Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

23 Eylül '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Vazgeçilmez bir oyundur her aşk

Vazgeçilmez bir oyundur her aşk
 

Vazgeçilmez Bir Oyundur Her Aşk


Bir sevdaya düşersiniz kimi zaman.

Bir sevdaya düştüğünüzde, neşeyle dolar, yüreğiniz bedeninize sığmaz olur, coşarsınız. Yalnız kalmak istemez, hep konuşmak istersiniz. Telefona sarılır,  pencerelere koşarsınız. Her gün yürüdüğünüz yollara, bindiğiniz arabalara daha sık bakarsınız. Geçtiğiniz sokaklardaki tüm çocuklara karşılık beklemeden gülümsersiniz. Her şey güzelleşir gözünüzde. Her şey iyi olur. Saçlarınızı rüzgâra bırakır, uzakta olsa bile sevdiğinizle duygularda buluşursunuz.

Yüreğiniz gökyüzü olur onu düşündükçe. Bütün hayatınız onun güzelliğiyle dolar, hep birlikte olmak istersiniz. Ama biraz utanır, biraz sıkılırsınız ilk önceleri. Hep korkarsınız yan yana görülmekten, çekinirsiniz elini tutmaktan. Ama sevgi her gün büyür. Sevgi, her gün dal verir bir yana. Duygularınız taştığında yüreğinizden, bütün gücünüzü toplar, titrek sesinizle anlatırsınız sevginizi. Kelimeler yarım yamalak çıkar ağzınızdan. Söylemek istediğiniz birçok şeyi söyleyemez, hep yarınlara kalır bazı sözler. Konuşamasanız da, seni seviyorum diyemeseniz de sevdiğiniz gözlerinizden anlaşılır. İçten bir bakışınız ele verir yüreğinizi. Koşulsuz ve çıkarsız seversiniz. Dünya genişler gözlerinizde. Bir el tutuşuyla bağlanırsınız sımsıkı yarınlara. Hiç bir şeye aldırmaz, söylentilere kulak asmazsınız.

            Çünkü sevince, dünyanın daha güzel olduğunu anlarsınız.

            Çünkü sevince, korkularınızı yenersiniz.

            Çünkü sevince, kendi kişiliğinizi bulursunuz.

            Çünkü aşk, biraz da yaşamın kenarında durup, “ben de varım” diyebilmektir. Yüreğinizdeki tatlı heyecan doyumsuz bir tat verir size. Kimileri, “Olmaz, boş ver” dese de, siz kendi yüreğinizin sesini dinlersiniz. Bütün mantıksal açıklamaları bir kenara itip, koşar adımlarla gidersiniz buluşma yerine. Sanki yüreğinizle koşarsınız. Suskun geçen günlerin acısını çıkartmak istercesine bağırmak gelir içinizden, haykırmak istersiniz sevginizi. Kötü gözle bakamazsınız hiç bir şeye. Her şeyde koşulsuz sevecek bir şeyler bulursunuz. Kötü söz söyleyemez, yalancı olamaz, ihanet edemezsiniz. Gece rüyalarınızı süsler, düşleriniz gökkuşağı rengine bürünür. 

            Uzak kaldığınızda neşeniz kaybolur, konuşmak istemez, yüreğiniz kaskatı kesilir. Dostlarınız sizi mutlu etmek için ellerinden geleni yapsalar da, siz mutlu olamazsınız. Sanki acılarınızı bastırmak istercesine, yalancı sevdanın solgun renkleriyle gülümsemeye çalışırsınız. Ve çoğu kez, bunu kendiniz için değil, dostlarınız için yaparsınız. Çünkü insan, sadece kendisi için yaşayamaz. Ama mutsuzken mutluluk oyunu oynamayı çoğu zaman başaramazsınız. Gülümsemeniz kırılır yüzünüzde. Aynalar kırılır. Siz kırılırsınız. Bakışlarınız yerlere düşer, bakamazsınız. Günler geçmez olur. İyi ki onu bulmuşum diye dua edersiniz. O, bir tanedir size göre. Onun her şeyini sever, sizin için yaratılmış olduğunu düşünürsünüz. Sanki ondan önceki hayatınız boş ve anlamsızmış gibi geçmişi unutursunuz.

Bazen de konuşmak isteseniz de konuşamazsın. Susup kalırsınız nedensiz adreslerde. Sevdiğiniz gözler karşısında ufalır da ufalırsınız. Konuşmak istedikçe unutursunuz söylemek istediklerinizi. Oysa ne çok şey vardır söylenecek gece yarılarında, öğle sonlarında, sabahın ilk saatlerinde. Ama hep ertelersiniz söyleyeceklerinizi. Hatta bazen vazgeçer, “boş ver” dersiniz. Unutmak istedikçe daha da sık görmek istersiniz. Birlikte geçirdiğiniz anlarınız eski bir fotoğraf gibi kalır yüreğinizde. Solmaz ve eskimez. Ve çoğu kez, bakışmak, anlaşmak anlamına gelir.

