Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '07

 
Kategori
Mizah
 

Ve huzurlarınızda Şakir Kelle

Ve huzurlarınızda Şakir Kelle
 

Yazan tek insan ben değildim. O sabah evimde yazan birileri daha vardı. Yazma amaçları farklı da olsa.

"Televizyonu yazayım mı avukat hanım. Çok eski."

"Yazın. Herşeyi yazın. Şu bilgisayarı da yazın."

İnsan uzayın sırrıyla uğraşırken, 'yaşam nasıl başladı? ' sorusuna cevap ararken kendi yaşamındaki ayrıntıları da unutuyordu. Bir bankaya olan tüketici kredisinin taksitlerini yaklaşık beş ay ödemeyi unutmuştum. Avukatlar elbette benim kadar unutkan değillerdi. O sabah teşrif etmişlerdi.

Oldum olası soğukkanlıyımdır. Sanki evindeki eşyalar haczedilen ben değilmişim gibi rahattım. Asık suratlı ve sert bir hanım olan avukat bu rahatlığımdan rahatsız olmuştu.

"Siz ne kadar rahat bir insansınız böyle? Bu kadar borcunuz varken burada nasıl rahat uyuyabiliyorsunuz? "

"Bu çok basit bir soru hanımefendi" dedim. Oysa sormanız gereken başka sorular var.

"Kainatta bizden başka canlı var mı? Karadeliklerin sırrı nedir? Yaşam gerçekten suda mı başladı? Işık hızını aşan bir araçla geçmiş ya da gelecek için yolculuk yapılabilir mi? "

Avukat yüzünü sabunlu suya batırılıp çıkarılmış el bezi gibi buruşturarak, "Bir hafta içinde borcunuzu bitirin. Haczi kaldıralım" dedi ve ekibiyle birlikte çıktılar.

Bir durum değerlendirmesi yaptım. Olay basitti. Tüketici kredisi tüketmişti beni. Derhal bilimsel araştırmalarıma ara verip para bulmalıydım. Telefon çaldı.

"Efendim."

"Kemal ne haber ya. İyi misin? "

Arayan Mahmut'tu. Mahmut benim dayak yeme arkadaşımdı. Onunla ne zaman buluşsak bir şekilde dayak yiyorduk. Bu nedenle üç yıl kadar önce bir daha bir araya gelmemeye karar vermiştik. Lafı uzatmamak adına sadece yediğimiz son iki dayağı anlatacağım.

Birincisinde İstanbul'un ünlü diskoteklerinden birindeydik. Mahmut'la hem müzik dinliyor hem de biralarımızı yudumluyorduk. Hemen yanımızda ayakta güzel bir sarışın vardı. Bizi dayağa götüren gelişmeler Mahmut'un bir sorusuyla başladı.

"Abi şu yandaki kız beni mi kesiyor? Bana mı öyle geliyor? "

Döndüm baktım. Kız gerçekten sık sık dönüp bize bakıyordu. Mahmut da ben de genç adamlarız. Tipimize gelince. Mahmut, Rocky filmindeki Slyvester Stallone'yi andırıyor. Elbette final maçının sonundaki halini. Ben ise övünmek gibi olmasın kendimi hep Richard Gere'ye benzetmişimdir. Beni benim dışımda Richard Gere'ye benzeten olmasa da Richard'la aramızda bir sürü benzerlik vardı. Bir defa ikimizin de isminde A harfi vardı. İkimizde erkektik v.s. Dolayısıyla kız bana bakıyor olmalıydı.

"Mahmut oğlum kız beni kesiyor."

"Abi ikimizden birini kesiyor işte. Yalnız hatun. Yanaşalım. Konuşalım."

Kız gerçekten yalnızdı. Yaklaşık bir saat önce gelmişti ve tek başına dans ediyordu. Mahmut'la biz bayağı içmiştik. Hafiften sarhoştuk. Kıza yaklaştık.

"İyi geceler" dedik.

Kız biraz isteksiz başını salladı. Sonra döndü başka yere. Mahmut kızın kolunu tuttu.

"Benimle dans eder misiniz? " diye sordu.

Kız, "Hayır. Teşekkür ederim" dedi. Daha doğrusu demiş olmalı. Gürültüden ses duyulmuyor. Mahmut tuttu kızı başladı dansa. Kız bağırıp Mahmut'a tokat vurunca kızın orada yalnız olmadığını anladık. Meğer kız orkestradaki gitaristin sevgilisiymiş. Canlı müzik yapan rock grubundan canlı dayak yedik o gece.

Mahmut'la kariyerimizin son dayağını ise hiç umulmadık bir anda yedik. Trafikteydik. Önümüzde bir araba vardı. Üstünde süsler. Yavaş gidiyor ve yol vermiyor. Direksiyonunda cılız bir adam. Tam dayaklık. Mahmut da ben de sinirlendik. Mahmut arabanın önünü kesti. Kaptı levyeyi. Ben de indim. İki kişi adamı bir güzel dövecektik. Meğerse bizim önümüzdeki araba bir düğün alayının arabasıymış. Uzatmayalım arkadan gelen düğün alayının alayı bir olup dövdü bizi.

