Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '11

 
Kategori
Psikoloji
 

Varolmamanın dayanılmazlığı

Varolmamanın dayanılmazlığı
 

 Fanilik…. Diğer deyişle ölümlülük… Varolmamanın dayanılmazlığı… Varoluşumuzun birincil kaygısı…Birçoğunuzun, bu sözcüğü okuduktan sonra yazıyı okuma okumama arasında gidip geldiğini tahmin ediyorum. Bizim gerçek anlamını algıladığımızda telaffuz etmeye bile dayanamadığımız  bir sözcüktür ölüm…şakayla karışık kullanırız kimi zaman ama bu kullanışlarımızın çoğu öylesinedir gelişigüzeldir. Kaçımız ölüm hakkında düşünmeye başladığımızda kalbimizin daha hızla çarptığını hissetmiyoruz? Kaçımız ölüm korkusu içimizde belirdiği yaşadığımıza dair bir kanıt aramıyoruz?

Nedir bu ölümle çekişmemiz, alıp veremediğimiz. Birisi öldüğünde onun öldüğünü hep dolaylı yollarla anlatma çabalarımız. Vefat etti, kaybettik, sizlere ömür… Vefat etti.. ne kadar zor telaffuz edilebilen bir sözcüktür vefat, ölüme kıyasla. “v” ve “f” harflerinin gereksiz uyumsuzluğu… Ama ısrarla vefat ettiyi kullanırız. Etmek ne demektir. Etmek bir eylemde bulunmak, yapmaktır. Yani bir şeyi ettiğimizi söylememiz için o eylemde bulunmamız onu yapmamız gerekir. Buradaki vefat etmek eylemi de sanki kişinin yaptığı bir şeymiş gibi sanki kişi kendi vefat etti.. Amacımız ölümün kontrol edilebilir olduğunu hissedebilmek midir acaba? Hiç unutmam, lisedeydim ve herkes kendisini, ailesini tanıtıyordu. Sıra bana geldiğinde ben “babam öldü” demiştim. Öğretmenim bana korkulu gözlerle bakmış ve hemen “yani vefat etti” diyerek beni düzeltmişti. O an söylenmemesi gereken bir şey söylediğimi anlamıştım. Sanki ölene saygısızlık ettiğimi hissetmiştim; öldü demek ölen hakkında kötü bir şey söylemekle eşdeğerdi sanki.. Şimdi anlıyorum ki öldü demek, insanın kendi ölümlülüğünü hatırlaması demekmiş…

Birde kaybettik sözcüğüne değinmek istiyorum. “A kişisini kaybettik”. Kaybetmek ne demektir. Kaybetmek, yitirmek demektir. Ama sanki kaybetmek dediğimizde artık bizim hayatımızda olmayan ama hala bir yerlerde varolmaya devam eden bir şeyi anlatmaya çalışmıyor muyuz? Aslında o yok olmadı hala var sadece biz kaybettik bizim bulabileceğimiz bir yerde değil…

Hala yazıyı okumaya devam edenlere soruyorum ölüm korkumuzla kaçımız yüzleşebiliyoruz? Danışmanlıklarımda yasla ilgili çok olguyla çalıştım ve çalışıyorum. Hepsi de yakınlarının ölmesiyle yüzleşmek zorunda kalarak, insanın ölümlü bir varlık olduğu gerçeğine yakından tanıklık etmiş kişilerdi. Ölümü kabullenebilmeleri için vefat, kaybetme sözcükleriyle savaşırım hep. Ölüm sözcüğünü dile getirmelerini sağlamaya çalışırım. Ama bu sözcüğü söyledikleri an ağlamaklı olurlar. Kaybettim demek acıyı daha hafifletiyor sanki.

Yakınını kaybeden (ölen) biri için ölüm miti bir gerçeğe dönüşür. Sıklıkla duyulan ölümün sessiz gelişi ve yakınlarından birini alışı. Onu aldıysa beni alma ihtimali de vardır. İşte ölümle her yüzleşme kendi ölümlülüğüyle yüzleşmedir bir yerde. Bu yüzdendir ki ölüme çok yaklaştığımızı hissettiğimizde ya da yakınlarımızdan birini kaybettiğimizde ya da ölümü çağrıştıran herhangi bir şey gördüğümüzde hayatın değerini tekrar sorgulayarak, yaşamın tadını çıkarmaya karar verişimiz…

Hep merak etmez miyiz: ölürken insan acı çeker mi? Kaçımız ölüm korkumuzu kabul ediyoruz? Bunu sorguladığımda gördüm ki, çok azımız ölüm korkularımızın farkındayız. Kabul etmeyenler ise ölümle yüzleşmemek için türlü bahaneler öne sürerler, onu yadsırlar: işkoliklik de bir tür ölümden kaçış değil midir?

Kimimiz bu korkumuzun farkındayız, kimimiz değiliz. Ama hepimiz ölüm gerçeğiyle baş etmek için farklı savunmalar kullanıyoruz. Bazen kullandığımız savunmalar o kadar kemikleşiyor ve kalınlaşıyor ki psikolojik sıkıntılar ortaya çıkabiliyor: yaygın kaygı bozukluğu obsesif kompulsif bozukluk olarak tanımlanan (halk arasında takıntı hastalığı) agorafobi, hipokondri (halk arasında hastalık hastası) ve depresyon.

Neden korkuyoruz bu kadar? Ölüm aslında bir bilinmezlik bizim için. Sonunun ne olduğu nereye gittiğimizin bilinmezliği ve bu bilinmezliğin getirdiği yoğun kaygı, tedirginlik ve korku. Ölüm bir değişimdir aslında, ama nasıl değiştiğinin belirsizliği. İnsan olarak bizlerin en katlanamadığı şey değil midir belirsizlik. Hep bir şeyleri seçmek isteriz, hep bir şeyleri bilmek. Hayatımızda her şey, üzücüde olsa belirgin olmalıdır ki ona göre savunma kalkanlarımızı hazırlayalım. Tek amacımız hayat üzerinde kontrolümüzü sağlayabilmektir.

Peki nedir benim bu yazıyı yazmamdaki amaç? Neden bu kadar kaçındığımız bir konuyu seçmiş olabilirim? Acaba ben de bu yolla mı onunla baş edebiliyorum…

 

Psk. Nilüfer Yalınçetin

 

 
Toplam blog
: 5
: 1111
Kayıt tarihi
: 11.10.11
 
 

1984 İzmir doğumluyum. Ege Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirdim. Eğitimim sırasında ergen ve ..