Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '11

 
Kategori
Kitap
 

Varolmak kavgası

Yazarı: Mehmet Niyazi

Özet:

Murad tepe köyde yaşayan bir çocuktu. Babasını kaybetmiş annesiyle ve annesinin ailesiyle yaşamakta ve köyde yaşanan güçlüklerle annesi Fadime bacı ile birlikte mücadele eden ve yokluğu yaşayan bir kişiydi.

Fadime bacı oğlu Murad’ı okutmayı çok istiyordu. Fakat yokluk bir taraftan dul olmanın zorlukları bir taraftan bu isteğini bir sır gibi saklamasına sebep oluyordu. Murad ilkokulu bitirmiş ve öğretmeni de onun İstanbul İmam Hatip Lisesinde ücretsiz okuyabileceğini söylemişti. Fadime bacı oğlunu okula göndermek için ellerindeki hayvanları satmıştı. İstanbul’a da dilekçe yazıp göndermişti. Bir süre sonra cevap gelmiş ve dilekçesi kabul görmüştü. Köylü okumaya uzak yetiştiği için kimileri alaya alıyor, kimileri ise takdir ediyordu, Fadime bacıyı.

Köyde Molla İbrahim diye biri vardı. Oğlu Veysel de kışın İstanbul’a çalışmaya gidiyordu. Murad, Veysel ile birlikte İstanbul İmam Hatip Lisesine gidip kaydoldu.

Emin öğretmen çok sıcakkanlı ve sevecen bir öğretmendi. Öğrencilerle ilgileniyor onun konuşmaları Murat’ı rahatlatıyordu. Murad’ın okulda bir de Mehmet ağabeyi vardı. Ona yardımcı oluyor, mektuplarını bile onunla yazıyordu. Annesi de Murat’ın mektuplarını Hamza öğretmene okutuyor ve yazdırıyordu. Sömestre tatilini de İstanbul’da geçirmek zorunda kalmıştı.

İmam Hatip Okulunda Ramazan orucunu, bayramı geçiriyor ve öğreniyordu. Yazları köyde geçirmiş ve orta öğrenimini tamamlamıştı. Sonra Yüksek İslam Enstitüsüne başladı. Ancak orda maliyet artmış, maddi sıkıntılar çoğalmıştı. Ek iş yapması gerekiyordu ve Soğanağa’da bir mescidde imamlık yapmaya başladı.

Enstitüde birçok arkadaş edindi. Zaptiye Ahmet, Vehbi, Aslan gibi… Bir de mescidde imamlık yaparken Mine’yi görmüş ve aşık olmuştu. Okuldan sonra Konya İmam Hatip Okulunda öğretmenliğe başlamıştı. Öğrencilerine karşı çok sıcakkanlı ve son derece işini önemseyen bir öğretmendi. Öğrencileriyle çok samimiydi. Onların aydınlanması için elinden geleni yapıyordu. Öğrencilerine, bireysel gelişimleri için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Çeşitli dergileri okula getirip, öğrencilerin sadece okul derslerinde değil, hayatın içinde de olmalarını sağlıyordu.

Murad öğrencilerin alakalarını korumak için küçük ödüllendirmeler de yapıyordu. Hatta çocukların yaz tatilini boş geçirmemeleri için araştırma konusu vermiş ve bu konudaki beğendiği ödevi ödüllendireceğini söylemişti. Daha asaleti onaylanmamıştı ve bir gün okullarına müfettiş gelmişti. Murat’ın öğrencilerine sorduğu sorulardan son derece memnun kalmış, Murad’ın öğretmenliğinin gereklerini yerine getiren bir öğretmen olduğu kanaatine sahip olarak ayrıldığını düşünen Murad, bu rahatlıkla tatilde köyüne gitmiş, bütün yazı köyde geçirmişti.

Geri döndüğünde ise, Bakanlık emrine alındığını öğrenmişti. Bu duruma çok üzülen Murad Ankara’ya bunun sebebini öğrenmeye ve eğer bir yanlışlık varsa onu düzeltmeye gitmişti.

Ankara’da işlerinin uzayacağını öğrenince, Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan arkadaşı Seyit’te kalmaya başlamıştı. Ancak işler daha da uzamıştı. Bir gün Seyit’e, yine arkadaşı Aslan gelmişti. Aslan, Kars’ın Selim ilçesine kaymakam olarak atanmıştı ve bir imama ihtiyacı vardı. Bunu öğrenen Murad gönüllü olmuştu bu işe. Arkadaşları, onun bu çileli işe başlamasını istemese de o ısrarla talip olmuş ve Kars’ın Damlapınar Köyüne imam olarak gitmişti.

