Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Carolina Isolabella Özgün

http://blog.milliyet.com.tr/carolinaozgun

16 Aralık '06

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Varlık ve yokluk arasında

Varlık ve yokluk arasında
 

Günlerden bir gün, aslında dün. Son derece ilginç, yoğun ve sarsıcı bir gün. Sıradan bir Cuma, her şey olması gerektiği gibi, ben yine sabah erken kalkıp, hazırlanıp yürüyerek ofise doğru yol almışım, kulağımda walkman phone, radyomda oxi-gen dinleyerek ve etrafı, dükkânları seyrederek iş başı yapmışım, rutin işlerimi halledip olağan Cuma toplantıma gitmişim, özlediğim ve uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımı görüp keyiflenmişim, tabii sadece bunla kalmayıp klasik olarak bilgi alış verişi ve açılımı deneyimlemişim. Bazı arkadaşlıklar ve topluluklar vardır ki orda sadece kendin olur ve sınırlanmadan olduğun gibi, düşündüğün gibi, en güzeli de hissettiğin gibi davranırsın, işte böyle birkaç saatten sonra, kız kardeşimle alış veriş yapmasına yardımcı olmak için bir alış veriş merkezinde buluştum ve orda geçirdiğim birkaç saatte yine ve yeniden yaşamın ve hayatın girift yumağında kendimi kaybettim ve tekrar, tekrar buldum ama kimliğimi unuttum.

Olay o büyük alış veriş merkezine girdiğimde başladı, daha dış merdivenleri tırmanırken üç güvenlik görevlisi ellerinde telsizler ile hızlı bir şekilde içeriye yöneldiler ve diğer iki görevli yerlerinde sabit kaldılar ama konuşmaları hızlı ve panik doluydu, "aaa aman, nasıl, yine mi?" diye dediklerini duyduğumda "hıh işte yine bir hırsızlık olayı" dedim içimden. İçlerinden birinin sesi beni çok etkiledi, bu acı dolu bir inlemeydi, aslında bu ilk sinyali verdi ama bilinç ya da zihin öyle bir oyuncu ki illa inanmak istediğine inanıyorsun.

Neyse ben içeri girmeden bir dalga sardı her yanımı, önce kan görüntüsü, sonra karanlık ve sonra ışık, bunu şimdi düşününce net olarak hatırlıyorum, gözümden böyle bir perde geçmişti evet. Nihayetinde içeri girdim ve ilerlemeye başladım, önce bir çok insanın bağırışını duydum, "ayy, bu ne yaaa, kahretsin, ağzına…." gibi türlü cümleler, diğer bazı insanlar ellerinle yüzlerini kapamış, bazıları duvar yumrukluyor ve bazıları ağlıyor. Beni bir acı dalgası sardığında asıl en sarsıcı sesi duydum ve o bir kadının canhıraş ve avaz avaz yanarak çığlık atan sesiydi. Öylesine yürek hoplatacak şekilde bağırıyordu ki, hayatım boyunca sanırım o ses kulaklarımdan gitmeyecek. Ben bir yandan ilerlerken olaya daha da çok yaklaştığımı anladım ve kesin bir iç sesle orda bulunmak istemediğimi anlayıp, hızlıca, etrafa bakmadan oradan bir an evvel uzaklaşmaya başladım.

Aklımdan bir silsile düşünceler geçerken gözlerim an be an olanların fotoğraflarını çekmeye başladı, kulaklarım ise duyduğu her sesi ve cümleyi bilinçli bir konsantrasyonla kayda başladı. Gördüklerim şaka gibiydi, duyduklarımsa can yakıcı…

- İki buçuk üç yaşında bir çocuk dördüncü kattan düşmüş
- Yine mi daha geçenlerde de biri düşmüştü
- Sen gördün mü?
- Evet
- Nasıldı?
- Abi nasıl olsun kusacağım...
- Ambulans
- Her olayda biz mi çağırıcaz?
- Güvenlik ne işe yarıyor

Gözlerimin görmeye devam ettiği kısımda şaşkın adamlar, bağıran kadınlar, ne yapacağından habersiz görevliler, bir koşuşturma bir telaş nafile çünkü elden kayan ve giden anlarda kayboluşlar. Ambulansı aramayı akıl edemeyen insanlar, vs…vs…Yine sesler…

Ben yürümeye ve kafamda binbir düşünceyle uzaklaşmaya çabalarken, ruhumun orda kalması ve yaşam. Olaydan haberi olmayan insanlarda rutin davranışlar, bir çift suyun aktığı yerde oturmuş aşklarını yaşıyor, birbirlerinin ellerini tutmuş şakalaşıyor; bakıyorum ve yanlarından geçiyorum. Öteden koşarak gelen iki görevli ellerinde olay mahallini çevrelemeye yarayan metal tutacaklar; görmezden geliyorum. İlerlerken bir grup insanın sırf merakından hadi gidip bakalım nasılmış dediklerini duyuyorum, yürüyorum. Yürüyen merdivenlere bindiğimde iki kadının ellerinde alış veriş torbaları ve ohh akşamı hallettik şimdi bir kolye uydurayım dediğini duyuyorum, ben yine yoluma devam ediyorum. Meydana bakan pervazlarda onlarca hatta yüzlerce insan topluluğu, kimisi ne olduğundan habersiz, kimisi merakından ne olduğunu görme telaşında , bense şaşkın ama soğukkanlılıkla yine yürüyorum.

