Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '10

 
Kategori
Öykü
 

Ve sonra büyüdük

Ve sonra büyüdük
 

İnternetten alıntı


Bir gün çok küçüktük biz ve mantık dersine girdik. Dışarıda kar yoktu yağmur da ve güneş de. Ne yapraklar yeşeriyordu okul bahçesinde ne de savrulup uçuşuyorlardı rüzgarın kollarında. Hatta bahçede ağaç bile yoktu.

Öğretmenimiz kahverengi takım elbisesine bulaşan tebeşir tozlarını silerken biz güldük. Arkadakiler de güldü. Sonra herkes güldü. Biz olanlar kim miydik? Ahmet, Yasin ve ben. Bu önemli değil ama. Bu öykü öznesiz ve kahramansızdır. Hatta bu bir öykü bile değildir.

Öğretmen tahtaya devekuşlarıyla ilgili bir kuram yazarken, bizim tebeşir gıcırtısından kamaşan dişlerimizdeydi aklımız.

Havada mütemadiyen uçuşan sinekler bile öylesine miskindi ki, acil iniş izni almaksızın oldukları yere tünediler. Burnumuzda fen laboratuarından kalma bakliyat ve eter kokusu. Biz küçüktük ve hala pamuk içerisinde bakla büyütmeye uğraşıyorduk. Zaman dört nala giden bir atlı gibi geçiyordu oysa. Fasulyeler sarı yapraklı ve cılız büyüyecekti biliyorduk. Annelerimiz de biliyordu. Belki ninelerimiz de…Herkesin bildiği şeyi biz yeni bir şeymiş gibi heyecanla bekliyorduk.

Nesli sıranın altına düşen tırnak törpüsü almak için eğilince, Kerem sıfır beş kalemini Neslinin açılan çıplak beline batırdı. Nesli normal bir vakitte çığlık atardı ama sustu. Öğretmen hala devekuşlarıyla ilgili kuramı anlatıyordu.

“Tüm kanatlılar uçar
-
Devekuşu bir kanatlıdır.

=Tüm deve kuşları uçar.”

Yasin sürekli salçalı patates yemekten sararan dişlerini göstere göstere, belki üç aydır sabun yüzü görmeyen lekeli camdan dışarı bakıyordu. Ahmet ve ben sıraya devekuşu çiziyorduk. Oysa ikimiz de devekuşu görmemiştik. Görmediğini resmetmek bir deha işiydi ve Ahmet’le biz birer dehaydık o halde.

Sinekler üç tarafı deniz dört tarafı düşmanla çevrili Türkiye haritasının üzerinde geziniyordu. Biz hiç yaşadığımız ilçeden dışarı çıkmamıştık. O halde biz şu an Türkiye’yi adımlayan o sinekler kadar olamamıştık. Belki dersi dinlemiyorduk ama, yine de mantık yürütüyorduk işte…

Dursun Ali, Nazilli’deki halasına mesaj yazıyordu. Biz görmedik halasını. Nazilli nereye bağlıdır bilmeyiz bile. Hatta Dursun Ali’nin halası var mıdır bilmeyiz.

Selim bir ders sonraki tarih yazılısına çalışıyordu sıra altından.

Soner’le Ersin Osman’ın yeni çıkan bıyıklarını sayıyordu. Biz o kadar küçüktük ki bıyık herkeste yoktu. Olanda ise babalar kadar çalım vardı.

Devekuşlarının uçtuğunu kabul etmiştik artık hepimiz. O halde yeni bir olmazı oldurabilirdi mantık. Tümevarımın işi tamamdı. Şimdi tümdengelmeliydik. Aslında sınıf eksikti ama öğretmen tümdengeldi yine de…

Bütün büyükşehirlerin trafiği yoğundur

İstanbul büyük bir şehirdir.
=O halde İstanbul’un trafiği yoğundur.

Elhamdülillah bu önemli bilinmezin de tümünden gelmiştik. Aslında biz İstanbul’u yalnızca televizyonlardan tanıyorduk. Arabamız yoktu ve hiçbir zaman İstanbul’da trafiğe çıkmayacaktık belki de. Ama olsun, yine de her şeyi bilmek de fayda vardı.

Öğretmen heyecanlanmıştı aniden. Elindeki sarı tebeşiri sakızını balon yapan Kerem’e fırlattı.

_Hey sen! Tam girişimlilik ilkesinden bir örnek ver bakalım!

Kerem sakızını sıranın altına yapıştırdı. Biz gülüyorduk hala. Sinekler uçuşmaya başlamıştı yeniden.

_Bana mı dedin hocam!

_Evet!

