Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '07

 
Kategori
Öykü
 

Ve düşmedi o lanet bavul

Ve düşmedi o lanet bavul
 

Otobüs, yolun belli belirsiz çukur ve tümseklerine düşüp çıkışının yarattığı titreşimlerle sarsılarak gidiyordu. Hızla... Yolcularının çoğunu acemi eğitimlerini tamamlayıp dağıtım iznine çıkmış askerler oluşturuyordu. Birliklerine Şubat ayında katılmış olmalıydılar. Saçları aynı biçimde kısacık kesilmiş olmasa, boyunlarında künye plakalarının birörnek zinciri görünmese, orada burada ufak tefek askeri eşyalar göze çarpmasa, yüzlerinde, traşlı enselerinde ve ellerinde Şubat ayazının üstüne eklenmiş bahar güneşinin yanıkları seçilmese, kendi aralarında kısık sesle yaptıkları sohbetlerde askeri jargona ait kelimeler kulağa çalınmasa sadece yüzlerindeki tedirgin ifade bile kolayca ele verirdi asker olduklarını. Uzunca bir ayrılıktan sonra sevdiklerine kavuşacak olmanın sevincinden çok izin sonrası çıkacakları görevin arife yorgunluğu vardı üstlerinde.

Yaşından büyükçe bir ciddiyet taşıyan biri, “adamdaki şansa bak yav, Pendik’e, tam da benim balık tuttuğum yere düştü” dedi, yanındaki, suratına biraz büyük gelen gözlüklerini çıkarsa yeğenlerimden birine ikizi kadar benzeyecek arkadaşına. Hayıflanmayla karışık bir gülümsemeyle karşılık verdi öteki sadece. Bu kadarcıktı bir tarafı eksik diyalog. Arka sıralardaki koltuklardan acemi birliğinde çavuştan işitilen azarlara, acısı unutulup hatırası kalmış tokatlara ilişkin bir sohbetin kimi öğeleri eksik cümleleri duyuluyordu arada bir.

Hemen arkamdaki koltuklarda iki kadın aralarında gidecekleri adrese en kısa yoldan ve zaman kaybetmeden ulaşabilmeleri için hangi durakta inmeleri gerektiği üzerinde tartışıyor, kendi kendilerine içinden çıkamadıkları seçenekler için de muavini yardıma çağırıyorlardı. Muavin elinden geldiğince açıklamaya çalışıp bir türlü tamamlayamadığı uykusuna dönebilmek için hemen uzaklaşıyordu oradan.

Otobüsün tavanındaki raflarda yolcuların çantaları, içerinin sıcağına fazla gelip çıkarılmış ceketleri ve hediyelik eşya torbaları görünüyordu. Aracın sarsılmasıyla bunlardan biri aşağı sarkıyor, örneğin bir ceket kolu uzanıyordu birinden yardım ister gibi. Ceket kolunun içinden herhangi bir el çıkmadığı için korkutucu bir hava vermek amacıyla tuhaf ve hayaletimsi bir görüntüsü olduğunu söyleyebilirdiniz sahneyi tasvir etmek isterseniz. Önümdeki koltukta oturan adamın başının üstündeki rafta büyükçe bir bavul, otobüsün yolun sağa eğimli bölümlerine girdiği sırada kendi aşağı bırakacakmış gibi eğreti biçimde duruyordu. Ha düştü ha düşecek derken araç bu kez sola doğru eğiliyor böylece bavul da tekrar yerine yerleşiyordu.

Önümdeki koltukta, bavulun altında ve büyük olasılıkla onun sahibi olan yolcu deliksiz bir uyku çekiyordu. Oturduğu yere zor sığabilen adam her türlü sarsıntıya, yanımızdan hızla gelip geçen arabaların canavar düdüklerinin gürültülerine, evlerine ya da suyun ücretli olduğu başka herhangi bir yere nazaran hayli sık susayan yolcuların isteklerine yetişebilmek için daracık koridordan ikide bir öne arkaya gelip geçerken koltuktan dışarı taşmış omuzuna çarpan muavinin darbelerine rağmen büyük bir azimle uyuyordu. Her türlü koşulda uyuyabilen insanlara kızmak gibi pis bir huyum vardır. Böyle uyuyabildiği için adama çok kızdım ama bir o kadar kıskanmaktan da alamadım kendimi. Hareket eden hiçbir taşıtta uyuyamam. Yol ne kadar uzun olursa olsun, ben ne kadar uykusuz olursam olayım o da ancak bölümler halinde birkaç dakikalık tavşan uykusuyla yetinmek zorunda kalırım yolculuklarda. Adamı kıskanmam o yüzden. Bir de ne biliyim, adam kalksın etrafına bi baksın, dünyada neler oluyor, bu askerler nereye gidiyor, küresel ısınmanın sonu nereye varacak, cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl bir sonuca bağlanacak falan gibi şeyleri biraz düşünsün istedim. Ben bütün bu hayati konulara kafa yorup uykularımı ertelerken adam oralı olmadı hiç. Kızgınlığım en çok da bunaydı.

