Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '11

 
Kategori
Siyaset
 

Ve gerçekler, Osmanlı Cumhuriyete enkaz mı devretti? Ne yani devretmedi mi! (6)

Ve gerçekler, Osmanlı Cumhuriyete enkaz mı devretti? Ne yani devretmedi mi! (6)
 

Osmanlı Bursa'sında bir tekstil fabrikası


Dilin kemiği olsaydı eğer,  ‘Modern Cumhuriyet’in, “3-5 eğitimsiz genç teröristtin hakkından gelebilmek için, 10-15 yılda, milyon sayıdaki ordumuza yüzlerce milyar dolar harcadık!” ifadesini kullanırken; döneminin güçlü devletlerinin, yüz yıl boyunca gırtlağına yapıştığı ve aynı anda; Afrika, Balkanlar, Kafkaslar ve Arap çöllerinde cephe açtığı ve bir asırda ancak yere çökertilebildiği Osmanlı gerçeğinin karşısında, “El insaf!”   diyecekti.

“Osmanlı Cumhuriyete bir enkaz mı devretti?” Sorusuna geçmeden evvel,

Osmanlı geri kalmış bir tarım toplumu muydu?” sorusunun cevabı verilecektir.

Cevabı, Harvard Üniversitesinde görevli Prof. Donald Quataert, “Ottoman Manufacturingin the Age of the Industrial Revolution” İsimli eserinde vermektedir.

Merak edenler olursa, bizde de binlerce (Prof. Doç. Dr.) Doktora yapmışlar arasında araştırmacı öğretim görevlilerinin de olduğunu ifade edelim.

...

Rize şehrinde, dokumacılar, her zaman, yüksek kaliteli dokumaların üretimine yönelmişler, hatta 1855 Paris dünya Fuarı’nda Rize kumaşları, birincilik ödülü almıştı. Ayaklı tezgâhlarda üretilen kumaşlar çeşitli kalitelerde çıkıyordu ve her biri beş topluk birimler halinde satılıyordu. Rize de üretilen 40 farklı tür kumaş vardı ve ‘altınbaş’ adı verilen en kaliteli dokuma, şehirde dokunan en ucuz kumaşların 17 katı fiyata satılıyordu...” (s.177)

...

Maraş şehrinde, 1850’lerin sonlarına doğru dokumacılar, yalnızca pamuk veya yün, kaba, çizgili bir tür kumaş üretiminde yoğunlaşmışlardı. 300 tezgâhta, büyük çoğunluğu Müslüman 1.000 tane “zanaatkar”, ucuz ve sağlam bu kumaş üretiyordu, böylece şehir “bölgede şöhret kazanmıştı”.

Bu tarihten bir süre önce, Manchester ipliği kullanmaya başlamışlar, elle eğirilen yöre ipliği kullanımını neredeyse tamamen bırakmışlardı, bundan dolayı yöredeki üreticiler de pamuk yetiştirmekten vazgeçmişti. 20. Yüzyıl başlarında, Maraşlı dokumacılar, yılda, 292.000 kg ithal kırmızı-beyaz iplik ile yörede eğirilmiş 46.000 kg ipliği kullanıyorlardı. Aktif tezgâh sayısı, 1850’lerden itibaren son derece hızlı bir şekilde, beş-yedi kat artmış, 1907 yılında 2.000’e ulaşmıştı.

Antep’in uluslararası ihracatı 18. Yüzyıl sonlarında sona ermişti, ama şehrin tekstil sektörü önemini kaybetmemiş, artık Osmanlı pazarına yönelmişti. 1850’lerin sonlarına doğru, çok sayıda Antepli, dokumacılık, kumaş boyama ve deri tabaklamaları yapıyordu. (s.182)

...