Ayrılık dayandığında kapınıza, bir sayfa kapanır ömrünüzden. Bir çiçeğin solması gibidir her ayrılık. Rüzgârda savrulan kuru yapraklara benzersiniz. Unutmak isteseniz de unutamazsınız. Unutamazsınız, çünkü yaşanmıştır o günler. Yalan değildir. Her aşk, aslında bizim olan ama yaşayamadığımız bir başka hayattan çalınan kısa bir ömür gibidir.

 

Anlamını yitirdiğinde sevgi büyüsü, zayıf yönleri birden çoğalır sevgilinin, hatta çekilmez olur. Kapılar hızlıca örtülür giderken. Ama ne olursa olsun, yine de unutamazsınız. Dünya yalan diyenlere inanmazsınız. Bazen de, her şeyi olduğu gibi bırakıp gitmek istersiniz. Hatta eve giden yolları değiştirmek geçer aklınızdan. Yalan olan, dünya değil, aşkın bitimidir. Çünkü yalan demek, kaçmaktır, inkâr etmektir, yok saymaktır. Yine bağırmak istersiniz ama bağıramazsınız. Bağırsanız da sesiniz çıkmaz. Aşkın çiçekleri tek tek solar. Her ayrılıkta karşı taraf biraz daha fazla suçludur. Giden kaçmıştır, vefasızdır, terk edendir. Artık rüyalar bile hayal olur. Uyumak isteseniz bile uyku tutmaz gözleriniz. Göçmen kuşlar gibi gitmek gelir içinizden uzak diyarlara. Her gün yaralanır, her gün kanarsınız o şehirde. Hiç bir şeyi bozmadan, olduğu gibi bırakıp gitmek çözüm değildir. Tek başına kalıp,  anılara sığınmak ve leke sürmemek geçmişin güzelliğine yaşadığınız güzelliklere saygınızdan ileri gelir. 

           Her aşkta bir fidan büyür ayrılıklarda yıkılır...

Gözleriniz başka sevda kırıntılarına kayar arada bir. Teselli etmek istersiniz ayrılan insanları. “Yaşam bir oyundur” dersin, “üzülmeyin.”  Yaşamın sonu değildir ayrılıklar. Sımsıkı kapatırsınız perdelerinizi, ay ışığı giremez odanıza, güneşin gölgeleri düşer kapınıza.

            Mutsuzluğunuzu unutup, bir başkasının mutlu olması için uğraşırsınız.

            Ya kendi savaşınız?

Yüreğiniz sallanırken bir boşlukta, tutunacak bir dal aranırken, tatlı bir oyun oynarsınız kendi kendinizle. Olduğunuz gibi değil de, olması gereken gibi davranırsınız. Güzel bir oyundur bu, içiniz dertlerle doluyken, bir başkasının acısına ortak olmaya çaba göstermek. Ayrılıklar yaşamış olanların hep birbirlerine benzediklerini gördükçe, yalnız olmadığınızı görürsünüz. Maskeli oyunun başoyuncusunu kimse tanımaz ama hep birbirine benzer o oyuncular. Aslında siz bir başkasını değil, kendi kendinizi avutursunuz boş odalarda.

            Aynalar tuz buz olmuştur.

            Her ayrılıkta aynalar kırılır.

            İlk günlerinin korkusunu anımsayınca kendine güler, saçma bulursunuz.

            Ve üzülürsünüz, birçok güzelliğin yitip kaybolduğunu duyumsayınca.

            Üzülür ve ağlarsınız.

            “Keşke” dersiniz, “keşke, bütün insanlar hep aşka düşüp sevebilseler.”

            Çünkü bilirsiniz artık, sevmek cesaret işidir.

            Yaşamın en tatlı ve doyumsuz oyunudur sevdaya tutulmak.

            Ve bu oyunun içinde koşturur duyarsınız.

            Gözleriniz uzaklara dalar.

            Saçlarınız rüzgârda dağılır.

            Bir başka sevdaya kadar boşlukta sallanırsınız.

            Ellerinizi rüzgâr üşütür her gece.

            Her gece üşürsünüz siz bir sevdaya düşene kadar.

            Hayat devam eder dışarıda.

Ve özlediğimiz, hep hayalini kurduğunuz her şeyin hiç bir zaman tamamını yaşayamayız. Ve bazı hayatlar hep yarım yamalaktır.

Tıpkı sevdalarımız gibi.

Dostluklarımız gibi.

            Kendi iç dünyamızdaki savaşımız gibi.

            Ve bir gün bu hayata yenilip gittiğimiz gibi.

 Yazar: Mustafa Çifci- www.mustafacifci.com

Kaynak: Bu eser Mustafa Çifci’nin “Akıp Giden Hayat” adlı kitabından alınmıştır. Her hakkı saklıdır. Yazarın yazılı izni alınmadan kopya edilmesi, çoğaltılması, dağıtılması, özet olarak belli bir bölümün başka yerlerde yayınlanması 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasası hükümlerince yasaktır.

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..