal içerikli metafiziği şart kabul etmesi gerektiğini ve de bu tür metafiziğin varlığa verilen dinsel anlamlara ek koyma uğraşısı olmadığını, görevinin onların varlığa anlam verme sürecindeki zihinsel işlevini kurgulamak olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bilince bağlı entitetler üzerine bilimsel, empirik yöntemlerle çalışma yapmak, psikoloji ve diğer bilim teorilerinde oldukça yaygın bir durum olasılığı var. Bunun yanında spekülatif felsefe bu konuda geleneğinin gerektirdiği şekilde diğer disiplinlerden yararlanarak uğraş gösterir. Düşünebilenden bağımsız bir 'Yokluk' algılanımı üzerine deneysel bir ifade getirilemeyeceği öngörüsü, varlığın anlam bileşenini yokluk formunda irdelemeyi felsefi açılıma bırakır. 'Yokluğun' Kant'ın akılda belirgenleştirtiği apriori formlar (zaman ve mekan) gibi, deneylemeyi olanaklı kılan bir bilgi derecesi yoktur. Ancak düşünme sisteminin varlığı tinsel bir anlam kategorisine dahil etme nedenselliğiyle salt anlamın metaformsal sarmalı olma özelliği vardır. Zaman algılanımı için metafizik, salt formsal, matematiksel dizelgeler değerlendirmesi sunmaktadır, mekan görümü için ise düşünme kategorilerinin birarada olamama özelliğinin (geometrik) dağılma varyantlarını sunar. Zaman ve Mekanı var kabul edip, ama salt varlıklarını, olanaklı olabilir bilemeyişiyle, algılayamamak onların aynı bağlamda aklın zorunsal formları olduğu çıkarımına vardırmıştır. Kant tam burada Gazali ile özdeşleşirken, Gazali'nin sunduğu yokluk ve hiçlik mutlak olasılıklarını (ki en basitinden yoktan var etme ilkesi/ 'yıllar lafzı ancak felekin meydana gelip (ve onun bilinmesi)devretmeye başlamasından sonra kullanılabilir' akıl varlığı, bilineni, kemiyetleri olanı bir arada tutar, ama akıl, varlık ve yokluğu aynı anda zikredemez. Zaman ve mekan bilinmesine gidilenin bilinmelik olanağını tutan akıl formlarıdır, kendileri tek başına, zaman değişim ilkesi, mekan madde olmadan zihin için varolamazlar) (Bu sonuçlamada da -nedenle de- akıl yoluyla düşünce kategorilerinin hemen hemen hepsinin dışında tutulmak zorunda kalınan tanrının akli denkleştirmeleri olamaz) (yokluk ve hiçlik tanrısal bir iradenin, Gazali söylemiyle, gerek duymasıyla varlık sonralıkları olarak muhal olmayabilirler, (Mutlak irade yani tanrı, varlık da olduğu gibi hiçliğe de eşlik etmez, çünkü onların 'varlık' nedenidir diyen Gazali, alemin devamlılığında paralel olarak var olabilen ve alemden sonra da mantıken devam bulan bir hiçli yokluğun akıllara anlam dağıtacağını hiçlemeler ve yoklamalarla müjdeler- şimdiki modernizmin neden tanrının yerine hiçi koyduğunun anlaşılıyor olması için, bir de modernizmin olunabilirlik koşullarının araştırılmasına geri dönüşün adı olduğundan ) tanrı düşüncesinin mutlak kadim olduğu varsayıldığı dönemde belki hiç farkında olmadan hiç'e, yokluk sanisine 'adem' deniliyordu, siz buna şimdi insan diyin - Kant'tan devam - zihnin bilgisel anlamlaştırma yeteneğinin ana eğiticiliğine terfi ettiriyordu. Evet ... bilebilmenin ve anlam vermenin sınırları çiziliyordu. (Aklına Hamleti getiren mutlak sorgulama) Çünkü yokluk düşünme zorunluluğu olurken eğitici yeteneği daralıyor, ontolojik sınırları da kaldırıyordu. Çok basit; bilginin ulaşabileceği alan daralıyor, bilen bilinçten bağımsız salt varlık tüm anlam kategorilerini aşarak hiçe ve yokluğa ulaşıyordu. Metafiziğin 'Yokluk' la eşdeğer bir akılsal form sunma durumu da, anlamlaştırılması istenen 'Yok' kavramında gizli olduğundan, söz konusu olmuyor, ancak akılsal bir metaformun gerekli kılındığı varsayılıyordu. Bu da bizim anlam dayanağımızın esasının yokoluş olduğunu belirtiyordu. Bu akıl soliptizminin ötesinde, zihnin, ben olmanın varlanım refleksiyonlarına verdiği (tanrısal kadimliklerin entry yapamadığı) kybernetik tepki olduğu varsayılıyordu. /tanrı-yaradılış denildiği zaman felsefi olunuyor yanılgısı, arkasına geçilemeyen bir duvara yaslanarak hep öne anlatılanların eydişim alamayacağını haz eden modern Kısakürek'ler tarihinden sonra asıl felsefenin metafizik ayarlarının algılanışını zorlayacağı kesin/ ama biz devamlıyız ... Varlık durumunun vazgeçilmez ve asıl temel anlam kaynağının hiçlik olduğunu düşünebilmek için de, onun en azından kognite yanından tasavvur edilmesi gerekiyor. Pharmanides'in varlık ve yokluk düşüncelerinden çok uzağız şimdi. Ortalama kogniteye yönelik hazır konserve tanrı dayanıklı sunumlar verildiğinde, nüfusen çok tarafınız olur, bu tarz sunuş durumunda her zaman arka taraf doludur, sırtlar zihinsel anlamda komple duvara yaslanmış vaziyettedir, düşüncenin verildiği yön hep önedir, yani algı ölçeklerinin olabileceği yana, beyinsel sırtın yaslandığı duvarın arkasına gidilemediğinden görev kolaylaşmıştır. Düşünsel anlamda hiçbir dayanak alınmadan, salt boşluktan yapılan eğretilemelere gerçek anlamda estetiksel felsefe diyoruz, ve ancak böylesi duruş yöntemsellikleriyle metaform analizleri yapılabilir kanaati taşıyoruz, 1. düşüncenin esnek olması, 2. algı formatlarına inişlerde ezber bozması bakımından, tek zorluğu sizi, yani anlatıcıyı fenomenleştirmez...