Sonra uyandı. Arkaya yatma kapasitesini sonuna kadar kullandığı koltuğunu düzeltmeden –ki bu durumda koltuk beni hareketsiz hale getiriyordu nerdeyse- muavini çağırıp, “bir su bir neskafe” dedi. Hani pahalı bir restoranda oturursunuz da kalkarken garsona yüklüce bir bahşiş bırakmayı planlarsanız ya, adamın edasını ancak o halde takınabilirsiniz. “Bi su bi neskafe” ha, hem de ikisi birden, hem de aynı anda!.. Altı üstü şehirlararası bir otobüsteydik. Bu emri duyup bu edayı görünce iyice sinir oldum adama. Sırf rahatını bozmak ve servis görevlisi sevimli çocuğun adına küçük bir intikam almak için ensesine doğru eğilip, “beyefendi, koltuğunuzu biraz düzeltebilir misiniz!” dedim. Suratıma henüz uyanılmamış bir uykunun şaşkınlığı ve emrinin bir karşı emirle kırılmış olmasının dışa vurulamayan kızgınlığıyla bakıp bir lütufta bulunurcasına şöyle yarım karış kadar kaldırdı koltuğunu.

Gözüm hep o kendini aşağı bırakmaya meyilli bavuldaydı. Başka durumda kimseye söylemeden yerimden kalkar onu sağlamca yerine iteklerdim ama şimdi aksine, bavulun düşmesi için dua ediyor, ayrıca ona dikkatle bakarak sanki gözlerimde telekinetik bir güç varmış gibi aşağı düşürmeye çalışıyordum. Bir düşse tam da sahibinin kafasına inecekti ki benim de şu anda en büyük dileğim buydu. O mübarek kendini aşağı bir bıraksa küçük bir kriz çıkacak ama bu şekilde otobüsün tekdüze havasına da bir renk gelecekti. Hem bu duyarsız ve uykucu adama esaslı bir ceza, hem de o gülümsemelerini tezkere sonrasına ertelemiş askerlere tam dışarı vuramasalar da güzel bir kahkaha nedeni olacaktı. Ama o kararsız bavulumuz, yüksek bir yere çıkıp da sırf arkadaşlarına gösteriş için “ben buradan atlayabilirim” deyip korkusundan bir türlü atlayamayan çocuklar gibi geri çekiliyordu raftaki yerine.

Varacağımız yere yaklaşırken karşı tarafta hemen hizamdaki askerler derin bir sessizliğe gömülmüşlerdi. Gözlüklüye yeğenime ne kadar çok benzediğini söylemeyi geçirdim içimden, sonra vazgeçtim. Bölükteki arkadaşının Pendik’e düştüğünü söyleyip onu kıskanan askere kendisinin nereye düştüğünü sorsam mı diye düşündüm, ondan da vazgeçtim sonra. Arkamdaki iki kadının inecekleri yeri muavine defalarca sorup bir türlü akıllarında tutamamalarına takıldım bir ara. Onlara da kızdım içimden ama bu onlardan herhangi bir şekilde intikam alma duygusu uyandırmadı içimde nedense. Sadece eğer bir daha sorarlarsa elimde bir kağıt - kalemle koltuğumdan kalkıp bir askeri kurmay heyetin düşman cephesini yarma harekâtını planladığı andaki ciddiyeti ve ayrıntılı krokilerle inecekleri yeri uzun uzun anlatmaya karar verdim. Neyse ki sormadılar.

Otobüsümüz terminale yaklaştı. Arkamdaki kadınlar binecekleri servisin adını kendi kendilerine tekrarladılar. Askerler birbirlerine hayırlı tezkereler diledi. Kendileri benim onları gözleyip düşündüğümün farkında değillerdi büyük ihtimalle ama içimden “hepinize hayırlı tezkereler, inşallah gittiğiniz gibi dönersiniz” dedim.

Yerine sığamayan adam hâlâ uyuyordu. Herkes son anda unutmamak için raflardaki eşyalarını yanına alıp son bir kontrolden geçirdi. Adamın yine hiç acelesi yoktu, sanki dünyaya önceki gelişlerinde hiç uyumamış da bu defaki hakkını sırf uyumak için kullanmaya gelmiş gibiydi.

Ve bir türlü düşmedi o lanet bavul!..
 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..