Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '18

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Ve Bir Gün Hayal Etti

Ve Bir Gün Hayal Etti
 

Ve bir gün, hayaletlerle dolu evini, o güne değin kırık bir plak gibi tekrarlayıp durduğu ne varsa hepsini, bütün ezberlerini bozarak terk etti. Geride kalan hayaletler, içi boşalmış, işe yaramaz halde şaştı kaldı bu işe. Tozlu rafların, sararmış kitap sayfalarının, kirli çarşafların, yüzü eprimiş koltukların, katran ağırlığındaki kadife perdelerin arkalarına değin baktılar. Onu bulamayınca telaşlandılar. Nereye baktılarsa yoktu. Demek sahiden gitmişti bu sefer.

Geride bıraktıkları, tüm evi, bahçeyi talan ededururken; o, dolu dolu kahkahalarla gülebileceği yeni bir hayatın kapısını çalıyordu. Yanında kendisi için çok önemli saydığı bir şeyi götürmüştü yalnız. Onun kadar önemli olmadığını düşündüğü doksan dokuz şeyi de ardında bırakarak. Şöyle de denebilirdi aslında; yalnız o bir şey dışında kalan  doksan dokuz şeyi, zaten bir ömür boyu fazlasıyla önemsemişti. Bu kez  ve aslında belki de ilk defa yalnız o bir şeyi  içine katarak tam ve bütün olarak çalıyordu kapıyı.

Kapıda onu ilk karşılayan kendisini yeni hayat emektarı olarak tanıtan Şükrü Efendi oldu. Babacan tavrıyla  bir anda sarıp sarmaladı onu. İçi huzurla doldu. Gözlerinin içi, çoktandır unuttuğu bir gülüşün ışığına kavuştu yeniden. Sebep yoktu gülmesi için ya da çoktu fark etmiyordu, gülüyordu sadece. İlk kez gülmek için bir sebep aramadan gülüyordu. Aynaya baktı, sevdi gülüşünü, dişlerini, gülünce yana doğru kıvrılan  ağzının büklümü çok sevdi. Baktığı her şeyde bu gülüşü arar olmuştu. Şaşılacak şey ki buluyordu da. Bu gülüşü ona hediye edecek bir durum, kişi, olay ya da belki de kayda değer hiç bir şey olmasa da gülüyordu. Gülme hastalığına yakalandım galiba diyordu. İlk defa bir hastalığı seviyordu, ondan çekinmiyordu.

“İyi ki,” diyordu. “İyi ki yakalanmışım.”

Yeni hayatına adım attığı andan  bu yana, ondan yardımını esirgemeyeceğini, “                Ben hep sana eşlik edeceğim,” diyerek anlatmıştı Şükrü Efendi. “Meraklanma rahatsız edecek değilim. Sen yok say beni. Yalnız ne zaman ihtiyacın olursa sahip olduklarına şükret yeter ki, ben hemen  gelirim.” demesi de rahatlatmıştı onu. İyi niyetli de olsa şimdilik her hangi bir yönlendirmeyle hareket etmek de istemiyordu. Yeni bir tuzak istemiyordu yeni hayatında.

İhtiyar uzaklaşırken, nedense ona güvenebileceğini hissediyordu. Dışarıda yağmur başlamıştı. Gün boyu yol aldığı halde yorgun değildi. Kendini yalınayak dışarı attı. Yağmurun altında sabaha değin dans etti, şarkı söyledi. Hem de ilk kez kendi şarkısını söyledi, hem de korkmadan. Sesi öyle güzel, öyle yumuşaktı ki, ılık iklimlerin rüzgarlarını taşıdı yeni hayatına. Mevsimler değişiverdi sonra ansızın.  Kış,  yaza döndü, her yan çayır çimen oldu. Ağaçlar salkım saçak çiçek açtı, kuşlar kanat çırpıp selamladılar onu.

 “Hoş geldin,” dediler. “Bekliyorduk biz de seni, ne iyi ettin de geldin.”

 Eski hayatında alışık olmadığı  sözlerdi. Yine de biliyor gibiydi. Nereden anımsıyordu doğrusu, bilemedi. Şunu biliyordu yalnız. İçinde ne varsa şimdi, dışında da o vardı.

“Demek ki bir zamanlar diye düşündü. Demek ki bir zamanlar… “ diye düşünürken de uykuya daldı.

Eski evinde onu bulamayan hayaletler, düşlerine yeniden sızıp onu o köhne ve mağdur hayatına geri çekebilmek için uğraşıp duruyorlardı. Ne çıkarları vardı bu işten denilebilirdi tabii ki. Bu hayaletler, onun üzüntüsüyle beslenir, gözyaşlarıyla yıkanır, acılarını giyinirlerdi. Eh daha da ne olsundu ki? O üzgünken, acı içindeyken, ağlarken, kıvranırken her birinin karnı tok, sırtı pek oluyordu böylelikle. Gerçek olamazdı tüm bunlar.

 Düşde ”Düş görüyorum herhalde,” dedi.

Kendini yine o eski sokağın kıvrımına saparken gördü.

Sokağın diğer ucundan onu gören hayaletler; “Saçmalıyorsun,” diyordu. “Saçmalıyorsun lütfen dön, senin yerin, yuvan burası.”

Bunu söylerlerken her biri tam da sevdiği, tam da istediği hallere bürünüyorlardı. Defalarca denemişti. Her seferinde yolun tam da burasına gelmişken geriye bakmış ve yine kanmıştı onların bu yapmacıklı hallerine.

