Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '15

 
Kategori
Güncel
 

Velev ki Şivan Perwer devleti tokatladı; peki, PKK'yı savunmak size mi düştü?

Velev ki Şivan Perwer devleti tokatladı; peki, PKK'yı savunmak size mi düştü?
 

Ateş çemberinden geçtiğmiz şu günlerde Türkiye'de çok tuhaf şeyler oluyor.

Bir zamanlar Ülkücü camia 'Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur' sözünü sık sık kullanırdı ama; bugün üzülerek görüyoruz ki Türk'ün Türk'e dost olduğu da oldukça şüpheli.

Antiparantez hemen belirtmeliyim ki; Ülkücülerin 'Türk'ten kasıtlarının ne olduğunu tabii ki bilecek durumda değilim ama; benim Türk'ten kastım TC vatandaşlığıyla Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlı olan herkestir. Yani kaderde birlikteliği, tasada ve kıvançta aynı duygusallığı taşıması gereken insan topluluğundan bahsediyorum.

Durum böyle olunca TC devletine gelebilecek bir zararın bütün bu kişileri olumsuz etkilemesi mukadderdir. Bunun için bu ortak kaderi paylaşan herkesin TC devletinin yararına çalışması, beklenir. Normal insan doğası bunu gerektirir. Tabii ki TC devletinin yararlarının ne olduğu noktasında farklılıkların olması çok doğaldır. Bu farklılık taban tabana da zıt olabilir. Lakin son tahlilde esas olan herkesin TC devletinin tarafında olduğundan kuşku duyulmamasıdır.

Ne yazık ki kendisini 'aydın' diye tanımlayan ve Türkiye sosyal hayatında ve özellikle de medyada çok etkin olan bir kesim var ki TC devletine düşmanlıkta sınır tanımıyorlar. TC devletinin geçmişte yaptığı insan hakları ihlalleri hiç bir şekilde bu insanlara peşin ve mutlak bir haklılık tanımaz. Bu itibarla bu kötü geçmişi TC düşmanlığına bahane olarak kullanmak insafla bağdaşamaz ve gerçekçi de olamaz.

Her olayda, her ihtilafta peşinen TC devleti haksız ve hatta suçludur!

Osmanlı'nın gücünü ve hakimiyetini kaybetmesi üzerine, dönemin emperyalist devletlerinin kışkırtması ve örgütlemesiyle ilk olarak Ermeni çetelerinin katliamlara başladıkları ve sonra durumun tersine dönmesiyle karşı katliamların yapıldığı ve bunu devletin engellemediği, engellemesinin de mümkün olmadığı tarihi bir gerçekken; Ermeni çetelerinin yaptıkları katliamlardan hiç bahsetmeyip, hatta unutturup; Ermeni diasporasından bile daha ateşli bir şekilde onlar, "Türkler Ermeni soykırımı yapmıştır"ı savunurlar.

Kıbrıs'ta TC 'Garantörlük' hakkını kullanarak soydaşlarına yardıma koşar, onları Rum katliamından kurtarır; onlar, "Türk askerinin Kıbrıs'ta ne işi var? Türk askeri işgalcıdır" derler.

Yunanistan Ege denizini neredeyse tümüyle bize kapamaya çalışır, TC bunu engeller; onlara göre Yunanistan haklıdır.

Bizim kapı komşumuz Suriye'de Kanada'sından Amerika'sına, Almanya'sına, Fransa'sına, Rusya'sına ve özellikle de İran'ına kadar her devletin askeri unsurları ve ajanları cirit atmaktadır; onlara göre "Türkiye'nin Suriye'de ne işi var?"dır.

Onlar hep tarihi gerçeklerle, uluslararası hukukla, akılla, mantıkla çelişmektedirler. Kendileri ile çelişmeleri ise çok daha trajikomiktir...

Malum; Suriye devletinin ilk olarak bir Türk uçağını düşürüp iki plotumuzu şehit etmesi üzerine onlar, daha işin aslını faslını öğrenmeden hemen TC'yi suçlamışlar ve "Türk uçağının orada ne işi vardı" demişlerdi. Şimdi aynı onlar, TC bir Rus uçağını düşürdü diye, "Rus uçağı birazcık sınır ihlali yapmışsa ne olmuş yani" diyebiliyorlar! 

Örnekler böyle uzayıp gidiyor. Her şeyde TC adeta günah keçisidir, kötüdür, yabancıdır. TC düşmanlığı o kadar marazi bir durum almıştır ki, Türk milli futbol takımının aldığı bir galibiyet ya da elemelere katılma başarısı bile onları acayip bir şekilde depresif hale getiriyor, komaya sokuyor.

