Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Kasım '10

 
Kategori
Öykü
 

Vicdan azabı...

Vicdan azabı...
 

www.net-indir.com/forum/yurt-ici-haberler/108.


İkindi namazını kıldıran imam, camiden dışarı çıkarken kimbilir kaçıncı kez aynı şeyleri düşünüyordu. "Teravih, Bayram ve Cuma namazları dışında cemaatin azlığından yakınıyor, buna karşı yeni cami yapımları için Cuma günleri para toplamaya devam ediyoruz."

İki sırayı ancak dolduran saftaki insanlar camiyi boşaltırken, genç bir kişinin kapıda dikildiği, imamın gözünden kaçmamıştı. İlk defa gördüğü bu kişi kendisini bekliyor olmalıydı.

"Hocam, bir şey sorabilir miyim?"

Tahmininde yanılmamıştı. Delikanlının bir sıkıntısı olduğu her halinden belliydi.

"Buyur evladım, sor."

"Ayak üstü olmaz ama."

"O zaman içerdeki odama geçelim"

"Tamam hocam"

İmamın camideki odası çok büyük değildi. Etraf din kitaplarıyla doluydu. Mahalledeki insanlar sık sık din konusunda bilgi almak için kendisine gelirlerdi. O da elinden geldiği kadar yol gösterirdi. Herhalde delikanlı da bazı konularda aydınlanmak istiyordu. Delikanlıya baktı, 23-25 yaşları arasında gösteriyordu. Yani aşağı yukarı kendi yaşının yarısı kadar. Masasının arkasında iskemleye oturdu. Misafirine de masa önündeki iki sandalyeden birini işaret etti.

"Hocam, nasıl söylesem bilmiyorum. Ben vicdan azabı çekiyorum."

"Neden evladım?"

"Ben birini öldürdüm."

"Birini mi öldürdün???"

"Evet hocam."

İmamın birden rengi değişti. Bir insan birini öldürüp, pişman olduysa, kendisine değil, polise gidip teslim olması gerekiyordu. Acaba kendisi psikopat bir katilmiydi?

"Birini öldürdün ve vicdan azabı çekiyorsun. Bu durumlarda insan yaptığının cezasını çekmek için güvenlik güçlerine teslim olur. Bu kendisi için de hafifletici bir neden olur. Ben sana ancak dini telkin verebilirim."

"Güvenlik güçlerine gittim. Ben birini öldürdüm dedim. Ama ne savcılar, ne de polis benim hakkımda hiçbir işlem yapmadı. Bana psikolojik tedavi almamı veya bir din adamıyla görüşmemi önerdiler."

"Dinimize göre birini öldürürsen, önce ailesinin seni affetmesi sonra da diyet vermen gerekir. Ama burada önce geçerli olan, ülkenin yasalarıdır."

"Hocam, ben birini öldürdüm ve kimse de bana ceza vermedi"

"Sen şu işi bana baştan anlatsana"

"Benim idealimdeki meslek doktorluktu. Hatta cerrah olmak istiyordum. İnsanları tedavi etmek, hayatlarını kurtarmak, onları sağlam bir şekilde yaşama döndürmek...Ama olmadı..... Değil hayat kurtarmak, bilerek bir insan öldürdüm ve hala bunun vicdan azabını çekiyorum."

"Ceza almadığına göre, meşru müdafaa şeklinde mi birini öldürdün?"

"Hayır, hayır...Baştan anlatacaktım değil mi?

"Bu arada mesleğin ne senin evladım?"

Ticaretle uğraşıyoruz. Babamın sahip olduğu bir nalbur dükkanı var. İşlerimiz de gayet iyi. Birçok markanın bayiliğini de aldık. Babam, ağabeyim ve ben işin başındayız. Maaşlı çalışan elemanlarımız da var. Ama başta da dediğim gibi benim ilerideki düşüncelerim daha farklıydı. Sağolsunlar ailem bana her zaman destek oldu. Liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavlarına girdim ama bir türlü tıp fakültesini kazanamadım. Hatta dershaneye de gitmeme rağmen ikinci yıl da sınavlarda başarılı olamadım. Puanlarıma göre 2 yıllık bir ön lisans programına girdim. O program diş protez üzerineydi. En azından diş doktorluğuna yakın bir tercih diye düşünmüştüm. Ama ilgisi yoktu. Ben cerrah olmak istiyordum. Okulda aradığımı bulamayınca, daha sonraki yıl tekrar sınavlara girmeme rağmen, yine istediğim dalı kazanamayınca, vatani görevimi yapmaya karar verdim.

"Çocuklar çay koymuşlardı. Birer çay içelim. İçersin değil mi?"

"İçerim hocam. Sağolun."

"Afiyet olsun, sen devam et, dinliyorum."

"Askerde beni jandarma sınıfına ayırmışlardı. Eğitimimizi de Isparta da yaptık. Acemilik eğitimi bittikten sonra dağıtımım Hakkari'ye çıktı."

