Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '14

 
Kategori
Öykü
 

Varlığına alışamadan bu veda neden?

Varlığına alışamadan bu veda neden?
 

Görsel internetten alınmıştır.


Bir telaş yaşanıyordu evde. Baba haykırdı; kızım, Ayşe’m, çabuk amcanlara haber ver gelsin, anneni kaybettik.

Ayşe henüz on iki yaşındaydı. Ergenliğin getirdiği değişimlerin yarattığı ruh hali ile annesiyle fazla iyi geçinemese de, aniden onun ölüm haberini duymak derinden sarstı.

Daha akşam ders çalışmadığı için annesi ne kadar söylenmişti. Hatta hızını alamamış saçını dahi çekmişti. İki gün önce arkadaşlarıyla oynamak istediğinde evde yapması gereken işler olduğunu söyleyip nasıl da engel olmuştu gitmesine. Zaten annesi hep ona engel oluyordu. Onun yüzünden arzu ettiği hiçbir şeyi yapamıyordu…  Çok kızıyordu ona. Bir gün mutlaka ondan kurtulmayı diliyordu ama böylesini hiç düşünmemişti.

Artık annesi olmadan mı hayata devam edecekti. Babası da işi nedeniyle uzun zaman köy dışında oluyordu. Şimdi yapayalnız mı kalacaktı? Nasıl başaracaktı bunu? Ya okulu? Okula gidebilecek miydi yeniden?

Ayşe’nin çığlığıyla bir anda eve dolan komşuların,  annesini tabuta koyup götürüşlerini izledi. Sessizce ağlıyordu babasına sarıldığında.

Annesinin ölümünün üzerinden on beş gün geçmişti. Baba işi nedeniyle gitmek zorunda olduğundan, amcalarına emanet etti Ayşe’yi. Ayşe okula gidiyordu.

Aradan üç yıl geçmişti, artık lise birinci sınıfta okuyordu. Annesinin yokluğu, babasını fazla göremeyişi, amcasında kaldığı süre içerisinde de horlandığını hissetmesi onu farklı alanlara yöneltmeye başladı.

Sevgi arıyordu durmadan. Sevilmek istiyordu her çocuk gibi. Üstelik bir ergendi o. Sevgiye en çok ihtiyacı olduğu günlerde, onu sevip okşayacak ne annesi vardı hayatında, ne de babası.

Kanı kaynıyordu güzel Ayşe’nin.  Güzelliğiyle okulunda bayağı dikkat çekiyordu. Özellikle bir erkek arkadaşı vardı ki, herkesten farklıydı onun için. Sıralarda otururken ara sıra bakışları birleşiyordu. Teneffüste de bir ara tesadüfen eli eline değdiğinde titrediğini hissetmişti. Delikanlının delip geçen bakışları karşısında da midesinde bir şeyler hissediyordu Ayşe, adını koyamadığı.

Bir gün okulun bahçesinde konuşup anlaştılar. Bu güzel havada okulda olmaktansa gizlice kaçıp gezeceklerdi birlikte. Doğruca nehir kıyısına gittiler. Sohbete başladıklarında, o güne kadar duymadıkları bir duygu ile birbirlerine çekildiklerini hissettiler. Hormonları ve içinde bulunduğu zor şartlar, onları birbirlerine daha çok yaklaştırıyordu. Küçük, masum bir öpücükle başlamıştı her şey. Ne olduğunu pek anlamadan tutkularının esiri olmuş ve ilk cinsel deneyimlerini yaşamışlardı.

Ayşe’nin bacağından sızan kan, ürkütmüştü onları. İkisi de korkmaya başlamıştı. Ne olacaktı şimdi? Birbirlerine sarılıp ağlamaya başladılar. Erkek arkadaşı teselli etti. “Korkma, ben seninle mutlaka evleneceğim. Şu okulumuzu bir bitirelim hele. Ben seni çok seviyorum Ayşe, bana inan” dedi. Ayşe sakinlemişti biraz. Başını erkek arkadaşının omzuna dayadı. “Söz ver bana, bir daha böyle bir şey olmasın aramızda evlenene kadar” dedi. Delikanlı da söz verdi ve evlerinin yolunu tuttular.

İkisi de derslerine odaklanıyordu artık. Okul bir an önce bitsin ki, onlar da hayal ettikleri yuvayı kursunlardı.