TC tarihinde ilk defa bilim dalında Aziz Sancar'ın Nobel Kimya ödülü aldığı açıklandı; onlar hemen Kürt'tü, Arap'tı tartışmasına giriştiler. Bizzat Aziz Sancar "Ben Türk'üm" deyince bu defa da "Onu Amerika yetiştirdi, dolayısıyla ödül Amerika'nın hakkıdır" demeye başladılar.

Bu TC takıntısından dolayı, bugün için artık yabancı devletlerin TC'yi zayıflatmak, iç karışıklık çıkarmak ve bölmek amacıyla kurdurdukları, organize ettikleri, para ve silah yardımında bulundukları noktasında kuşku bulunmayan 30 yılı aşkın kronik sorunumuzun kaynağı PKK olayında da onların bulundukları tarafı kestirmek zor olmasa gerek.

Kürt demenin bile yasak olduğu dönemlerde bu kişilerin kendilerini saklama maharetini gösterdikleri mi yoksa AK Parti iktidarının yasakları kaldırmasıyla beraber mi PKK sempatizanı olduklarını bilmemiz mümkün değil. Yalnız kendilerine böyle bir özgürlük iklimi sunan AK Parti'yi özgürlük ve Kürt düşmanı olarak nitelemeleri de onların bir başka çelişkisini oluşturuyor. Ben yazılarımda bu kesimi 'Kandil Romantikleri' olarak adlandırıyorum. Bunu yaparken soyut bir isnatta bulunmuyorum; tam aksine bizatihi onların yazılarından alıntı yaparak olayı somutlaştırıyorum.

Kandil romantizmi ilk olarak Hasan Cemal'in 2009 yılında Kandil'i ziyaret etmesiyle başlamıştı. İtiraf etmeliyim ki Hasan Cemal'in bu seyahatine gazeteciliğin de ötesinde bir misyon yüklemiş ve sözde değil, özde barış isteyen biri olarak çok umutlanmıştım. Kronikleşmiş PKK olayında Hasan Cemal gibi popüler bir gazetecinin devletle PKK arasındaki diyalog kapısını aralayacağını ve barışa katkı sağlayacağını beklemiştim. Nitekim bu seyahatten kısa bir süre sonra barış süreci başlatılmıştı. Bilindiği gibi PKK Habur'da bu sürece pusu kurmuş ve çok geçmeden de Reşadiye baskınıyla 7 askeri şehit etmişti. Bu olayla durmadan 'barış' diyen PKK'nın gerçek yüzü ortaya çıkmıştı.

Reşadiye baskınından sonra PKK yine rahat durmamış, Silvan, Çukurca, Ankara vs baskınlarını gerçekleştirmiş ve çok sayıda askerimizi şehit etmiş, sivil vatandaşlarımızı öldürmüştü. Bütün bunlardan sonra bile Hasan Cemal'in adeta Kandil seyahatlerini gelenekselleştirmesi ve bir yıl sonra yine Kandil'e gitmesi; yazı dizisi şeklinde yayımlanan röportajında üstün edebi yeteneğiyle Karayılan'ı cilalaması, Kandil'i özendirmesi inanılır gibi değildi. Yeni bir Che Guevara yaratılmak istendiği satır aralarında okunabiliyordu. Büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Bu duygularla "Karayılan'ı besleyenler, sofrasına oturanlar, reklamını yapanlar onun sokmasından da sorumludurlar" başlıklı bir yazı yazmıştım.

Hasan Cemal'den cesaret alan diğer Kandil romantikleri de birer birer sahneye çıkmaya başlamışlardı. Artık bazı köşelerde hep PKK haklı, barışsever: devlet ise hep haksız ve savaşseverdi. Onların köşelerinde artık terörist sözcüğü gitmiş, yerine 'gerilla' sözcüğü gelmişti. PKK'dan bahsederken de genelleme yaparak 'Kürt halkı' deniliyordu. Bununla PKK'ya karşı olmak Kürt halkına karşı olmaktır gibi bir algının oluşması amaçlanıyordu.