19. yüzyıl sonlarında, çeşitli faaliyet yerlerinde ipekçilik kolunda çok sayıda kişi istihdam ediliyordu. Bursa yöresinde, 1900 yılı dolaylarında, 150.000 kişi, tam zamanlı veya yarı zamanlı olarak bu sektörde çalışıyordu; Lübnan bölgesinde de, sektör, aşağı yukarı aynı sayıda kişiyi istihdam ediyordu. Bu sayılara, Halep ve Diyarbakır’da ipekli kumaş üreten dokumacıları, ayrıca Edirne, Selanik ve başka bölgelerde iplik eğirenleri ilave etmeliyiz.

Toplam olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda 400.000’den fazla kişi bu sektörde çalışıyordu. Ne var ki, ipekçilik sektörünün önemi, yalnızca çalışan sayısında değildir.

19. Yüzyılda sektörün geçirdiği evrim, Osmanlı imalatçılığının canlılığı ve Batı ekonomileri ile Ortadoğu ekonomilerinin etkileşimi hakkında bize pek çok şey öğretmektedir.

Dokumacıların yeni koşullara ayak uydurma gücü ve dirençliliği ile Osmanlı ipekli kumaş üretiminin 19. Yüzyıldaki genişlemesi, Osmanlı imalatçılığının can çekiştiğine ilişkin kabullerin temelsizligini çok iyi ortaya koymaktadır.

İpek iplik üretim kolunun öyküsü de, Osmanlı imalatçıların uluslararası ihracat pazarlarında hangi koşullar altında rekabet ettiğine çok iyi bir örnektir. (s.195)

...

Birbirlerinden çok uzak yerlerde birkaç tane fabrika vardı. İlk özel iplik fabrikası muhtemelen Harput’takiydi: Bu fabrika, daha 1864’te faaliyetteydi. Burada Avrupa makineleriyle pamuk ipliği (ayrıca ipek kumaş ve pamuklu dokumalar) üretiliyordu ve bu iplik bir hayli rağbet görüyordu. Makine ekipmanıyla ilgili sorunlar üretim yapılmasını güçleştirirse de, bu fabrika dönemin sonuna kadar pamuk ipliği üretimini sürdürdü.

Çok sonraları, 1899 yılında, devlet Sivas veya Ankara yöresinde, buhar veya su gücüyle işletilecek bir iplik fabrikası kurulması için imtiyaz verdi.

Elâzığ’da 1903 yılı civarında kurulmuş, başarıyla üretimini sürdüren bir fabrika ve Gelibolu’da 1913’ten önce bir tarihte kurulmuş bir başka fabrika vardı. Bir Müslüman, Manisa’nın ilk iplik fabrikasını 1910’da kurmuştu; 1911 yılında bir İngiliz vatandaşı Manisa’da bir başkasını açtı.

Makineyle iplik üretimi

İstanbul,18. yüzyıldan beri İzmir’de oturan bir İngiliz-Fransız ailesi, İstanbul’da Yedikule’de bir iplik fabrikası kurmuştu. Aile mensupları, fabrika kurma imtiyazını 1886’da almışlar, yaklaşık iki yıl sonra da fabrika açılmıştı. Fabrika, ucuz emek ve imparatorluk içi ticaretten alınan vergilerden muafiyeti sayesinde, iş hayatına parlak bir giriş yaptı. 1890 yılında, fabrikada eğirilen iplik miktarı yaklaşık 1,1 milyon kg.’dı (240.000paket) ve 1897 yılına gelindiğinde, bu fabrikada üretilen düşük kalite iplikler İngiliz ürünleriyle rekabet edebiliyordu.

Fabrikadaki 9.000 çıkrık, Osmanlı tüketicilerinin taleplerini karşılamak üzere, genellikle 3-8 numara, bazen 2-14 numara iplik üretiyordu. Fabrika, Bulgaristan, Mısır, Hindistan, hatta ABD’de önemli ihracat pazarları buldu.