Bir gün Ayşe regl olmadığını fark etti ama önemsemedi. Hamile olabileceği aklının ucundan dahi geçmemişti. Okuluna gidip dersleri ve sevdiğiyle geçirdiği zamanlara odaklanmıştı. Aradan biraz daha zaman geçince bulantıları başladı. Midemi üşüttüm her halde diye düşünüyordu.

Bitmek bilmeyen bulantı ve kusma şikâyetleri amcasının karısının dikkatini çekmeye başlamıştı. “Ne oldu sana?” diye sordu. “Üşüttüm galiba” dediyse de ikna olmadı yengesi. Onu aldığı gibi hemen bir doktora götürdü. Yapılan tahlil sonucunda Ayşe’nin hamile olduğu anlaşılmıştı.

Telaşla alıp eve getirdi Ayşe’yi ve diğer amcasının karısı ile birlikte sorgulamaya başladılar. Ayşe korkmuştu, söylemek istemedi önce ama iki kadın aralarına alıp dövmeye başladılar. Özellikle karnına vuruyorlardı. Vururken de bağırıyorlardı; “Allah seni kahretsin, başımızı önümüze eğdirdin, geber o…pu…” diyerek saldırıyorlardı Ayşe’nin çelimsiz bedenine.

Vurdukları her tekmeyi, her tokadı, aslında kendi kaderlerine vuruyorlardı. Toplumda bir türlü kabul görmeyen kadın varlığına vuruyorlardı, kendilerini yok etmek ister gibi. Erkeklerin dünyasında, erkek gibi davrandıkları sürece var olabileceklerini biliyorlardı çünkü. Kadın gibi olmak, kadınsı hisler duymak ancak o… puların işi olabilirdi. Makbul olan, erkek gibi kadın olmaktı. Hani ordunun içine salınsa, sağlam kalacak yapıda. O nedenle, küçük Ayşe’nin duygularına kapılmış olması affedilir bir hata değildi. En ağır şekilde cezalandırılmalıydı ki, kocalarının yanında ve toplum içindeki yerlerini koruyabilsinler.

Ayşe, cenin vaziyetini almış, yapmayın yenge diye ağlıyor ve kendini korumaya çabalıyordu. Son darbeyi beline almıştı. Müthiş bir sancıyla gözlerinin karardığını hissetti. Kanaması başlamıştı. Bacağından sızan kanı gördüğünde, yüreğinde nedenini bilmediği derin bir sızı duydu. Varlığına dahi henüz alışamadığı bebeği, onu terk ediyordu belli ki.

Babaya haber salındı. Akşam amcaları da gelince hakkındaki hüküm kesinleşti. Kolundan tuttukları gibi götürüp delikanlının evine attılar Ayşe’yi. Çevreye de Ayşe’nin kocaya kaçtığı haberleri salındı, namusları kısmen kurtulmuştu.

Ayşe hiç bilmediği bir evde şaşkın, üzgün, çaresiz ve mahcup hissediyordu kendini. Delikanlı da şaşkındı. Tüm bu durumla nasıl baş edebilecekti? Birbirlerine sarılıp ağladılar yeniden.

Onlar ağlaşırken delikanlının babası girdi odaya. “Ağlamayın çocuklar” dedi. Ayşe’ye dönüp; “Ayşe, bundan sonra sen de benim kızımsın, şu anda yaşınız çok küçük ve okulunuzu bitirmeniz şart. Benim evimde kalacaksın ve okulunuzu bitirmeniz için ben elimden gelen ne varsa yapacağım. Sonrasında da sen, telin ve duvağınla benim gelinim olacaksın” dedi.

Ayşe ve Delikanlı birbirlerine bakıp gülümsediler ve babalarının ellerini öpmeye başladılar. Ayşe için yeni bir hayat başlamıştı. Hiç bilmediği bir evde, hiç duymadığı güven duygusu sarmıştı her yanını. Çocuk bedeninden kopup giden bebeğini düşündü, sonra bedenindeki morluklara dokundu. Elbet onlar da geçecekti bir gün. Ya ruhunda açılan yara? 27 Aralık 2013

 

 

 
Toplam blog
: 278
: 1431
Kayıt tarihi
: 20.11.10
 
 

Bir Kamu Kurumundan emekliyim. Bloğumda; yaşadıklarımı, çevremde gözlemlediğim olaylar ile kendi ..