“Denenmiş, denenmez,” dedi kendi kendine.

Bu düşüncesi için şükretti. Şükrü Efendi göründü birden yanı başında.

“Sakın arkana bakma, hadi yoluna,” diye  yüreklendirdi.

 Düşünden uyanıverdi aniden.

Yolun bundan sonrası daha da çetindi. Ama  kararlıydı, göğüs gerecekti tüm zorluklara. Artık geri dönmesi mümkün değildi. Düşünden uyanmıştı bir kere. Yürüdü, yürüdü, günler, geceler boyu. Gitgide azalıyordu hayaletler. Arada sırada biri ikisi, eskisi kadar olmasa da yine de çıkıyordu karşısına. Hala diretiyorlardı üstelik.

“Yapamazsın sen, başaramazsın sen,”” diye. “Saçmalama,” diye.

 “Evet,” dedi. “Belki de saçmalıyorum. Ama bu da hakkım.”

İlk kez gözlerinin içine baka baka, hem de korkmadan konuştu hayaletleriyle. Sonrasında olanlaraysa iyice şaştı kaldı.

Bir mola sırasındaydı. Önceki hayatı bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Hayaletlerini düşündü. Korkudan zangır zangır titremesi için onların isimlerini bile duyması yeterdi. Ve öyle çoktular ki. En güçlüsü ve her şeye hükmedeninin adı korku idi. Çok güçlüydü korku, öyle ki istediği kılığa girebilir, istediği oyundan rol çalarak hayatı ona zehir edebilirdi.  Kimi zaman işsiz kalma korkusu olur günlerce süründürür, el etek öptürürdü. Kimi zaman parasız kalma korkusu olurdu. En kötüsü de sağlığını kaybedeceği korkusuyla ya da yalnızlık kılığına girdiği zamandı ki bunlarla şimdiye değin başa çıkmak şöyle dursun, yakınına bile yaklaştıklarında dizlerinin bağı çözülürdü. Sırf yalnız kalmasın diye kimlere kimlere katlanmıştı. Oysa şimdi, hiç birini dert etmiyordu. O dert etmeyince korku öyle zayıfladı ki, bakımsızlıktan ölecek bir haldeyken topladı diğer hayaletleri de.

 “Gidiyoruz,” dedi onlara.

 Korkunun halini gören diğerleri de fazla direnemediler.

“Affet,” dediler. “Affet bizi. Sana hayatı zehir ettik. Ama kendini de affet, çünkü sen izin verdin, sen yüz verdin bizlere.”

 İlk kez içinde kin ve öfke duymadı hiçbirine.  Önceleri bilmezdi, affetmeyi  de öğrendi yolculuğu sırasında.

“Tamam,” dedi hayaletlerine.

 Böylece kendisine bunca sene eziyet eden ne varsa  affetti ve  hayaletlerinden sonsuza kadar kurtuldu. Sonra herkesi affetmesi gerektiğini hisseti ve herkesi affetti.

“Şükür,” dedi. “Çok şükür.”

Şükrü Efendi geldi. “Hadi yoluna dedi, hadi yoluna. Daha yapacak çok işin var, çok yer görecek, çok insan tanıyacaksın. Oyalanma.”

 “Yarın giderim,” dedi. “Acelem yok.”

“Erteleme hayatı,” dedi Şükrü Efendi.

 “Doğru,” dedi. “Yolcu, yolunda gerek.”

 “Bundan sonra,” diye ekledi Şükrü Efendi. “Yol uzun, düş, ama kalk ve yine yürü. Merak et, çocukluğundaki gibi. O zaman keşfedersin hayatın şifrelerini.

 O, Şükrü Efendi’nin çocukluğunu da bilmesine çok şaşırdı.

 “Bunda bilinmeyecek bir şey yok,” dedi yaşlı adam. “Bütün çocuklar merak eder ve merak ettikleri için keşfederler.”

Tam gidecekti ki geri döndü Şükrü Efendi. Onun gözlerindeki minnet dolu bakışları bir kez daha görebilmek için. Ellerini ellerinin arasına aldı.

“Sana bir soru sorsam, içinden geldiği gibi yanıtlasan sen de olur mu,” dedi.

 “Evet,” dedi. “Tabii ki.”

“Bundan sonra yaşayacaklarını hesaba katarsak hayatının sonuna geldiğinde dolu dolu yaşadım diyebilmek midir derdin, yoksa dolu dolu yaşamak mıdır?”

Hiç düşünmeden yanıtladı, “Dolu dolu yaşamak,” diye.

“O halde sen aşkı hak ettin. Git şimdi, aşk ol ve onu paylaş.”

“Nasıl,”  dedi.

“Bunun için hayal etmen  ve  hayallerinden vazgeçmemen gerek.”

 Gözleri, bu kez sevinçten ve mutluluktan doldu. Sarıldı yaşlı adama.

 Şükrü Efendi “Hadi,” dedi. “Hadi, yola çıkma vaktidir. Bana ne zaman ihtiyaç duyarsan; o geride bıraktığın doksan dokuz şeye karşılık, yanında getirdiğin tek şeyi hatırla, yalnızca bu, yeterlidir.”

 
Toplam blog
: 35
: 330
Kayıt tarihi
: 27.02.14
 
 

“Hikayeler hep aynı hikaye” diyorsan ve değiştirmek istiyorsan… 1969 yılında Ayvalık'ta doğdu..