Bir süre, Osmanlı Devleti’ne ait basmahanenin iplik ihtiyacının büyük kısmını karşıladı. Mayıs 1900’de, fabrika, haftada yalnızca iki gün çalışıyordu. 1901 yılında ise, üretim patlaması yaşandı, 2,2milyon kg. (7 milyon kuruşluk 500.000 paket) rekor düzeyine ulaşıldı.

İzmir

İzmir’de bir Fransız ailesi, 1892 yılında buhar gücüyle çalışan bir iplik fabrikası kurdu: Couinery et fils. Bu fabrikanın üretimi iplik ithalatını derhal azalttı. 1901 yılında, 8.000 çıkrıkta yılda bir milyon kg. yerel pamuk işleyen fabrika, İzmir hinterlantlında ve Ege Adaları’nda 8-14 numara iplik satıyordu.

Bu tarihte, 8-10 numara İtalyan ipliklerine ciddi bir rakip haline gelmişti. 1900 yılında fabrikanın iplik ihracatı 307.000 kg. düzeyindeydi... Bir Belçika anonim şirketi 1903 yılında firmayı satın aldı. Birkaç yıl sonra ürettiği ipliğin bir kısmını özel düşük bir gümrük vergisi ödeyerek Bulgaristan’a ihraç etmeye başladı…

İzmir’de ikinci bir iplik fabrikasının kurulduğu 1912 yılında, üretimi on yıl öncesine göre yüzde 20-40 arasında artmıştı. Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman, iki fabrikada toplam 28.000 çıkrık çalışıyordu

Adana bölgesi

Adana bölgesi, büyük bir işgücü sıkıntısı yaşamasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nda fabrika ipliği üretiminde ikinci sıraya yükselmişti. Birinci Dünya Savaşı çıktığı sırada Mısır’dan sonra Ortadoğu’nun en çok pamuk üreten bölgesinin ortasında büyük bir sanayi kompleksi bulunuyordu...

Yalnız Adana’da 600, Tarsus’ta ise 300 çırçır makinesi vardı...

60 çırçır makinesi sahibi olan Mavrumati ailesi, daha 1878 yılında ilk iplik eğirme fabrikasını kurmuştu. Tarsus’taki fabrika su gücüyle çalışıyor, 2.700 çıkrıkta 4-18 numara iplik üretiliyordu.

1890’larin ilk yarısında fabrika, yılda yaklaşık bir milyon kg. iplik üretti. 1900 yılına gelindiğinde, Tripani kardeşler, buhar gücüyle çalışan ikinci bir fabrikayı Adana’da kurdular. İki fabrika, günde toplam 8.100 kg. civarında iplik üretiyordu. Bölgenin Mersin’den deniz yoluyla ihraç ettiği iplik, o sırada 3,5 milyon kuruş dizeyindeydi.

Ayrıca, kervanlar, Anadolu’nun iğlerine aşağı yukarı ayni miktarda iplik taşıyorlardı. İki fabrika da giderek üretimlerini arttırdı ve 1902 yılında, 1.000 balya gibi çok büyük miktarda yerel pamuk işlemelerine rağmen, siparişleri karşılayamıyorlardı.

Ama 1903 yılında Avrupa’da yaşanan pamuk sıkıntısı yüzünden, fiyatları iki katına çıkan bölge pamuğu Batı’ya ihraç ediliyordu. Fabrikalar üretimi kıstı, düzenli istihdam edilen işgücü yarıya indirildi.

1907 yılına gelindiğinde, piyasalar yeniden canlanmıştı. Bu sırada bölgede artık üç tane iplik fabrikası bulunuyordu. Yeni fabrikayı, yine Adana’da, Cosma Simyonoglu almıştı. Fabrikada 3500 çıkrık vardı. Üç fabrikadaki toplam çıkrık sayısı 16.000’di. Yıllık üretim kapasitesi ise yaklaşık 1,6 milyon kg. iplik düzeyine ulaşmıştı. Mısırlı bir Müslüman olan Rasim Dokur, 1901' de Tarsus’ta yeni bir iplik fabrikası kurdu; bu fabrikada üç yıl sonra 10.800 tane çıkrık bulunuyordu.”