_Tam girişimcilik…Tam girişimcilik…Paran olur tam girişimci olursun. Borç alırsın yarım girişimci olursun hocam…

Nesli tel takılmış dişlerini gösterdi Kerem’e. Doğru cevabı hiç birimiz bilmesek de, Kerem’in yanlış cevap verdiğini biliyorduk hepimiz. Nitekim öğretmen bizden iyi biliyordu her şeyi…

_Oğlum, bir daha anlatıyorum. Bakın bu mühim. Sınavda çıkar, ÖSS’de çıkar. İyi dinleyin. “A” kümesinin içinde “B” kümesi var.

_Anneannemin de kümesi var örtmenim, dedi Nalan. Güldük yine…

Tebeşir daha bir hırsla gıcırdıyordu. Öğretmen sakin olmaya çalışarak anlatmaya devam etti:

_O halde bazı varlıklar canlıdır. Ya da bütün canlılar varlıktır diyebiliriz.

Başımızı sallıyorduk mütemadiyen. Arada dudaklarımızı kıpırdatıyor, güya öğretmeni tekrar ediyormuş gibi yapıyorduk. Oysa ben Fenerbahçe marşını, Selim bir ders sonraki yazılının notlarını, Aylin de kulaklıkla cep telefonundan dinlediği “Hey Sexy Lady” şarkısını tekrar ediyordu.

Dedim ya dörtnala giden bir atlı gibi geçiyordu zaman…Dersler bitti eve gittik. Annem mükemmel bir aile tablosu çiziyordu mutfakta. Hem de köşeye monte edilmiş çingeneden düşme televizyonunda Aşk_Memnu’yu izliyordu. Babam salondaki rahat koltuğunda fikrine uygun kanallardan haberler derlerken, kız kardeşim odasında cikletten çıkan artist resimlerine bakıp pembe hayaller kuruyordu. Bir de sarı kuyruğunu kızgın sobaya değdiren bir kedimiz olsaydı eğer, Hayat Bilgisi kitaplarından fışkırmış mutlu aile resimlerine dönecektik. Neyse ki kedimiz yoktu.

Maltepe sigarasından derin bir nefes çeken babam, benim duymadığımı sanarak anarşik küfürler ediyordu bıyık altından. Oysa ben duyuyordum. Ve içimden “Kahrolsun…..izm!” diye haykırıyordum. Ben nasıl kahrolunur bir tek Ferdi Tayfur filmlerinde görmüştüm oysa. Hem ben hiç “…izm” görmemiştim yakından. Yenir mi içilir mi bilmezdim bile. Yani hala babamın “….izm”ini kullanıyordum. Dedim ya ben çok küçüktüm.

Hep yatıyorduk kalkıyorduk yarın oluyordu. Yarın olması demek büyümekmiş sonradan öğrendik. Her yeni yarının sabahında üşene sıkıla çamurlu varoş sokaklarını adımlayıp sarı boyalı okulumuza gidiyorduk. Sonra bir çırpı sıra oluyorduk. Başımızda gülen ama içinden ay sonu hesapları yapan mağdur fakat mağrur öğretmenler duruyordu. Arada parmaklarını uzayan saçlarımızın arasına sokuyor, akşamdan hazır ettikleri makaslarla gelişigüzel yoluyorlardı bizi. Biz gülüyorduk. En çok da dokuzuncu sınıflardan Kemal’e. Saçları uzun olmazdı onun. Ama her kontrol sonrası kepekten bembeyaz olurdu ceketinin omuzları. Evlerine henüz şampuan girmemişti. Hacı Şakir dedesinin adıydı bir de kullandıkları sabunun.

Bir gün bayağı büyüdük. Babam saklamıyordu artık küfürlerini. Kız kardeşim resimlerle yetinmiyordu. Annem komşularıyla Aşk-ı Memnudan daha rezil dedikoduları paylaşıyordu mutfakta. Ben babamdan kalan “….izm” e aşıktım. Ve babamın yanında, babamın küfrettiği “…izm” e küfretmekten hiç utanmıyordum.

Zamanı geldi, daha gelişmiş devekuşlarının uçurtulduğu bir okula kayıt yaptırdık. Hepimizin bıyığı vardı artık. Sakalı bile vardı. Selim tarihe çok çalışmasına rağmen babasının atölyesinde işe başladı. Biz hasbel kader yüksek bir okula çıktık.

Her sabah Selim’den emekçinin sıkıntılarını dinledikçe, Bakkal Remzi’nin satılmayıp küflenen mallarına denk geldikçe büyüdük. “….İzm” lerimiz de büyüdü. “Güçlüyüz” diyorduk kendi kendimize” haklıyız, alacaklıyız”…Tuhaf bir bilançonun taze muhasipleriydik biz…Nedense hep alacaklıydık, hep…

Yasin’le Ahmet’in “…izm”i aynı sayılırdı. Birbirimizi çok seviyorduk ama “…izm” lerimiz aynı mahallede yan yana dolaşmamıza izin vermiyordu artık.

