Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Vezüv Yanardağı'nın eteğinde: Pompei

Vezüv Yanardağı'nın eteğinde: Pompei
 

kendi penceremden


Bulutlar yağmura dönüştü dönüşecek. Olur mu şimdi diyorum içimden, olur mu? Oldu bile. Otobüsün camlarına çarpmaya başladı nazlı nazlı yaz yağmuru. İçimden şimdi yağ ve bitsin, diyorum. Biz ininceye kadar dök üzerindeki sıkıntıyı. Napoli yakınlarına gelmek üzereyiz. Az sonra sisler içinden belirginleşiyor Vezüv yanardağı, insanın içini ürperterek. Gizemli ve ürkütücü yüzünü bize dönmüş, sessiz ve sakin bekliyor. Bir yanardağın bu kadar yakınına gelmek tuhaf bir duygu yaratıyor insanda. Tepede görkemli bir şekilde duruyor ve eteklerinde yalayıp yuttuğu şehrin hüznü çörekleniyor sisler arasından. Pompei…

62 yılında önce deprem oluyor Pompei’de. Şehrin zenginleri sarsıntıdan korkup denize açılıyorlar. Hırsızlık olmasın diye kölelerini evlerde bırakarak. Depremler küçük sarsıntılarla devam ediyor. Halk alışıyor bir süre sonra, geri dönen zenginlerin bazıları evlerini biraz daha kıyıya yakın yerlere taşıyıp üst bölümlerdeki evlerini satıyorlar.


24 Ağustos 79, Vezüv içinde yükselen alevleri iki günde boşaltmış eteklerindeki şehre. Kalınlığı üç dört metreyi bulan küller ve dumanlar altında kalmış Pompei. Ölümler, yanarak değil boğularak gerçekleşmiş. Küller ve kükürtlü buharlar, tüfler soluksuz bırakmış yaşayanları birkaç saat içinde. Bir sessizlik kaplamış; denizcilerin ve tüccarların uğrak yeri, dinlenme ve eğlence merkezi, ticaretin kalbi susmuş bir anda. Kimisi meydanlarda, kimisi evinde, ahırında, yatağında küllere yenik düşmüş insan ve hayvan bedenleri. İki gün içinde binlerce kişiye mezar olmuş Pompei. Lavların kalınlığı yer yer yedi sekiz metreyi bulmuş. Vezüv sustuğunda Pompei çoktan masal olmuş yıllar boyunca kimsenin bilmediği.

Bir söz vardır : Unutursun, küllenir her şey zamanla. Gerçekten hiç iz bırakmamış Vezüv külleriyle yuttuğu bu şehrin üzerinde, bir köylü 16. yüzyılda Vezüv eteklerindeki bağda çukur açana kadar. Bir duvarla karşılaşmış ve yetkililere haber vermiş hemen. Ve binlerce yıl sonra gün ışığına çıkmış doğanın insana yaptığı en hazin öykü. Kazılara başlanmış; belirginleşmiş, taşlaşmış küllerin arasından insanlar, hayvanlar ve eşyalar. Bulundukları yer saptanabilmiş bir rastlantı eseri. İlk kazılarda bulunanların hepsi havayla temas ettiklerinde küle dönüşmüş birer birer.

Fiorelli adlı bir İtalyan bilim adamı daha sonraki yıllarda (1863) yeni bir teknik bulmuş ve küle dönüşmeden katılaşmalarını sağlamış. Alçı taşını sulandırarak, kalıntının bulunduğu boşluklara şırınga etmiş. Alçının katılaşmasıyla taşlaşmış bedenler. İşte bu teknikle gün ışığına bozulmadan çıkarılabilenler; içinde yaşayanların, yaşama son bakışlarıyla birlikte, kurdukları uygarlığın izlerini görmek için dünyanın dört bir yanından gelenlerle dolu. Japonlar başı çekmekte her zamanki gibi. Üçte ikisi tamamlanmış bugün kazıların, üçte biri hala kalın duvarlar altında.


Ara sıra camlara çarpan çisenti de durdu biz otobüsten inmeden beş-on dakika önce. Pompei’ye giriş için rehber biletlerimizi aldı ve uzun yürüyüşümüz başladı. Elimizde şehrin kalıntılarının planını gösteren harita. İki ayrı tur güzergahı var, biz uzun olanı seçiyoruz. Yavaş yavaş tırmanıyoruz. Gladyatörlerin gösteri yaptığı şimdi çimle kaplanmış alanı görüyoruz önce.