Köye geldiğinde, köyde bir cami bile yoktu. Köylü şaşkındı. Ancak Murad bütün bunlara aldırmadı. İnsanlara son derece sıcak davranıyor ve durumunu sadece kendi açsından değil onların açısındanda düşünüyordu. O olanaksızlıklardan şikayet etmek yerine, elinden gelen gayreti sarf ediyordu. İnsanlara gayreti ve sabrıyla bir şeyler öğretmeye başlamıştı. Olanakları çok kısıtlıydı ama o insanları İslam’ın aydınlığıyla aydınlatıyordu. İnsanlara İslam’ın ilme verdiği değeri, yardımlaşmayı ve sabrı öğretiyordu. Köyün gençlerinden iki tanesini de İstanbul İmam Hatip Okuluna göndermişti.

Camide namazdan sonraları dini sohbetler ediyor insanlara bir şeyler öğretmeye çalışıyordu. Köyde bir de Gaffur öğretmen vardı. Ancak köyde okul da yoktu. Bir ahır düzenlenmiş, orda eğitim verilmeye çalışılıyordu. Murad bu durumdan da son derece rahatsızdı. Eğitimin verileceği yerin de önemli olduğunu biliyordu. Böyle bir yerde eğitimin verilmesinin çok sıkıntılı olduğunu düşünüyordu. Yaz tatilinde köylüye önderlik ederek, köye bir okul yapmışlardı. Gaffur da bu durumdan çok memnun kalmıştı. Bir de köyde çocuklarını okula göndermeyen ailelerde vardı. Murad köylünün güvenini kazanmıştı. Bu aileleri de Murad ziyaret edip, çocukların okula gitmesini sağlamıştı. Murad köyü, ilk geldiği zaman çok güzel gözlemlemiş, tanımış ve onların neyi nasıl algıladıklarını anlamıştı.

Tam köyde bir şeyler oturmaya başlamıştı ki, köye bir tahsildar geldi. Murad her zamanki gibi namazdan sonra evde köylü ile hasbihal ederken, tahsildar Murat’a sataşmış ve İslama karşı olan olanca önyargısını ortaya koymuştu. Köyün öğretmeni Burhan da ordaydı. Burhan Murat’ın mücadelesini ve yaptığı hizmetleri biliyor, Murat’ı çok seviyordu ve durumdan duyduğu rahatsızlığı Tahsildara sertçe ifade etmişti. Tahsildar köyden gittikten birkaç gün sonra yine bir akşam sohbetinde jandarmalar Murat’ın evini basmış, naralarla, itişmelerle Murad’ı alıp gitmişlerdi. Köylü çok üzülmüş, fakat olanlar karşısında bir şey yapamamışlardı.

İftiralar birbirini kovalıyor, dedikodular bitmiyordu. O aydın insanı dini istismar etmekle suçluyor ve birçok çirkin iftiralar adıyla anılıyordu. Ancak O bu duruma üzülse de hiçbir zaman yılmıyordu. Hapisteki insanları da gözlemliyor, onların hayata bakışını ve oradaki davranışlarını izliyordu. O insanlara da bir şeyler öğretebileceğini düşünüyordu ve bunu da anlatarak değil, bir fiil yaşayarak öğretiyordu. Onun böyle zor durumda bile bıkmaması ve insanların ufkunu aydınlatmaya çalışması, aslında oradakiler için en büyük anlamdı. O zaten hep yaşantısı ve azmiyle bir şeyler öğretiyordu.

Hapiste çok sıkıntılar çekmişti. Ancak orda da aydınlığıyla, hapisteki o insanları bile yola getirmişti. Mahkemeye çıkarıldığında savcının iddialarına karşılık, kendini değil, verdiği var olmak kavgasını savunmuş ve eğer menfaatimi düşünsem burada olmazdım, diyerek aslında fedakarlığını çok iyi şekilde anlatmış oluyordu.

Batının ilminden alınması gerektiğini, bizim ne denli asil bir kültürden geldiğimizi, batıya özenenlerin ne denli sahte ve eksik yansımalar olduğunu izah etmiş, var olmak kavgamız, diyerek aslında asaletimizin, var olma kavgası olduğunu anlatmıştı. O insanlara öğretmek istediklerini bizzat yaşayarak öğretmişti. Zaten insanlara verilebilecek en sağlam eğitim hayatta bir fiil yaşanarak verilebilirdi.

Mücadele verilmeden insanlara sadece laf ile bir şeyler öğretmek, sadece kuru bir öğütten ileri gidemezdi. Ancak hapishanede yakalandığı hastalıktan kurtulamamış, bu hastalığın pençelerinde, davası için düştüğü hapishanede can vermişti. Köylülerden çok, hapishanede onunla aydınlanan insanlar, ona çok üzülmüşlerdi. Zorluklarla başlayan, çok sıkıntı çeken, ancak pes etmeden var olmak kavgasını sürdüren, birçok kişiye yol gösteren Murad annesinden, Mine’den, arkadaşlarından çok uzakta, Kars’ta hayattan ayrılmış ve oraya defnedilmişti.

Sonuç:

İnsanlar, bedenleriyle değil, yaptıkları işlerle yaşamaya devam ederler.

Lokman Kara

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..