Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Varacak bir yer yok

Varacak bir yer yok
 

Kara gözüktü mü? İnanma yolcu...


Eskiden çarşamba gününün en güzel tarafı cumaya iki gün kalmış olmasıydı. Artık değil. Son bir kaç aydır uzun zamandır ara verdiğim mizah dergisi okuma alışkanlığımı tekrar kazandım çünkü. Servisten iner inmez bakkal amcaya gidiyorum. Bir penguen bir de uykusuz alıyorum. Geçenlerde iki dergi ismini birleştirip "uykusuz penguen var mı" diye sordum şaşkınca.

"Bilmem, var mı?" dedi bakkal amca. Harika bir cevaptı tebrik ettim kendisini.

Dergileri aldığım zaman önce hangisini okuyacağıma karar veremiyorum. Görkemli hayatımda yaşadığım en büyük kararsızlık anı oluyor bu. Bir diğer kararsızlıkta anneannemin ördüğü kaşkolu mu yoksa babaannemin ördüğü kaşkolu mu taksam diye düşünürken oluyor. Hangi kaşkolu giysem diğerini ören telefon edip, "aşkolsun keremcim, bır bır bır" diyecekmiş gibi geliyor. Nice soğuk havalarda kaşkolsuz çıktığım oluyor.

Her neyse, konumuza dönelim. Kapağa göre bakıp seçsen olmaz. Özercik'i okusan aklın Emrah Ablak'da kalır. Seçiveriyorum bir tanesini ve şöyle üstten okumaya başlıyorum. Seçmediğimi ise çantama atıyorum. Seçtiğim derginin yazarlarını ve daha uzun balonlar yazan karikatüristlerini (ersin'i mesela, memo'yu falan) yatarken okuyorum.

Ertesi gün işe gelincede çantama attığımı okuyorum. Ama kahvaltımı ettikten sonra. Hem de tuvalatte. Yarım saat çıkmıyorum oradan. Her perşembe sabahı saat tam 8:15 de tuvalete gidip yarım saat takıldığım anlaşılacak diye korkuyorum. Bazen birisi beni takip ediyor gibi geliyor. Kabinden haşır haşır sayfa sesleri çıkacak diye korkuyorum. Duyan beni sapık sanacak, işten atacaklar diye korkuyorum. İşte tam bu anda süp-per bir espiriye denk geliyorum. Aman anırmadan güleyim derken, işte hani İstiklal marşında, cenza namazında falan gülmemek gerekir ve bu da durumun vahametini arttırır ya, işte ona benzer bir baskıyı dayatıp kendime ardından "Hu ho ho ha!" diye koyveriyorum.

Kabinin dışındaki ajan sana sesleniyorum, eğer oradaysan bulaşma bana. Harbiden sapığım ben, harbiden sapığım.

***

İş yerinde bir kadın bana bakıp "Kerem Oğuz!" dedi. Yes darling, dedim içimden. "Sen çok değişik bir çocuksun," dedi. "Nasıl yani" dedim. "Çok kendine has" dedi. "O kadar belli oluyor mu" dedim. "Olmuyor ama ben anlarım" dedi.

Korktum vallahi.

***

Geçen gün yemekte meyve olarak muz verdiler. Bir tane aldım. Yerimize oturduğumuzda diğer üç arkadaşımın ikişer tane aldığını gördüm. Üstelik onların her bir muzu benim cücük muzun iki katıydı. Sonra benim muzumla dalga geçtiler. Kerem'inkisi küçücük falan dediler. Bir de benimkisi tepesinden de biraz kesikti. "Ooo bir de ne biçim kesmişler falan" dediler. Masada bayan vardı, o da güldü bu lakırdılara. "Önemli olan tadının güzel olması" dedim. Bir tek bunu diyebildim. Ama pişman olacaklar. Çok pişman olacaklar bunu yaptıklarına.

***

-Serpil ameliyat olmuş artık gözlük takmayacakmış
-Gözlerinden mi ameliyat olmuş?
-Hayır kulaklarını aldırmış. Gözlük saplarını tutacak yer kalmadığından bir daha gözlük takmayacakmış...

***

Küçükken annemle vapurla yolculuk yaparken falan, gelen satıcalardan ve dilencilerden çok sıkılırdım nedense. Annem de "bak tiyatro gibi izle, onlar olmasa vakit geçmez" derdi. Ben de çok papağan bir velet olarak ezberlemiştim bu lafı. Yine küçükkken ama biraz daha büyümüşken, arkadaşlarımla adadan dönerken yine bir satıcı geldi ve performansını icra etmeye koyuldu. Ben de dönüp yanımdaki arkadaşıma "bunlarda olmasa vakit geçmez yahu" dedim. Tekrar satıcıya döndüğümde ise onunla göz göze geldim. Çok kırılmış, çok üzgün, tribal bir ifade ile bakıp

"sağol ! " dedi bana.

Çok utandım. Oysaki kötü bir şey ima etmek istememiştim. "Bi saniye izahat edeyim efenim, ben küçükken annemle yolculuk yaparken..." gibisinden bir giriş yapamadım. Yolculuğun devamında satıcı (sanıyorum ki beş renkli tükenmez kalem satıyordu) bize doğru bakmadan anlattı lakırdılarını. Hatta bize de "küstüm" gibisinden bir tavırla yan dönüp anlattı.

Param yoktu ki alsaydım kalemlerden üç beş tane. Hem barışmış olurduk hem o arada derdim, abi ben öyle demek istemedim kusura bakma.. diye.

Acaba eve gittiğinde kendisini palyonço gibi hissetmiş midir? Yapılmaz ulan bu iş çoluğun çocuğun maskarası olduk a.k. demiş midir? Demişse de haksız mıdır?

***

Geçen haftaki dilenci vapurunun yolcusu az oldu. Neden bilmiyorum, oysaki çok güzel bir yazıydı bence.

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=92258


***

Evimden fabrika elli km. Elli km içinde yaşıyorum hayatı. Bir şeyler kaçırıyorum gibi geliyor.

Yolda giderken servisçi abiyi arkadan yakalayayım, filmlerdeki gibi boğuşalım, jason bourne gibi onu kitapla döveyim, el frenini çekip minibüsten atlayayım istiyorum. Otoyoldan koşarken arkadan silah sesleri gelsin, zikzaklar çizerek kaçayım istiyorum. Sonra ıssız bir benzin istasyonunda uyuşturucu ve kadın ticareti yapan porto rikolu serserilierle önce biraz tekila içeyim, sonra onlardan biriymiş gibi davranırken hepsini tek tek temizleyeyim, benzinliği de havaya uçurup ağır çekimde yürüyerek oradan uzaklaşayım istiyorum.

Tamam çok film seyrettim kabul ediyorum. Ama başka bir şeyler istiyorum. Mutsuz değilim ama mutlu hiç değilim. Boş bir kaset gibiyim, dönüp duruyorum ama ne ses çıkıyor ne de görüntü var anasını satayım.

***

Bu haftalıkta bana ayrılmayan sayfanın sonuna geldim. Dilenci vapuru, hiç bir yere varmayan bir vapurdur.

Beklerim.

K.

pic; http://suffo.deviantart.com/art/vapur-25886991

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..