Babam Maltepe sigarasından kanser olunca koltuğuna ben oturdum. Ona televizyonun yanında küçük bir yatak açtı annem. Artık tek başıma küfrediyordum babamın sevmediği “…izm”e. Babam gülüyordu bıyık altından. Benimle gurur duyuyordu belli ki.

Birileri kalın ve küflü kitapları sobada yaktıkça, yeni matbaalar icat oluyordu sinekli Türkiye haritasında. Bir ilk sayfasını bir ortasını bir sonunu okuyorduk ve “tamam” diyorduk. “Tamam…Güçlüyüz, haklıyız, alacaklıyız.” Yasin’le Ahmet de aynısını diyordu oysa. Ve oysa haklı bir olmalıydı. Onların da benim gibi dediklerini nereden mi biliyordum? Kız kardeşim sarı dişli Yasin’e aşıktı! Ondan duyduklarını bana anlatıyordu. Ben hem Yasin’den hem kız kardeşimden nefret ediyordum.

Yollar yürümekle aşınmaz diyordu biri. Ve biz durmadan yürüyorduk yollarda yolsuzca. Bir yumruğumuz havada ağzımızda yaşımızdan yaşlı lakırtılar. Bunları babam da söylemişti oysa. Belki onun babası da. Ama biz hala yeni bir şey söylüyormuşçasına gururlu ve delikanlıydık. Evet delikanlıydık hem de. Slogan aralarında yanımızdaki kızları kesiyorduk bir yandan. Hiç evlenmeyecek gibi belaya atlıyor, yarın mutlu bir baba olabilecek gibi eş arıyorduk.

Geceleri bekçinin düdüğünü kolluyordu bazılarımız, bazılarımız duvarlara bağıran adam suretleri çiziyordu. Bir de bize öğrettikleri işaretleri. Sevdiğimiz kızların evlerinin duvarlarını pas geçiyorduk. Ne olursa olsun aşkı lekelemeyecek kadar delikanlıydık biz.

Nefret ettiğimiz Yasinlerle ve Ahmetlerle karşılaştığımızda ayrı telden marşlar söylüyorduk. Bir taraf “ceddin deden” diyordu, bir taraf “on yılda her savaştan.” Öznesi aynı olan marşlarımızı, farklı yüklemlerde çarpıştırırken biz, kahverenkli ceketiyle köşe başından çıktı mantık öğretmenimiz. Yumruklarımızı indirdik. Ahmet eline sarıldı öğretmenin, sonra ben sonra Yasin. Aynı elde üç düşman dudak izi bıraktık.

Mahallenin tam ortasındaydık. Yağmur yağmıyordu, kar da. Ağaçlarda yapraklar yeşermiyor, rüzgarda salınmıyorlardı. Hatta meydanda ağaç bile yoktu. Biz vardık! Bir çınar ve üç devekuşu…Üzgün gözlerle baktı bize öğretmen. Sonra elinin üzerini itinayla sildi kareli mendiline.

_Beni hiç dinlememişsiniz, dedi küskün. “Nedenli önermeleri hiç dinlememişsiniz.”

Sonra usulca dağıldı bina aralarına.

Ahmet, Yasin ve ben birbirimize bakıyorduk utangaç ama temkinli. Evlerimize gittik sonra. Annemizin tavan arasına kaldırdığı küçüklük kitaplarımızı açtık. O hiç dinlemediğimiz, alay konusu mantık kitabını açtık. Nedenli önermeleri bulup, neden dinlemediğimizi düşündük. Düşündük…Yattık kalktık düşündük…

“Hasta olacaksın çünkü sağlıklı beslenmiyorsun” diyordu ceketindeki tebeşiri silmeyi asla başaramamış öğretmenimizin küskün hayali. “Mahvolacağız, çünkü yanlış yoldayız” diyemedik. Aslında hüzünlenmiştik. Bir şeyler oturmuştu yüreğimize. Ama geçti haberleri izleyince. Güçlüyüz, haklıyız, alacaklıyız, dedik yine ağzımızdan tükürükler saçarak. Ve güzel suratlarımızı buruşturarak.

Sonra mı?

Ben Yasin’e kaçan kız kardeşimi vurdum.

Yasin evimizi yaktı yatalak babam ve duvarda asılı kalan küfürleriyle beraber.

Ahmet bir binanın duvarına “seni seviyorum” yazıyordu bir gece. Onu da bekçi vurdu.

Biz hiçbir şey bilmiyorduk oysa. Biz sadece, çok sevdiğimiz o sinekli Türkiye haritasını, babalarımızdan öğrendiğimiz küfürler doğrultusunda korumaya çalışıyorduk.

Not: Bu öykü kahramansız bir öyküdür…

 
Toplam blog
: 28
: 814
Kayıt tarihi
: 14.06.10
 
 

32 yaşında bir belediyeciyim. Mahalli İdareler/ Fırat Üniversitesi mezunuyum. Tam bir roman delisiyi..