Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Temmuz '07

 
Kategori
Felsefe
 

Varoluşu anlayamama sendromu: Zebercet ve Sisyphos öyküsü

Varoluşu anlayamama sendromu: Zebercet ve Sisyphos öyküsü
 

Mitolojiye göre; Jupiter, Asope’un kızı Egine’yi kaçırır. Kızın babası buna çok üzülür ve Korent’in kurucu kralı Sisyphos’a dert yanar. Zaten bu olaydan haberdar olan Sisyphos, Korent kalesine su vermesi koşuluyla Asope’a bilgi vereceğini söyler.

Ancak bunu yapmakla Sisyphos Tanrı’ların gizlerini açığa vurduğundan, Tanrılar tarafından cezalandırılır. Cezası iri bir kaya parçasını dik bir kayaya çıkarmaktır. Ne var ki; her defasında tam zirveye ulaşacakken kaya Sisyphos’un kontrolünden çıkar ve yeniden dibe yuvarlanır. Bu böylece tekrarlanır gider.

Zebercet de tıpkı Sisyphos gibi kurallara uymayan, uyumsuz bir karakterdir. Yusuf Atılgan’ın 1973 yılında kaleme aldığı “Anayurt Oteli”, Anadolu’da İzmir’e yakın bir kasabada otel katibi olarak çalışan Zebercet’in gizemli bir kadının bir geceliğine otelde konaklamasıyla başlayan ve önce otelde çalışan ortalıkçı kadını, daha sonra da kendini öldürmesiyle sonuçlanan iç yolculuğun bilinç akışı tekniğiyle anlatıldığı romanın baş kahramanıdır Zebercet. Bir perşembe akşamı gecikmeli Ankara treniyle gelen ve otelde bir gece konaklayan ve adı bilinmeyen kadının “kim” olduğunu sorguluyor roman boyunca. Bu sorgulamayı kadının odada bıraktığı eşyalar arasında bağlantı kurarak yapıyor.

Sisyphos’un girdiği kısır döngüye (kaya), o da açıklıkla (toplumsal) içlilik (bireysel) arasında denge kuramadığından düşmüştür. Açıklıkla içlilik arasındaki denge, nefes alıp verme gibidir. Romalı hatiplerin şöyle bir sözü vardır: “Konuştum ve zihnimi boşalttım (I have spoken and freed my mind).” Zebercet bu dengeyi kurup, kimliğini oluşturamadığından, zaman-mekana uyamadı. Bu uyumsuzluk onu yaşamına son vermeye götürdü. Zira artık yaşam onun için anlamsızdı. “Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük” der. Yaşam onu aşmış, anlaşılamaz, açıklanamaz bir hal almıştı.

“Kötü nedenlerle de açıklansa, açıklanabilen bir dünya, dost bir dünyadır, ” der Albert Camus “Sisyphos Söyleni” adlı eserinde. Oysa Zebercet’in yaşamak için kötü nedenleri bile yoktu.

Adem’in yaratılması ile başlayan ikiliklerin, zıtlıkların (düalizm) üstesinden
gelemedi Zebercet. İmgelerin görünen değil de görünmeyen taraflarında kimliksiz kadınların “kim” olduklarını sorgulayıp kendini ararken bir varoluş kaygısı güdüyordu; ama sonunda intiharı “seçti”. Başka seçenekleri de vardı elbet -ipi boynundan çıkarıp kaçabilir, karakola teslim olabilir veya konağı yakabilirdi. Ama bunların hiçbirini yapmayı tercih etmedi ve kendi ölümünü yeğledi. Kierkegaard’ın “The Sickness Unto Death” adlı kitabında şöyle bir sözü vardır: “The biggest danger, that losing oneself, can pass off in the world as quietly as if it were nothing; every other loss, an arm, a leg, five dolars, a wife etc. is bound to be noticed.”(En büyük tehlike olan kendini kaybetme, hiç olmamış gibi dünyadan silinip gidebilir. Halbuki bir kolun, bacağın, beş doların, bir eşin kaybı mutlaka fark edilir.) Burada, kişinin varoluşunu tamamlamadan kendini kaybetmesinin, onu “hiç varolmamış”a, “dünyaya hiç gelmemiş”e çevireceğinin anlatıldığını söylenebilir. Yine aynı yazarın varoluş kaygısı diye nitelendirdiği şey: in despair to want to be oneself or not to want to be oneself (kendi olma veya olmama kaygısı içinde) olmaktır. Zebercet duyduğu varoluş kaygısı ile ya direnecekti ya da kendini ölüme teslim edecekti. Varlık ve yokluk arasında kimliğini ararken “Ne ölüyüm, ne sağım” diyor...

 
Toplam blog
: 9
: 1469
Kayıt tarihi
: 17.07.07
 
 

İstanbul'un Asya ile Avrupa arasında bir köprü olduğu gibi, ben de İngilizce ile Türkçe arasında ..