Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '10

 
Kategori
Deneme
 

Veda ve karşılama

Veda ve karşılama
 

Benden giderken sesini verdi; ben giderken, ben bu sesi tanıyordum, kır çiçeğinin sesiydi..
Yine de ilk kez duydum sesini, kendi sesime benzettim…
Sesin genç geliyor dedi.. Ben gencim dedim.. Sen yaşlısın dedi..
Ben hayır senden gencim dedim..

Alıştırılmış olduklarımıza yenilmesek belki sesini yine verir.
Belki de ilk kez verdiği sesini son kez duydum.. Belki dost sesi verir…

Sesini kendi sesimde buldum: Kimsenin benim kadar kendisini yanıltmadığını söyleyen güzel sesini..
Bildiğim bir sesti; yağmurun sesi…

Böyle icap etti..

Bir bulut geldi, yorgun, yılgın, vazgeçmiş bir bulut; tutunamayan bir bulut.

Tutunamadığım zamanlarımı onda gördüm..

Yoksunluklardan acıyan bir bulut, gözleri yoksunluklardan yaşlı bir bulut… Kendi yoksunluklarımı gördüm.. O kadar çıplaktı karşımda o kadar insan..

Ağlarken gördüğüm o bulut, bir kaleye yaslanmıştı, eski bir kaleye; anlatırken ağlıyordu, onu hemen orda sarmak istedim, kendi yaralarım kanamaya başlarken... İnsan acılardan ve sevinçlerden tanır ya birbirini bu kez kanayan yaralardı bizi çıplak eden..

Sonra, ilk önce elimi istedi; verdim, yoksa düşecekti.. orda asılı kalacaktı, o eski kalenin ucunda.. Sonra beni kapladı, sardı, sığındık birbirimize, sonra gitti.
Giderken, hemen gidebileceğimiz yere birlikte gidelim diyerek.. Hiç gitmeyerek… Gitti..

O gözü yaşlı bulut giderken ırmaktı artık, geldiğinde deniz oldu... Yine geleceğim ve hiç gitmeyeceğim diyerek yine gitmeden gitti, kokusundan aldım kendime, yastığımın kenarına..
Baktım ardından Deniz'di, açık mavi.. Giderken yine kesin geleceğim dedi…
Geldiğinde okyanus…

Sanki kısa, uzun, derin, bir rüyaydı. Öte yandan yağmura, yağmurun sesine uzak düşmüştüm.
Sonra her yağmur yağdığında sevindim, ağladım.. Yağmur denize her çarptığında.. Zeytin ağaçlarının her sevincinde hem sevindim hem ağladım..

Dedim; o buluta, ırmaktan önce, denizden önce, benim yağmurum var.. Yağmurun sesi ki kır çiçeğinin sesiydi…
Okyanus beni dinlemedi.. Kendim de beni dinlemedi..
Öyle icap etti..

İki hidrojen ve bir oksijen atomu… En açık mavi renkle..
Ya da hava ve ateş, toprak ve su…

Belki artık yalnızlaşmayacağımız kadar sıcak ve mavi her yer…

Hayat hızla akıp giderken bazen size o yön verir..
Öyle icap eder. Bilemezsiniz.. Bilemeyiz geleni..

Hayatın çok çelişkili göründüğü zamanlarda aslında insanın bilemediği zamanlar, hayat belirler her şeyi aslında iyi de yapar. Belki bu bir şanstır.

Bu zamanlar doğa insana hakim oluverir.. En doğal olan haline fırlatır insanı, insanı kendine fırlatır.. Ne zekanın oyunları kalır, ne kuruntular, akar gidersiniz…

Belki hepimize gereken budur. Zevklerimizde çiçekler ve arılar gibi olabilmek… Hepsi bu..

Evet insan neyin peşindedir ki? Hangi sınırsızlıkların…
İnsan hangi durumda insana kendini sunar? Zekâsını kişiliğini, hayallerini beklentilerini bedenini ve güzelliğini…
Ne zaman? Neyi bekler?

“Gövdesi, uçan bir aslanın gövdesine benzeyen, kadın göğüslü, kadın yüzlü Sphinks adlı korkunç bir canavar, ortalığı kasıp kavuruyorken her eline geçirdiğine bir bilmece soruyormuş:“Söyle bakalım, sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üç ayaklı olan yaratık kimdir?”
Oidipus, “İnsan” diye karşılık vermiş. “Çocukken elleriyle, ayaklarıyla emekler, büyüdüğü zaman dimdik yürür, ihtiyarlayınca da bir değneğe dayanır.” E. Hamilton, Mitologya

 
Toplam blog
: 444
: 1284
Kayıt tarihi
: 13.09.07
 
 

MB zengin kültürel bir eksen; düşüncelerimizin buluştuğu, tartıştığımız, birbirimizi etkilediğimi..