Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Vay Anasını…

Vay Anasını…
 

Tarihsel bir tartışmaya dokunuverdi ustaca edebiyat öğretmeni; “sanat sanat için midir, halk için midir?”… Yaşları gereği bedenleri derslikte, akılları uzaklarda ki bulutların üzerinde olan, lise öğrencilerinden söz ediyoruz. Bu sebeple öğrencilerin işlenen derse yoğunlaşması da çok zordur, öğretmenin arzuladığı katılımın gerçekleşmesi de. Ancak öğretmenin bu ince teması üzerine, bulutlar terk ederek, okula doğru koşmaya başladı tüm öğrenciler; sıraları bir kez daha doldurdular.

Öğretmen bu yönde bir soru sormuş olmamasına rağmen, bütün mevcut topluca açıkladı fikirlerini. Aslında “fikirlerini” denemez buna. Adeta önceden varılmış bir mutabakatı, hep beraber ve büyük bir coşkuyla haykırdılar. Bu öyle bir katılım ve öyle büyük bir coşkuydu ki; diğer ihtimalin savunulabilmesi, hatta bırakın savunmayı, irdelenebilmesi mümkün bile değildi. Çoğunluk değil, oybirliğiyle verilmişti karar; “sanat halk içindi”…

Ben yalnızdım…

Hayır, hayır… Aradan 25 yıl geçmiş olmasına rağmen; olur mu efendim, ‘sanat sanat içindir’ deme riskini almaya kalkışacak değilim. Sanatın halktan kopuk, elit bir azınlığın eğlencesi olduğunu kabullenebilmek, hele ki savunabilmek mümkün mü?

Oy birliğiyle beyan edilen o karar, aslında temelleri çoktan atılmış bir toplumsal dönüşümün, sosyolojik ifadesi idi. Nitekim daha sonra ki yıllarda sanat, daldan düşen bir elma misali, hızla halka doğru inmeye başlayacaktı. Seviyesi düştükçe halka daha çok yaklaşacak, hatta halkın içine kadar girecekti.

Sanat halk için olunca, arabesk en halkçı müzik tarzı olarak Türk musikisinin tramvayı haline gelecekti. Yanlış bir isimlendirme ile, halk müziği diye tabir edilen tarz ile beraber sanat müziği de arabesk motiflerden etkilenerek halka yaklaşmaya başlayacaklardı. Dönüşüm elbette ki musiki ile sınırlı değildi. Halktan kopuk bir tür olan soyut resim yalnızlığa terk edilerek ve hatta mizah sanatının bir malzemesi haline getirilirken, gerçek resim sanatı halkın seviyesine inecekti. 12 Eylül’ün emekli paşası Kenan Evren, bu dönemin yetiştirdiği en önemli ressam olarak karşımıza çıkacak, eserleri çok yüksek rakamlara alıcılar bulabilecekti.

Geçen 25 yıllık süreçte, dönüşümün büyük ölçüde tamamlandığını söyleyebiliriz. Ancak bu ifade, mükemmeli yakaladığımız anlamına gelmiyor. Hayat devam ettikçe insanlık, mükemmeli daha farklı yerlerde aramaya devam edecek. Biz de, dönüşümün tamamlandığını söylerken, son bulduğunu anlatmak istemiyoruz. Aksine, belki farkında değiliz ama, sanatın yeni limanlara yelken açtığı farklı bir sürecin kapısından içeri süzülmekle kalmayıp, bir hayli de yol almış bulunuyoruz.

Bu yeni sürecin ilk ışıltıları, yedinci sanat diye tabir edilen sinema ve hemen ardından da tiyatro salonlarından yükseldi. Musiki alanında ise, bir dönemin lokomotifi haline gelen arabeskin misyonunu tamamlamak değilse de, lokomotif olmayı yeni zinde kuvvetlere terk edeceğini, güneşin doğması kadar kaçınılmaz bir olay olarak görüyorum.

Seviye kaybederek, yukarıdan hızla halkın önce gözleri önüne serilip, sonra da kalp seviyesine inen sanat, bu yeni süreçte seyrine, belden aşağı doğru inerek devam edecektir. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu yeni akımın yürüyüşüne sinema salonlarından başlaması gayet anlamlıdır. Doğallığın diğer sanat türlerine göre çok daha fazla önem taşıdığı sinema da, doğal olarak diyaloglar da, karakterin içinden geldiği sosyal kesimin izlerini taşıması gerekiyordu. Kötü adamlar artık bir İstanbul beyefendisi ağzıyla değil, gerçek hayatta ki kötü adamların konuştuğu gibi konuşmaya başlayacaklardı. Bu dönüşüm çok kısa bir sürede tiyatroyu da etkisi altına aldı. Cinsel içerikli esprilere küçümsenerek bakıldığı dönemler çok gerilerde kalmış, küfürlere bile doğallığın bir göstergesi olarak bakılır olmuştu.

Doğallığın sinemaya göre çok daha arkalarda kalıp, duyguların ön planda yer aldığı musiki de ise geçiş, kaçınılmaz olarak çok daha sancılı olacaktı. Öncelikle belden aşağı literatüre uygun bir altyapının hazırlanması gerekli idi. Şu anda müzik sektöründe ki ufak kıpırdanışlar, söz konusu altyapının ilk ürünlerinin vücuda gelmesinden kaynaklanan kıpırdanmalardır. Önümüzde ki günler de uzlaşmazlıkların, karşıtlıkların, düşmanlıkların musikinin ana temasını teşkil ettiği, aşk temasının arka sıralara kaymaya başladığı bir süreç yaşanacaktır. Dönüşüm tamamlandığında musiki de, dünya gerçekleriyle örtüşen, şiddetin kutsandığı, mükemmele daha yakın bir döneme geçilmiş olacaktır.

Aradan çeyrek yüzyıl geçip tüm bunlar yaşanırken; ben hala yalnızım…

Hayır, hayır… Hiçbir zaman içerisinde yaşamadığım fildişi kulelerden bakarak, halkı küçümseyecek değilim. Halka tepeden bakmak suçlamasını taşıyamayacak kadar yorgun hissediyorum kendimi. Sanatın halktan kopuk ve çok yukarılarda olması ne kadar yanlışsa, halkın ayakları altında olmasının da o kadar yanlış olduğunu düşünüyorum sadece. Halkın, onu anlayabilmek için kendini geliştirme ihtiyacı hissettiği bir cazibe merkezi olması gerektiğini düşünüyorum sanatın. Halk kendilerini anlasın diye, ayaklar seviyesine inenlerin, ayakların baş olduğunu görmelerinin de kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum sadece.

Ve ben hala yalnızım; böyle düşündüğüm için…

Evet, evet… Hiç kimsenin olmadığı ıssız bir tepeye çıkarak, tüm gerçekleri haykırmanın hiç bir faydası yok. Yeterli eğitimi almamış olmasına rağmen, şaşmaz bir öngörüyle tüm gerçekleri sezebilen halkımın arasına; düze iniyorum.

Büyük bir öfke ve kararlılıkla tekrar aldığımda kalemi elime; yazının başlığını aslında böyle atmadığımı, editör yayınlamaz kaygısıyla ‘vay’ kelimesini sonradan eklediğimi de belirtmek istiyorum…

 
Toplam blog
: 57
: 1683
Kayıt tarihi
: 29.05.08
 
 

21/12/1966 doğumlu olup Mersin Meslek Yüksek okulu İşletme bölümü mezunuyum. Bir deri firmasında ..