İşte o Mahmut telefondaydı şimdi. Mahmut eski bir muhabir arkadaşımdı. Gazeteciliği bırakıp yayınevi kurmuş ve batmıştı. Şimdi ne iş yaptığını bilmiyordum.

"Mahmut sakın buluşalım falan deme ha."

"Tam tersi buluşmalıyız abi. Benim büroya gelmen lazım."

"Ne bürosu? Sen batmamış mıydın? "

"Yeni iş kurdum. Menejerlik yapıyorum. Sana ihtiyacım var. Paraya ihtiyacın varsa gel. Beraber çalışıp kazanalım."

"Mahmut ben ne anlarım ya menejerlikten."

"Menejer benim. Sen hayal gücü kuvvetli adamsın. Zekanı kullanacağız senin."

Evdeki haczedilmiş eşyalara baktım. Sonra Mahmut'a.

"Zekamı kullanmanı tavsiye etmem. Ben kullandım hiç randuman alamadım" dedim.

"Oğlum uzatma. Acil iş var."

"İyi ver adresi" dedim.

Mahmut'la buluşunca dayak yemek riski de vardı ama hayatta da risk almak gerekiyordu.

...

Mahmut'un bürosu Taksim'deydi. Mahmut kasetlerle, CD'lerle, sanatçı posterleriyle süslenmiş bayağı havalı bir büro kurmuştu kendisine. Ben gittiğimde genç bir şarkıcı adayı kızla konuşuyordu.

"Madem sponsorunuz var. Madem tüm masrafları ödeyecek paranız var o zaman mesele yok. Bakın hanımefendi albümünüzü benim firmamdan çıkarırsanız memnun kalırsınız. Övünmek gibi olmasın piyasadaki pek çok sanatçıyı ben meşhur ettim. Ebru Gündeş, Ebru Yaşar sonra uzatmayım işte tüm Ebru'lar. Tarkan..."

Kız heyecanlandı.

"Tarkan'da mı sizden çıktı? "

"Elbette. Sonra Mazhar Fuat Özkan... Mazhar, Fuat ve Özkan ayrı ayrı gelmişlerdi bana aslında. O zamanlar işler çok yoğun. Üçüne de tek tek albüm yapacak vaktım yok. Bu üçünü birleştirip çıkarıverdim."

Mahmut kıza sallıyor da sallıyordu. Kız sponsoruyla görüşmek üzere gittikten sonra Mahmut'a,

"Abi bu kadar da sallama ayıp be" dedim.

"Bu iş böyle" dedi Mahmut. "Abartacaksın. Yoksa ekmek yok. Şov bizins abi."

Oturduk. Mahmut heyecanla anlattı.

"Abi elimde bir fantazi sanatçısı var. Gurbetçi. Çuvalla parası var. Star olmak istiyor. Bunun albümü hazır."

Mahmut CD'yi uzattı bana. Star adayımızın adı Şakir Kelle'ydi. Albümünün adı da "Yapıştım sana"

"Yapıştım Sana" ile çıkış yapmak isteyen Şakir Kelle'nin albümündeki fotoğrafı da kovboy filmlerinde duvarlara yapıştırılan Wanted ilanlarındaki haydutlara benziyordu.

"Abi" dedim. "Niye Şakir Kelle? Yani daha estetik bir isim kullanamaz mıydınız? "

"Vallahi parayı adam veriyor. İlle de kendi orijinal ismim olacak dedi.

Bana eğildi Mahmut,

"Elimdeki tek sanatçı Şakir Kelle abi. Ocağına düştüm. Çalıştır saksıyı. Bir olay yapıp şu adamı televizyonlara gazetelere manşet yapalım. Şu albüm biraz satsın. Şakir kendini gazetelerde televizyonda görsün anlaşmamız var 100 bin Euro verecek bana. Helalinden 25'i senin. Sen senarist adamsın. Sen bulursun bir şeyler. Bu herifi boğaz köprüsüne mi çıkaralım atıyorum kavga mı ettirelim. Bul abi bir şey..."

Merakımdan Mahmut'a.

"Abi şu Şakir Kelle'nin CD'sini bir dinleyelim de ilham alalım" dedim.

Mahmut CD'yi koydu bilgisayara. Dinlemeye başladık. Şakir'in şarkısını dinlerken dışardan belediyenin lağım aracının gürültüsü geliyordu içeriye. Bir yanda Şakir'in gürültüsü bir yanda ise belediye lağım aracının gürültüsü. Yılların müzik dinleyicisi olarak o an duyduğum iki gürültü arasında bir tercih yapmam istense tereddütsüz belediye lağım aracının gürültüsünü seçerdim.

"Nasıl buldun? " dedi Mahmut.

"ilginç" dedim.

"Sen ilginç diyorsan demek ki Şakir boş değil" dedi Mahmut.

Yorumum lağım aracının gürültüsü içindi ama Mahmut anlayamamıştı.

...