İlerleyip Odeonun içine giriyoruz sonra. Taş basamaklara oturuyoruz. Meydanın orta yerinde işaretli bir yer var. Burada konuşan kişinin kendi sesini, yankılı olarak duyduğunu söylüyor rehberimiz. Deneme yapmak isteyenler birer birer işaretli yere gelip yüksek sesle konuşuyor. Söylendiği gibi her şey. Derinden yankılanıyor sesiniz…

Odeondan çıkıp ortasında yer yer büyük taşların bulunduğu yoldan yukarı doğru çıkmaya devam ediyoruz. Bu taşlar, daracık yollarda yağmur yağdığında, karşıdan karşıya geçmek için kullanılan atlama taşları. Yolda dönemden kalan tekerlek izlerini bile görmek mümkün. Evlerin içi ve dış duvarları, yaşayanların zenginliğine göre değişik resimlerle bezenmiş. Kırmızı boya kullanılmış bir resmin önünde duruyoruz, bu rengin tonunun günümüzde tutturulamadığını belirtiyor rehber. Ve buna Pompei kırmızısı dendiğini. Yaşanan felaketle birlikte, yok olan bir bitki türünden elde edilmiş olabileceğini ekliyor ardından. Bir başka sokakta bir duvarda seçim propagandalarını içeren yazılar yer almakta.

Bu liman şehrinin gelen konukları için aşevlerini ve fırınlarını görüyoruz. Yol kenarında uzun taş tezgahta, -yemeklerin sıcak durması için alt kısmında közlere veya sıcak küllere yer ayrılmış- üçlü-beşli yuvarlak çukurlarda çeşit çeşit yemeklerin servis yapıldığı yer aşevi. Uzun yoldan gelen gemiciler için her şey düşünülmüş. Dinlence, eğlence, şarap, yemek ve seks. Dili ne olursa olsun herkesin anlayacağı bir şekil geneleve giden yolun işareti. Bu şekil aynı zamanda Pompei halkının uğuru da.

Soğuk, serin ve sıcak odaları ayrı ayrı bir hamama giriyoruz. Buharlaşan suların, kubbeden aşağı içerdekilerin üstüne damlamasını önlemek için, kenara kaymasını sağlayan özel bir düzenek kurulmuş. Kubbeye yakın yerde dünyayı omuzlarında taşıtan Atlas figürleri. Giriş ve çıkış kapıları ayrı olan hamamdan çıktıktan sonra şehrin su şebekesini gösteriyor rehberimiz.

Sebze-meyve pazarı, tartıların kontrol edildiği ağırlık merkezi, şarap ve yağ depolamak için kullanılan testilerin hepsini görüyoruz teker teker. Hamile bir kadın, bir köle, bir köpek ve birkaç tane erkek bedenine çarpıyor gözlerimiz. Testiler arasında kıvrılıp bükülmüş bedenler. İnsanın bu taşlaşmış bedenler karşısında, yüreğini tedirgin eden bir hissi, yontulmuş bir heykele bakarken hissetmesi mümkün değil. Bir canlının iskeletinden farklı bir şey. Yüzlerinden yaşadıkları günün korkusu çarpıyor gözlerinize.

Kendini korumak için eliyle ağzını burnunu kapamış iki büklüm insanlar. Belinde köleliliğin zinciriyle bir başka biri. Ayakları birbirine dolaşıp kıvrılıp kalmış bir köpek. İnsanı binlerce yılın dehşetine götüren taş bedenleri görmek korkunç bir duygu karmaşası yaratıyor insanda. Başlangıçta gördüğünüz o çağdaki kentleşmenin bugünkü yaşamsal boyutu siliniyor birden gözlerinizden. Çeşmeler, hamamlar, süslemeler, resimler, mozaikler, renkler, tiyatrolar, meydanlar, evler, kapılar, agoralar değil; bir insanlık dramı belleğinizde. Bir Vezüv’e bakıyorsunuz, bir de bu bedenlere yeniden…

 
Toplam blog
: 38
: 1200
Kayıt tarihi
: 05.01.07
 
 

Belki de yazacak çok şeyim olmadığından üye olup sonra bıraktığım bu blog sevdasına yeniden başla..