"Hakkari'yi bilirim. Bir dönem orada bulunmuştum. Görev yerin kentin içinde miydi?"

"Hayır hocam, Şemdinli ilçesine bağlı Beyyurdu karakolunda görevliydim."

"Bildiğim kadarıyla oraya bir baskın olmuştu. Sen o tarihte oradamıydın?"

"Baskından 2 ay önce o karakolda göreve başlamıştım. O gece saat 1 de nöbeti devralacaktım. 23 sıralarında yoğun bir ateş altında hainler karakola saldırdılar. İlk ateşte 3 arkadaşımız şehit düşmüştü. Biz de anında ateşe karşılık verdik. Ancak karanlıkta hiçbir şey göremiyorduk. Namlulardan çıkan ateşe karşılık biz de o yöne ateş açıyorduk. Çarpışma sabaha kadar sürdü. Helikopter destekli takviye kuvvetler gelince hainler kaçmaya başladılar, biz de arkalarından takip ettik. O anı ne kadar tarif etmeye çalışsam, anlatamam. Dışardan bakan birileri bizlerin o andaki hareketlerinin anormal olduğunu düşünebilir. Ancak her an ölebilirsiniz veya attığınız kurşunlarla birilerini öldürebilirsiniz. Çok değişik bir ruh hali yani"

"Anlıyorum evladım, kolay bir durum değil."

"Ben bir ara gruptan koptum. Silah sesleri gittikçe uzaklaşıyordu. Hainlerin hepsi bir tarafa doğru koşuyor olmalıydı. Kendimi bir anda kayalıkların arasında buldum. Oradan çıkacak bir yol arıyordum ki, hemen arkamda bir hışırtıyla birlikte hafif bir ses duydum. Sanki biri arkamdan sesleniyordu. Geriye doğru hızla döndüğümde bana uzanmış bir kol gördüm. Karşımdaki bir asker değildi. Bu kişi hainlerden biri olmalıydı. Hiçbir şey düşünmeden elim tetiğe gitti ve tüfeğimden çıkan kurşunlar bir anda adamı delik deşik etti. O anda elim ayağımın boşaldığını hatırlıyorum. Hayatımda ilk defa canlı bir hedefe ateş etmiş ve karşımdaki kişiyi vurmuştum. İlk anda büyük bir hınçla birlikte içimde gizli bir coşku duydum. Çünkü onlar da bizim arkadaşlarımızı şehit etmişlerdi. En azından içlerinden birinden arkadaşlarımın intikamını almıştım. Biraz zaman geçince ise içimin büyük bir pişmanlıkla dolduğunu hissettim.

"Ama sen ateş etmeseydin o seni vuracaktı."

"Aradan o kadar zaman geçmesine rağmen ben de devamlı bunu düşünüyordum. Vurduğum kişi genç biriydi. 20 yaşlarında ya var, ya yoktu. Tam benim arkamdaydı, sonra düşündüm ki isteseydi seslenmeden arkamdan ateş edip beni vururdu. Sonradan farkettim, bana sol kolunu uzatmış, bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Silahı ise sağ elindeydi ve namlusu aşağıya doğruydu. Bu çocuk diğer gözü dönmüş hainlere benzemiyordu."

"Görünüşe göre mi bu kanıya vardın?"

"Bu düşüncemi destekleyen kanıtlar vardı."

"Ne gibi?"

"İlk şoku anlattıktan sonra, hareketsiz yatan hasmımın ölüp ölmediğine bakmıştım, ama çoktan ölmüştü. Üzerini aradığımda cepleri bomboştu. Sadece parkasının iç tarafında hafif bir şişlik hissettim. Astarını yırtıp baktığımda küçük bir not defteri elime geçti."

"İçinde ne yazıyordu?"

"Aslında o not defteri bir günlüktü. Eğer üstlerimle paylaşacak bir şey olsaydı o defteri amirlerime verirdim. Ama tamamen şahsi bir günlüktü. O defter şu anda yanımda. Okumamı ister misiniz?"

"Seni rahatlatacaksa oku evladım."

"Bakın aynen şöyle yazıyor...."

"İki yıl önce köyümüze yapılan bir baskında evimiz basılarak beni zorla terör örgütüne dahil ettiler. Değişik kamplarda eğitim yaptırdılar. Birkaç kere kaçmaya yeltendim ama devamlı göz hapsindeydik. Benimle birlikte zorla buraya getirilen arkadaşlarımızdan bazıları kaçmaya kalktıklarında acımasızca öldürüldüler. Bugün beni zorla karakol baskınına götürüyorlar. Ama ben hiç bir Türk askerine ateş edemeyeceğimi biliyorum. Eğer fırsatını bulursam teslim olup, bu ortamdan kurtulacağım. Ailemi ve köyümü çok özledim. Tek isteğim sevdiklerime biran önce kavuşmak"

Not: Bu öyküyü artık kardeşin kardeşi vurmayacağı günlerin gelmesini dileyerek yazdım.

 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..