Kandil'in ağzıyla konuşuyorlardı. Sanki Kandil'in sözcüleri gibiydiler. İlginç bir örnek vermek istiyorum: Geçtiğimiz temmuz ayında PKK'nın iki polisi uykularında öldürmesi üzerine TSK Kandil'e hava operasyonlarına başlamıştı. Kandil'den "AK Parti 7 Haziran'ın intikamını alıyor" şeklinde bir açıklama geldi. Ertesi gün HDP milletvekil Sırrı Süreyya Önder benzer bir açıklama yaptı. Takip eden günlerde ise bir yazarın yazı başlığı "Bahane: Terörle mücadele; Amaç: 7 Haziran'ın rövanşı" idi. Benzerliği görebiliyor musunuz? Aynı yazıda iki polisin şehit edilmesi PKK'nın Suruç katliamı misillemesi olarak nitelendirilmiş ve bir bakıma meşrulaştırılmıştı. 

Şimdi de Şivan Perver'in TRT 6'da verdiği röpartajın hükümet yanlısı medyada "Şivan Perver'den PKK'ya tokat gibi yanıt" şeklinde yansıtılması başka bir yazarımızı fena halde rahatsız etmiş olduğu anlaşılıyor. Üşenmeden bir yazı kaleme almış. Yazısından şunlar anlaşılıyor:

- Şivan Perver PKK'ya neden tokat atsın ki?

- PKK tokatı hak etmiyor ki...

- YDG-H hendekleri durup dururken mi kazdı?

- Çözüm sürecinde onların ellerinde silah mı vardı ki, şimdi neden silah kuşandılar?

- Hendeklerden Kandil de, HDP de, BDP de rahatsız ama YDG-H Kandil'i dinlemiyor, BDP-HDP'yi 'light', yani 'yumuşak' buluyor. Bu çocuklar savaşın içinde büyüdükleri için öfkeli olmada haklıdırlar...

- Karayılan 2015 Eylül ayında verdiği bir röportajda "şehrin ortasında silahlı dolaşmayı, hendek kazmayı tasvip etmediğini ama buna gençlerin karar verdiğini, müdahale edebilecekleri eşiğin ise artık aşıldığını" söylemiş... 

- Kürt siyasetinin akil adamları müzakere için son neslin kendileri olduğunu tekrar tekrar söylüyorlarmış. Oturup çözülmeseymiş bu gelen 'öfkeli gençlik' hiç yanaşmazmış...

- Kobani olaylarını Öcalan durdurmuştu; şimdi Öcalan'a neden şans tanınmıyor?

Özetle böyle. Yazar yazısının sonunu da şöyle bağlamış:

Ben burada (Şivan Perver'in açıklamasını kastediyor. H. B. Ö.) bir eleştiri görüyorum. Burada bir ‘tokat’ da var.

Fakat görmek bilmek ve duymak istemeyenlerin zannettiği yere değil.

***

Yazar demek istiyor ki; Şivan Perver PKK'ya değil, yapılması gerekenleri yapmayan, yani devlete tokat atmış!

Gelenek değişmemiş; yine PKK haklı, devlet suçlu; yine PKK barışsever, devlet savaşsever!

Oysa yazdıkları baştan sona yanlış ve gerçekleri yansıtmamaktadır...

PKK'nın sözde barışsever, özde savaşsever olduğunu anlamamak için kör olmak gerekir. Hele de Suriye'deki gelişmelerden sonra PKK'nın hedef büyüttüğü ve daha da savaşsever olduğu çok açıktır. Özal'dan sonraki ilk barış şansı Habur'a pusuyu kim kurdu? Silah bırakmak için Öcalan'ın bizzat katılacağı ikna kongreleri yapılması gerekir diyen kimdi? Bunun anlamı "Kesinlikle silah bırakmayız" demektir. Ve tabii ki de çözüm süreci devam ederken "Demokratik halk savaşını başlatıyoruz" diyerek savaşı başlatan kimdi? Bu kapsamda iki polisi uykularında şehit eden yine kimdi?

YDG-H'ye hendekleri kazdıran da bu talimattır. Demokratik halk savaşıyla tarif edilen, tıpatıp YDG-H'nin yaptıklarıdır. Hendekler kazarak yerleşim yerlerinin halklarını askere karşı siper etmekti amaçlanan. Bunun spontane olduğunu ve YDG-H'nin kendi icadı olduğunu iddia etmek insanları saf yerine koymaktır. Bunun eğitiminin Kandil'de verildiği çok açıktır. Yani eğitim de, talimat da Kandil'dendir. Bu itibarla Karayılan'ın hendekleri tasvip etmedikleri, gençlerin kendi kararları olduğu ve buna müdahale eşiğinin aşıldığı açıklaması yalandır ve hayatın olağan akışıyla da bağdaşmamaktadır. Kandil'in haberi ve talimatı olmadan yaprak bile kımıldayamaz. Haydi diyelim ki öfkeli gençler kendiliğinden bu işe kalkıştılar, peki, ellerindeki o ağır silahları doçkaları onlara kim veriyor? Kaldı ki "Savaşı başlatıyoruz" diyen bizatihi Kandil'dir. Burada olsa olsa ancak bu cahil gençlerin Kandil tarafından kullanılması söz konusu olabilir. Lakin yazarımız pek muteber bir kişiymiş gibi Karayılan'ın sözlerine hilafsız bir şekilde inanıyor ve bizim de inanmamızı bekliyor!

