Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ve yeniden:İnsanın uyanışı

Ve yeniden:İnsanın uyanışı
 

Kapitalizm istediği kadar refah vaad etsin köle-efendi diyalektiğini ortadan kaldıramaz.


Önce şu sözlere bir bakalım: “Kardeşim ne sosyalizmi? İşçi mi kaldı? Her şeyi makineler, teknoloji yapıyor artık. Pardon ama, hal böyleyken devrimi kim yapacak?” 

Tahmin etmişsinizdir, bu sözler kapitalizm aşığı, tarihsel diyalektik hakkında en ufak bir fikri olmayan, kapitalizm dışında bir sistemin var olabileceğine inanamayacak kadar statik, hayata bakışı son derece dar, farkında olmadan sistemin kölesi haline getirilmiş bir bireye ait. 

Böylesi bir düşünce, toplumun ileri hareketinden yola çıkarak yeni bir devrimci özne yaratılabileceği ihtimalini göz ardı ediyor. 

Ancak… 

Yıllardır benim de yazıp çizdiğim üzere, Doğu Bloğunun yıkımından sonra filizlenen yeni küresel kapitalizm (ya da neo-liberalizm), eninde sonunda diyalektiğin ruhuna uygun olarak içinden kendi karşıtını yaratacak ve bu da yeni bir devrimci öznenin doğması anlamına gelecek. 

Ve evet, Dünya, 2008 küresel krizinden sonra bu sürece girmeye başlamıştır; şimdilik dağınık ve örgütsüz olsa da, sistem karşıtı hareketler git gide çoğalmakta. İnsanların hala birçoğu girişte bahsedilen insan gibi düşünse de, sayıları günden güne artan kitleler sisteme karşı duran hareketlere (çevreci örgütler, aktivistler, küreselleşme karşıtları, Zeitgeist hareketi vs…) katılıyor. İnsanlar uyanmaya, yeniden gözlerini açmaya başlıyor ki, bu önüne geçilemez bir süreç. 

Beni tekrar bu konuyu yazmaya iten şey ise Pazar günü Radikal gazetesinde çıkan bir haber oldu. Haberin başlığı “Turnikeden sonrası tam bir tufan”dı ve ihtişamlı gökdelenlerde çalışan, son derece şık giyimli olan modern çağın beyaz yakalı kölelerinden bahsediyordu. İşte bu modern köleler durumun farkına varıyor ve 2008 yılında başlayan bir süreçle “Plaza Eylem Platformu” isminde bir hareketin altında örgütleniyorlar. Örgütlenmekle kalmayıp 1 Mayıs’ta meydanlara inip işçilere “yanınızdayız, ” mesajı veriyorlar, sloganları da “Turnikeler ayırır, meydanlar birleştirir, Yaşasın 1 Mayıs, ” oluyor. 

Tarihin diyalektik hareketine muhteşem bir örnek değil mi? 

Öte yandan, bu insanları “modern çağın köleleri” olarak adlandırmamı abartılı bulanlar olacaktır, o halde sözü bu hareketin içinde bulunanların ortak yazdıkları bir metne bırakalım: “Bize ‘beyaz yakalı’ diyorlar. Süslü binalarda çalıştığımız için şanslı oluğumuzu düşünüyorlar. Oysa bu, bir illüzyon. Toplumdaki bu algı yüzünden de öyle yaşamaya çalışıyoruz. Çoğumuz ‘mavi yakalı’ işçilerden daha az ücret alıyor. Ancak plaza yaşamının giyiminden yediğine içtiğine, tatiline kadar sirayet eden tarzına uyum sağlamaya çalışıyorsun. Krizin de etkisiyle giderek ağırlaşan koşullarda çalışıyoruz. İşyerlerinde emeğin ölçümü sistemi var. Mesai arkadaşını gizlice değerlendirmen isteniyor. Performans çizelgelerine sıkıştık kaldık; ne kadar maaş aldığın gizli, zam oranları gizli. Gözetleniyorsun. Parçalanmışlık duygusu, sendikasızlık, sürekli uzatılan mesai saatleri, hakkını arayamamak ve rekabet… Hatta nasıl eğleneceğimize bile onlar karar vermeye başladı. Plazalar ve bu çalışma koşulları altında hayattan bize yaşanacak bir şey kalmıyor. Örgütlenmek, birlikte hareket etmek şart; plazalardaki yapaylığa inat gerçek dostluklarla bunlara karşı durabilir, insani yaşam koşullarına ulaşabiliriz.” 

Nasıl? Durun daha bitmedi… 

“Görkemli plazalar günden güne yükselirken, çalışma koşullarımız kötüleşiyor. Turnikeden geçebilenleri performans baskısı, rekabet, ulaşılamaz hedefler, sonu gelmeyen çalışma saatleri bekliyor. Çalışma arkadaşlarımızı; akvaryumdan okyanusa, esaretten özgürlüğe, rekabetten dayanışmaya çağırıyoruz.” 

Muhteşem! 

İşte tarihin diyalektiği böyle bir şey ve aslına bakılırsa tarih (Hegel’ci düşünceye göre) köle-efendi çatışmasından başka bir şey değil! 

O tek kabul edilen, artık değişmez denilen sistem de (neo-liberal kapitalizm) eninde sonunda kendi karşıtı yaratıyor. 

İş ki, insanlar sistemin mantığını yeterince anlasın ve içselleştirsin. 

O sistemin mantığı açıkça şudur ki; insanlar borç içine sokularak yapay bir refahın içine itilir, bir de üstüne tüketim masalıyla uyutuldu mu, sistem takır takır işler. Hatta takır takır işlemekle kalmaz, modern köleler köleliklerinden memnun hale gelir. Çünkü ağır bedeller (borçlanmak, aşırı çalışmak vs…) ödeyerek de olsa, bir tüketim metasına sahip olmak, modern bir kölede refah algısını güçlendirir. 

Plaza Eylemcileri ne demişti? “Bu bir illüzyon!” 

Jean Baudrillard ve Guy Debord gibi iki deha entelektüel daha 60’lı ve 70’li yıllarda bunun böyle olacağını söylemişlerdi. Baudrillard yaşadığımız hayatların gerçek değil, bir simülasyon olduğunu söylediğinde sanki geleceğe atıfta bulunuyordu. 

Hal böyleyken ve insanlar günden güne uyanırken sistem kendisini yok etmeye, bizde yeni ve daha insancıl bir sisteme doğru yol alıyor olabilir miyiz? 

Neden olmasın? 

Hatta buna mecburuz. 

İnsanlığımızı ve onurumuzu, bugüne dek kendini gizlemeyi başarmış prangalardan kurtarmak için. 

Not: Sistemin işleyişindeki paradigmayla ilgilenenler, Jean Baudrillard’ın “Tüketim Toplumu” ve Guy Debord’un “Gösteri Toplumu” kitaplarını mutlaka okumalılar. 

Kaynakça: Radikal Gazetesi – 3 Temmuz 2011 tarihli sayısı. 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 47
: 1149
Kayıt tarihi
: 24.11.10
 
 

Praksise düşünceden varan bir romancı, kültür eleştirmeni, otodidakt bir feylesof, yaşam gözlemci..