Adana’daki bir fabrika çıkrık sayını 10.000’e çıkardı, 12 saatlik işgününde yaklaşık 4.000 kg. (800-1000 paket) 10-12 numara iplik üretiyordu.

1914 yılında, Tarsus ve Adana’daki iplik ve dokuma fabrikalarında toplam 42.000 çıkrık vardı, bu çıkrıklar 10.000 balya yerel pamuk kullanmıştı. 20 numaraya kadar iplik üretiliyordu ama ağırlık 0-14 numaralara verilmişti. Sektörde canlılık yaşandığı yıllarda dört fabrika, bölgede üretilen pamuğun yüzde 40’ını tüketiyor ve günde 72.000 kg. iplik üretiliyordu. Buda, 1900 yılında bölgedeki iki fabrikanın yaptığı üretimin dokuz katı demekti. Ama fabrikalar, kendi bölgelerinde bile rekabette zorlanıyordu.

Çünkü bölgedeki el tezgâhlarında peşkir ve çarşaf üretilirken, “hem yerli, hem de yabancı iplikler, özellikle İtalyan iplikleri” kullanılıyordu.  Fabrikalar, gerçi Trablusgarp Savaşı’ndan ve İtalya’yla ticari ilişkilerin geçici olarak kopmasından karlı çıktılar ama İtalyan rekabeti daha fazla büyümelerini engelledi.

Selanik ve Makedonya

Makedonya, iplik fabrikalarının en yoğun olduğu bölgeydi. Osmanlı ekonomisi, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bu bölgeden yoksun kalacaktı. En eski fabrika Niausta’daydı ve 1870’lerin ortalarında kurulmuştu. 1900’den sonra beş iplik fabrikası daha açıldı.  Küçük fabrikalardan ikisi, yılda 364.000 kg. iplik üretiyordu.

Selanik şehrindeki iki fabrika1878 ile 1885 yılları arasında kurulmuştu. 1885 yılında yıllık toplam üretimleri 540.000 kg.’dı. İngilizlerin işlettiği bu iki fabrika, imparatorluk içi nakliyatta alınan vergilerden muaf tutuluyordu.

1880’lerde her yıl yüzde 25 oranında üretimini artırdı. 1906 yılı civarında Makedonya iplik fabrikaları, 42.900 Çıkrığa sahipti ve yılda 2,9 milyon kg. iplik üretiyorlardı. 1909 yılına gelindiğinde, çıkrık sayısı 60.000’e çıkıştı. Sonra, Selanik Niausta, Karaferia ve Vodena’daki on fabrikada, 70.000 çıkrık (1914 yılı civarında Adana bölgesinde çıkrıklardan 28.000 daha fazla) bulunuyordu.

Selanik fabrikaları hariç, Makedonya’daki fabrikalar 2-3milyon kg. ham pamuk tüketiyordu. Çoğu fabrika, pamuğu bölgedeki çırçır atölyelerinden alıyordu. Örneğin, Serez sancağında 100 çırçır atölyesi vardı.

Bu atölyeleri işletenler, pamuk üreticilerine avans veriyor, hasat zamanı pamuğu alıyor ve doğrudan doğruya fabrika sahipleriyle görüşüyordu. Makedonya’da pamuk üretimi, kurulan fabrikalardan dolayı artmasına rağmen, yükselen talebi karşılayacak düzeyde değildi.

Dolayısıyla, fabrikalar, İzmir, Adana, hatta Halep’ten pamuk alıyorlardı. Örneğin, 1904 yılında, Suriye’den Selanik ve Niausta limanlarına 900.000 kg. ham pamuk gönderildi.

...Fabrikalar, bölgenin iplik ihtiyacının dörtte birini karşılıyor, ayrıca başka pazarlara da satış yapıyorlardı.