Senin İstanbul camilerini örterek sanatsal etkinlik yaratmak istemen, benim anlattıklarımı resimsel bir hale getirmenin bir yolu. Ortada mimari yanı ile bir sanat eseri var. Bu metafiziksel bir olgulanımı çerçeveliyor, ona metasal bir form kazandırıyor. Onu tekrar sarmalamak acaba zihinsel olarak ne ifade eder. Altında kalan varolana ne anlam kadar. Hiçlik örtülür mü. Veya başka bir şekilde, Tanrısal koşullandırma bu sayede netleştirir mi yoksa heyecanlı ve kavgalı dönüşümler mi çağrıştırılır. Kavganın nedeni tanrı mıdır, yoksa insanı, onu ontolojik bir değer gibi anlama kaygısına iten sosyo biyolojisi mi. Bunlar hep algı ve bilinç düzeyinde olacağından, verili bir açılımı olabilmesi için, konudan etkilenen herkesin mutlak temsilcileri geniş bir tartışma içerisinde olmalıdırlar. Sonuç sanat eserinin gerçekleşmemesi de olabilir ama tartışılıyor olması önemlidir.


İstersen geri dönelim geç oldu


Evet evet


Felsefi düşünce, yeni bir şey bulmaz, peki ne yapar: kitlesel aklın bir dönemler doğru sandığı, ve de doğru olduğu, ancak zaman içinde yaşama ait olanlara olan etkisini yitirmeye yönelenlerine yeni anlamlar yükler, aklın deformasyonlarını onarır böylece ... kuyudan çıkış kendi haliyle ...

Ali Mercimek /

 
Toplam blog
: 29
: 500
Kayıt tarihi
: 17.08.08
 
 

İstanbul ve Münster Üniversiteleri basın yayın mezunuyum. Gazeteci olarak çalışıyorum. İlgi alanl..