O akşam Mahmut, ben ve Şakir Kelle buluştuk. Mahmut beni Şakir Kelle'ye, "Firmamızın yaratıcılık ve lanse departmanı müdürü" diye tanıttı.

Şakir Kelle, 40 yaşlarında. Kel, kalın bıyıklı, kilolu bir adamdı. Clint Eastwood'un İyi Kötü ve Çirkin filmini anımsatıyordu insana. En azından filmin Çirkin bölümünü.

Aynı gün ifade olarak birbirine benzeyen iki yüz görmüştüm. Birincisi avukatın sabunlu suya sokulup çıkarılmış el bezi gibi yüz ifadesini... İkincisi ise Şakir Kelle'nin sabunlu suya sokulmuş ama çıkarılmamış el bezi şeklindeki yüz ifadesini...

Mahmut epey havaya sokmuştu Şakir Kelle'yi. Şakir Kelle, "Ben albümü Avrupa'da çıkaracaktım aslında çok talep vardı ama Türkiye'deki hayranlarıma haksızlık etmek istemedim" dedi.

"Gözünüzü seviyim yapın benim reklamımı. Mahmut bey bana sesimin hem İbrahim Tatlıses hem de Orhan Gencebay'ı anımsattığını söyledi. Reklamım olursa patlar albüm. Anında Türkiye'nin en ünlü sanatçısı olurum"

Şakir Kelle'nin elbette ünlü olma şansı vardı. Ama onu sirkte çalışmaya ikna etmek gerekiyordu.

Şakir Kelle iyice havaya girmişti. O gece bana ve Mahmut'a canlı olarak kasetindeki şarkıları söyledi. Mahmut'un canlı performansını dinlerken duyma yetisi olan bir canlı olduğum için kahrettim hayata.

O gece evde sabaha kadar Şakir Kelle'yi düşündüm. Parasızlık insana neler yaptırıyordu. Hayal etmenin sınırı yoktu. Şöyle güzel bir hatunu düşünüp uyumak varken ben Şakir Kelle'yi düşünüp uyuyamıyordum. Ne halt edecek de bu adamı ünlü yapacaktık? Sabaha karşı müthiş bir fikir buldum.

"Müthiş bir fikrim var" diye daldım Mahmut'un ofisine.

Masasından Mahmut sevinçle fırladı ayağa.

"Anlat abi. Hemen anlat."

"Şakir Kelle'yi kahraman yapacağız."

"Nasıl? "

"Şu senin çarşı girişindeki depo var ya."

"Evet."

"O depoda bu gece yangın çıkaracağız. İçeride genç bir kız olacak. Şakir Kelle hayatını hiçe sayıp alevler arasından girecek ve kızı kurtaracak. Biz de bunu filme çekip televizyonlara vereceğiz. Bu iş için kız bulabilir misin? "

"O kolay. Benim eski sekreter var. Parasızlıktan çıkarmıştım işten. Onu çağırırım. Bende ufak kamera da var. Hemen Şakir'i çağırayım."

...

O gece planladığımız gibi kızı depoya soktuk. Gazete kağıtlarından bir yığını deponun kapısında tutuşturduk. Mahmut çekim yapıyordu. Şakir Kelle planladığımız gibi alevler arasından daldı içeri. Bu arada planlamadığmıız bir şekilde tahta kapı ve posterler tutuşunca yangın büyüyüverdi. İçerdeki kız can havliyle kendini dışarı attı. Şakir Kelle çıkamıyor. Bu arada ateşi, dumanı gören de toplanmaya başladı. Yangın neredeyse başka dükkanlara da sıçrayacak. Mahmut bağırdı.

"Şakir'i kurtaralım. Yanacak euro'lar."

Mahmut'la daldık içeri. Dumandan bayılmış olan Şakir Kelle'yi karga tulumba çıkardık dışarı. Bu arada binada ne kadar dükkan sahibi varsa yangını duyup gelmiş. Şakir Kelle'yi yere yatırırken meraklı kalabalıktan bağrışmalar duyduk. Ardından meraklı kalabalığın meraklı olmaktan çıkıp dayak atan bir kalabalığa dönüştüğünü gördük. Dayak atan kalabalığın dayağı bize atmakta olduğunu bizzat yaşadık. Son derece istekli ve motive olmuş bir şekilde Mahmut ve beni dövmekte olan esnaf yangını bizim çıkardığımızı kenarda öksürerek ağlayan sekreter kızdan öğrenmişti.

O gece hastanenin acil servisinde pansuman yaptırırken aklımda bir sürü soru vardı.

Neden müthiş bir fikir bana müthiş bir dayak olarak geri dönmüştü?

Neden Mahmut'la ben biraraya gelince dayak yiyorduk?

Bu dayaktan sonra acaba ben ve Mahmut bir daha bir araya gelebilir miydik?

Ve acaba kırılan kaburgalarım tekrar biraraya gelebilir miydi?

 
Toplam blog
: 179
: 2576
Kayıt tarihi
: 21.01.07
 
 

Barışa ve kardeşliğe inanıyorum. Türkiye'nin yaşadığı tüm sorunların kardeşlikle çözümlenebileceğ..