….

Bazı Osmanlı imalatçıları, makinede iplik eğirme ve kumaş üretme, daha sonra laboratuvarda üretilen boyarmaddeler gibi yeni teknolojileri benimsemeyecekti. Maliyet düşüren teknolojilerin benimsenmesine engel olan toplumsal seçimler yapıldı.

Mevcut ilişkiler, bazı zanaatkârların gereken değişikliklere yönelmesini önlüyordu, örneğin lonca boyayıcılarıyla lonca dokumacılarının ilişkisi böyleydi. Bu örmekte, fabrika boyalarının kullanmaya başlanması, iki grup arasındaki toplumsal ilişkileri sarsacaktı. Benzer şekilde, eve iş verme ağları, pek çok tekstil merkezinde teknolojik yenilikleri önledi.

Ev sanayiinin genişliği, makine üretimi yapacak fabrikalara yatırımı riskli hale getiren fiyat-ücret yapıları anlamına geliyordu. Yani, fabrika iplikleri, kumaşları ve boyaları kullanan karmaşık dolaşım ağları ortaya çıkmıştı ve bunların varlığı, mekanizasyon yoluyla olacak sınai gelişmeyi engelliyordu.

19. yüzyılda Osmanlı sanayiinin evrim örüntüsünü açıklamakta, Hint ve Japon deneyimleri bize yardımcı olabilir.

Japonya’da, kırsal girişimcilerden oluşan homojen bir tüccar gono sınıfı, piyasayı hem dikey, hem de yatay olarak sıkı kontrol altında tutuyordu. Japon şehirlerinin yiyecek ihtiyacını karşılayarak sermayelerini oluşturmaları ve artığı büyuk ölçekli sanayi üretimini finanse etmekte kullandılar.

Ama Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Hindistan’da, yabancı ve yerli tüccarlar, piyasayı hem yatay, hem de dikey olarak parçalamışlardı.

Dolayısıyla, ekonomi merkezi  ile bütünleşmiş değildi. Ekonominin bu niteliği, herhangi bir tüccar grubunun, daha çok sanayileşmeyi sağlayabilecek sermaye birikimi yapmasını engelliyordu.

En azından Osmanlı örneğinde, Türk, Rum ve Ermeniler arasındaki etnik bölünme, muhtemelen, piyasayı daha çok parçalıyor ve sermaye birikimini daha da zorlaştırıyordu. Osmanlı sermaye sıkıntısını derinleştiriyordu. Tüccarların parçalanmış bir piyasayı paylaşması ve küçük tarımal üreticilik, Osmanlı sanayiine yatırım için çok yetersiz sermaye olması anlamına geliyordu.

Pek çok imalatçı, toplumsal seçimlerinden dolayı değil, kontrolleri dışındaki faktörler yüzünden başarısızlığa uğramıştı. En girişimci bir iplik veya dokuma üreticisi bile, hammadde olmadan çalışamaz.

Yukarıda gördüğümüz üzere, birçok girişimci, uluslararası fiyatların yükselmesiyle boyarmaddelerin ülke dışına gitmesi yüzünden sıkıntıya düşmüştü.

Daha sonra, Amerikan iç Savaşı ve 20. yüzyıl başlarında, Osmanlı ve yabancı tüccarlar doğrudan ham pamuk ihracatına ağırlık verince, elle iplik eğirenler ve dokumacılar hammadde sıkıntısı çekmişti. (s.287)

Bazı önemli üretim merkezleri politik nedenlerle ağır darbe yemişler veya ekonomideki yerlerini kaybetmişlerdi.

Diyarbakırlı dokumacılar, Mehmet Ali Paşa çevrelerindeki toprakları işgal edince, Bağdatlı müşterilerini kaybetmişlerdi (sonradan tekrar kazandılar).

Kayserili tüccarlar ile Karadeniz’de onlar için iplik ve dokuma üretenler, Osmanlı Devleti 1828-1829 savaşı sırasında sınırları koruyamayınca, çok ağır kayıplara uğramıştı.