Derken cep telefonum çalıyor, kardeşim arayan; "nerdesin?" diyor, duruyorum ve düşünüyorum nerdeyim diye, "ben ben" diyorum o da tabii anlamadan "ee carol söyle" diyor, etrafıma bakınıyor ve yerimi söylüyorum, o da bana "yok sen şuraya gel" diyor anlayamıyorum, neyse teli kapatıp dediği yere konsantre olmaya çalışıp oraya doğru yürüyorum. Kardeşimi görüyorum, bana bakakalıyor neyin var diye, ben iki cümleye binlerce şeyi sığdırıp ona olayı anlatıyorum ve birbirimize öylece bakıyoruz. Neyse bana "tamam rahatla hadi gel" diyor ve beni gündelik hayatın içine doğru çekiyor, bir yandan destek olup, bir yandan bana başka şeyler anlatarak ve böylece biz yine soğukkanlılıkla o ana dönüyor ve işimize bakıyoruz…

Bir mağazaya giriyoruz ve ben bir koltuğa çökerken o kıyafet bakıyor, düşünüyorum; bir çocuk- yiten, bir kadın-yitiren, bir aile-çöken, bir ihmal-ışık söndüren, toplum-yaşayan, hayat-devam eden….

Uzaktan uzağa tekrar gözlemci oluyorum, kendime, etrafa ve olaya, şaşkın, dargın ve kırılmışım, küskün, hüzünlü ve yalnızım. Yaşamı içer olmuşum, tiyatro seyreder ve en garibi normal karşılar ve nötr kalır olmuşum. Telefonum çalıyor yine, bir arkadaşım bana yaşadığı ironik bir olayı anlatıyor, başına tesadüfen gelen ve aslında olayla ilgisi olmadığı halde dışardan bakıldığında çok farklı manalar taşıyacak olan olayı. Ona verilen tepkileri, hislerini anlatıyor, ben dinliyorum yine nötr kalarak ve aslında yine içten içe seyirci olarak. Onu dinlerken ona hiçbir şey anlatmadan sadece dinliyorum. Sonra konuşmayı bitirince telefonu onu teskin etmeye çalışarak kapatıyorum ve kendime dönüyorum.

Aradan geçen zamanda duyduğum o çığlığı unutmaya çalışırken, kardeşimle soluklanmak ve rahatlamak için en üst kata çıkıyoruz ve bir cafede oturuyoruz. İkimizde hayatı konuşuyoruz ve ne garip olduğunu. İç içe geçmiş bir yumak olduğunu, aynı anda doğan, ölen, acı duyan, zevk alan, terfi eden, hapise giren, fahişelik yapan, terk edilen, işsiz olan, hırsızlık yapan, doğuran, kaybeden, uyuyan, uyanan, duş alan, havuzda yüzen, tuvalete giden, depremi yaşayan, dans eden (hayatı)…. Ve milyonlarca farklılığı, iç içe yaşayan insanları ve yaşamı….Kimisi bir şeyi deneyimlerken diğerinin başka bir dertle uğraşmasını. Komik, ironik, hayal ve gerçek, sanal ve aldanmaca, yalan ve hakikat.

Ve bugün yolda giderken bunları hatırladığımda düşündüklerimle ve zihinsel şartlandırılmışlıklarımla baş başa idim. Bir annenin çocuğunu kaybederken duyduğu acı, bir otobüsün bir insana çarparak aldığı can, bir kumrunun eşine verdiği yem, bir dünya dolusu insanın kurmaya çalıştıkları güven, ev, gelir ne ki? Ne için?… Niye varız, bunun için mi, gazetelere haber olmak için mi, yalan, yanlış, asılsız aldanışlar için mi, birinin can kaybına seyirci olmak için mi, ahkâm kesmek için mi, sevilmek için mi?…. Neden, niçin, nasıl ve nereye?... Sorgulamama gerek yok artık, sormaya da belki. Yaşıyorum işte bir sonraki durağa kadar. Dertler, istekler, dilekler ve talepler, bu düzeyde, bu yaşamda, bu sanalda, bu alemde…

Ben yürüyorum, dünya dönüyor, biri gidiyor, biri geliyor, olay olaya el veriyor, yaşam yaşamı kovalıyor. Asıl ve içte bulduklarımı, anladıklarımı, farklı bir pencereden baktıklarımı anlatamazken sadece yürüyorum. Burada diriyken bir yerlerde yok oluyorum, bir yerlere giderken burada yok oluyorum, bir yerlerde yok olurken bir yerlerde varlık oluyorum, bir varlık bir yokluk durağında bir sarkaç misali salınıp duruyorum.

 
Toplam blog
: 144
: 676
Kayıt tarihi
: 21.09.06
 
 

İstanbul'da yaşayan bir levantenim, yeni özler, sözler, gözler tanımayı, farklı bakış açılarını p..