Kısacası hendekler Kandil'in talimatıyla açılıyor; HDPde , BDP de gönülden destekliyor. Oynanmak istenen oyun iyi polis-kötü polis oyunudur. Biz istemiyoruz da öfkeli gençler yapıyor! Buna kargalar bile güler. Buradaki amacın bu Kürt gençlerini kurşunlara hedef yapıp onları taze baharlarında soldurarak esas Kürt halkının öfkelenmesi ve isyana kalkışması olduğu söylenebilir. Ama bugüne kadar başaramadılar.

Çözüm sürecinde o gençlerin ellerinde silah mı vardı diye sormak Türkiye'de yaşayıp, üstelik köşe yazarlığı yapıp, Türkiye'ye bigane olmakla eş anlamlıdır. Çözüm sürecinde bile yollarda silahlı olarak devriye gezen, yol kesen, kimlik kontrolü yapan o gençler değil miydi. Yanlış olan belki de çözüm süreci heba olmasın diye devletin o silahlı gençlere toleranslı davranmasıydı. Bu gerçeği sağır sultan bile biliyordu.

Kobani olaylarını Öcalan durdurmuşsa; başlatan da Demirtaş'tı. Demirtaş'ın da bir yerlerden talimat aldığı pek muhtemeldir. Bu olaydan da anlaşılıyor ki Kürt gençleri ve hatta HDP yetkilileri talimat olmadan hareket edememektedirler.

Geldiğimiz noktada Öcalan'ın hendekleri kapattırması da kuşkuludur. Gençler Kandil'e mi bakacaklar yoksa Öcalan'a mı? Kandil'den yapılan son açıklamalar Öcalan eşiğinin de aşıldığını gösteriyor. Böyle bir ortamda devlet istese bile, prestij kaygısıyla Öcalan'ın bunu istemeyeceği, en azından bu konuda Kandilden güvence isteyeceği çok açıktır. Sözü tutulmadığında Öcalan bitmiş demektir. Bunun da en iyi Öcalan farkındadır.

Yazar, bir başka yazısında benim bu iddiamı doğrulayan ama kendisinin bu yazısını tekzip eden aynen şu ifadeleri kullanmaktadır:

"Zira, HDP’nin silah bırak demesiyle de, Öcalan’ın silah bırak demesiyle de silah bırakılmaz.
 
Neden biliyor musunuz?
 
Kandil dağındaki insanların o dağa çıkarken, ailelerinden ve topraklarından koparken, ellerine silah alırken bir sebebi vardı.
 
Otuzu aşkın yıl geçti, -şartlar o yıllardaki kadar kötü olmasa da-, o sebep baki kaldı.
 
O sebebi ortadan kaldırmadan HDP’nin, Demirtaş’ın ya da Öcalan’ın PKK’ye çağrı yapmasından bir sonuç alınamaz."
 
Demek ki Öcalan etkisiz elemanmış! Gerçek ve tek yetkili, silahı elinde bulunduran Kandil'miş!
 
***
 
Bu itibarla Şivan Perver'in devletin kanalı TRT 6'da PKK'ya mı yoksa devlete mi tokat attığı o kadar da önemli değildir...

 

Kürt demenin, Kürtçe konuşmanın yasak olduğu bir ülkede bütün tabuları yıkarak yasakları kaldıran bir iktidarı en büyük düşman olarak gören, barışa bu kadar yaklaşmışken barışa pusu kuran, savaş ilanı yapan, fidan gibi Kürt gençlerini acımadan ölüme sürükleyen PKK tokadı fazlasıyla hak ediyor.

Hak ediyor da, bu yazının sahibi gibi sözde aydınlara ne oluyor?

PKK'nın arkasında İran'ından Rusya'sına, Amerika'sından Almanya'sına, Fransa'sına, Esed'ine kada bir sürü her biri kapı gibi hamileri varken...

PKK'nın avukatlığı size mi düşüyor?

Ve dahası bu TC düşmanlığı neden?

11.12.2015

Hasan Basri Özgen

 

 

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..