Bunun üzerine, Trabzonlu tüccarların, Osmanlı mallarını Abaza’ya ihraç etmeyi bırakıp, İstanbul yoluyla Avrupa mallarını ithal etmeye başlaması, politik, diplomatik ve askeri olayların yarattığı koşullar altında rasyonel bir seçimdi.

Ama bu, Osmanlı imalatçıları için felakete benzer sonuçlar doğurdu. Manchester müthiş bir sorundu, ama Rusya sınırları kapanarak Osmanlı ürünlerinin satışının engellenmesi aynı ölçüde büyük bir sorundu.

1877-1878 ve 1897-1898 savaşlarındaki yenilgiler de, zaten ekonomik olarak zor bir dönem yaşayan Osmanlı imalatçılarının geleneksel pazarlarını ve müşterilerini kaybetmelerine neden oldu.

Bir bölgedeki imalat kolu artık faaliyet gösteremez olunca, o sektörde çalışanlar nereye gidiyordu? Bazıları, kuşkusuz, tarım faaliyetlerine eskisine göre daha çok zaman ayırıyordu.

Bu seçenek, tarımsal üretimin görece patlama yaptığı dönemlerde, örneğin Kırım Savaşı’nın ortasında yer aldığı on yıllarda Osmanlı tarım ihracatı rekor dizeylere yükselirken ve 1896 sonrasında çok çekici hale geliyordu.

İmalat sektöründe çalışanlar, pamuk eğirmeyi bırakıp ipek çekmeye başlamışlar, daha sonra da bu işi bırakıp halıcılığa yönelmişlerdi. Elle pamuk eğirmekten vazgeçenlerin birçoğu, bu işe harcayacakları zamanları, ithal iplik kullanıp dokumacılık yaparak daha üretken ve karlı bir şekilde değerlendirmişti.

işte burada, Osmanlı imalatçılığında olumlu değişimin güçlü motoru kendini göstermekteydi.

Gelgelelim, ipek çeken, elle pamuk eğiren, ipek veya pamuklu dokuyan bazı kişiler ölünce, işleri de onlarla birlikte yok oluyordu.

Bu kişiler, muhtemelen, düzenli olarak azalan ücretleri kabul etmişler, hayata gözlerini kapadıkları zaman da yerlerini kimse almamıştı.

Osmanlı sivil bürokrasisinin ve ordusunun olağanüstü genişlemesi, pek çok genç erkeği imalat sektörü dışında işlere yöneltmişti. 1900 yılı civarında, sivil bürokraside bir yüzyıl önce mevcut olmayan yaklaşık 500.000 iş vardı. Benzer şekilde, Osmanlı silahlı kuvvetleri de,19. Yüzyılda sayıca genişlemişti.

Donemin başında, II Mahmut’un ordusunda 120.000 asker vardı, oysa Balkan Savaşları’nda çeyrek milyon Osmanlı çarpışacaktı....” (1)

Evet bizim bildiğimiz (daha doğrusu anlatılan) bir Osmanlı var ...

Birde Amerikalı ilim insanının gözünden rakamlarla ve dönemin şartlarına göre değerlendirilen Osmanlı...

Ve....

“Osmanlı bir tarım toplumu muydu?” Sorusunun cevabı okuyan vermelidir.


Devam edecek...

Cilasız, katkısız çıplak gerçeklerle....

İsa’nın hakkı İsa’ya....

Varsa Musa’nın hakkı da Musa’ya!

www.canmehmet.com

Yorum yazmak isteyenler, yorum ve cevabının daha hızlı yayına alınması için web sitemizdeki aynı yazı altındaki seçeneği değerlendirebilirler.

(1) Prof. Donald Quataert, “Ottoman Manufacturingin the Age of the Industrial Revolution “Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü”, 1993 Cambridge University Press

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..