Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Vietnam gezi notları

Vietnam gezi notları
 

04.03.2006 ( PHNOM PENH - SAİGON )

Bu sabah bizi, Kamboçya Phnom Penh kentinden Saigon’a götürecek otobüs 07.30’da hareket edecek. Saati 05.30’a kuruyorum, malum sırt çantaların toparlanma (daha doğrusu tıkıştırılma) ve kahvaltı seremonimiz var. Tayland, Bali, Malezye ve Kamboçya’da geçen 50 günden sonra, Vietnam’a gidecek otobüsteyiz.

Phnom Penh’in artık alıştığımız keşmekeşini, motosiklet çılgınlığını seyrederek yola koyuluyoruz.Yine yollarda, araç kasalarına tepeleme doldurulmuş insanlar, motosiklet arkasına takılmış römorkların her birinde taşınan 25-30 öğrenci, mobilya istiflerinin altında kaybolmuş motosikletler, tozların içinde çırılçıplak çocuklar takılıyor gözümüze.Yolcuların toparlanması geciktiği için hareket saati 08.30’u bulan otobüsümüz, yaklaşık bir saat sonra, içinden Mekong nehrinin aktığı Neak Loeung kasabasında ferrybot kuyruğunda beklemek için sıraya giriyor.Satıcıların öyle bir saldırısına uğradım ki; neden sonra aşağı inip, birkaç fotoğraf çekebilme imkanı bulabildim.Mekong’u geçerken genişliği ve debisinin yüksekliğini yakından görme imkanı buluyorum. Neak Loeung’dan sonra, yollar düzeldi, yol şeritleri, trafik işaretleri başladı.Kampong Trabek kasabasını oldukça güzel, sağlıklı binaları izleyerek geçtik.Svay Rieng şehrinden geçerken, Budist tapınakları olan Wat mimarisini andıran uslüp ile inşa edilmiş, Svay Rieng üniversitesinin yeni binası ve civarın temizliği dikkatimi çekiyor.Sık sık rengarenk kumaşlarla, renkli fenerlerle süslenmiş, çardaklar süslüyor sokakları.Bunlar, düğün yerleri.Süslenmiş kadınların girip çıktığı, önünde erkeklerin ayaküstü dedikodu yaptıkları bu yerlerde bir düğün törenine denk gelemeyişime üzülüyorum.Saat 11.30’da Moc Bai’ye geldik.Otobüsteki yolcuların tamamı yabancı. Zira bu coğrafyalarda, Tayland ile başlayan gezi, Kamboçya , Vietnam ve Laos gezilmeden tamamlanmış sayılmıyor.Böyle olunca da; turistler için ayrılmış otobüs bulmak zor olmuyor.Rehber görevi yapan muavin, bizi toplayıp, sürü halinde bir yere götürdü.Bastığımız yerden bulut gibi tozlar çıkan yolda ilerlerken, Vietnam sınırına, gümrüğe gideceğimizi sanıyordum.Bir restorana getirildik.Gerçi kötü de olmadı, iki ülke arasındaki, tampon bölgedeki restoranda çoğunlukla yaptığım gibi, fried rice(pilav) ve tavuk yedim.(1.5 $).Bu arada, bze rehberlik yapan genç kız, pasaportlarımızı ve 30 $’larımızı alarak vize işlemlerini halletmek için sınır ofisine gitti.Vietnam tarafındaki binalar daha heybetli, düzenli görünüyor.Kırmızı fon üzerinde, sarı yıldızlı Vietnam bayrağı, 68 yıllarının gençlik heyecanlarını anımsatıyor bana.Gümrük binasına girince, üzerinde tulumlar olan bir sürü adam, hareketlendi.Herbiri bir yabancının yanına sokuldu.Bu arada benim yanıma gelen birisi elimdeki pasaportu alarak, yan tarafta oturan, hiç de görevliye benzetemediğim bir adama verdi.Adam, pasaporta bakarak “immigration” kartı doldurmaya başladı. Ben bir şeyler olacağını sezdim.Kapıdan girip şaşkın ortalığa bakanlara yapışıp, pasaportlarını alarak, her sınır geçişinde doldurduğumuz için, neredeyse, gözü kapalı doldurabileceğimiz formları dolduruyorlar.Benim formu dolduran adam, 1 $ isteyinse yüksek sesle, ” ödemem, onu ben de doldurabilirdim”diye sert çıkınca, “okey” diyerek verdi pasaportumu ve formu.Baktım, formdaki bilgileri karıştırmış, yeni bir forma yeniden yazarak, ilk bankodaki askerin yanına gittim.Uzun uzun inceledi, kafası neye takıldı ise, arkadaki bankoya gönderdi.Oda bir on dakika evire çevire didikledi pasaportumu, sonunda mühürü bastı.Bu sefer yan bankodaki asker seslendi, sağlık kontrol fişi vermek için, 2000 Dong (*) verince, sağlam raporumu aldım.Yan bankodaki adam, evraklara ve bana baka baka beş dakika oyalandı.U.V’den geçtim, artık bitti derken, son kapı çıkışında pasaportlar bir daha kurcalandı. Vitnam topraklarındayım artık, Kamboçya-Vietnam arasında çalışan otobüs firmalarından T.N.K travel ve Hanh Cafe yolcuları ayrıldı, biz Hanh Cafe yolcuları olarak , sırt çantalarımızı, bir önceki otobüs bagajından atıldığı yerlerden aldık, otobüslerimize bindik.

Dümdüz, gidiş, gelişi ayrılmış asfalt yoldan ilerleyerek 13.30’da Saigon’a geldik.İlk dikkatimi çeken korkunç bir motosiklet çılgınlığı oldu.Kırmızı ışıkların önünde bir anda 300-400 motosiklet birikiyor, yeşil ışıkla beraber, inanılmaz bir hız ve gürültü ile adeta uçuyorlar.Turistlerin yoğun bulunduğu Pham Ngu Lao caddesine geldik, otobüsün indirdiği yerden yürüyerek.Biraz uzun süren otel arayışımız, bu caddenin hemen arkasındaki sokakta, üç yatağı, çalışmayan kliması, fanı ve sıcak suyu olan Phong Cho Thue isimli otele yerleştik.Çantaları bırakıp, biraz nefeslendikten sonra, Saygon ( Ho Chi Minh ) şehrinin hiç değilse şimdilik yakın yerlerini dolaşmak için( eski postane binası, başkanlık sarayı, reunification hall, binh tay market ) tuk-tuk kiralamak istedik.İki kişilik tuktuk yok. Motorlu tuk-tuklar, fazla isteyince iki ayrı bisiklet tuttuk.Tuk-tukçuların kahyası, binerken, ”çanta ve makinelerinize dikkat edin” deyince huylandım.İnanılacak gibi değil, sağımdan solumdan kum gibi motosiklet akıyor.Kavşaklarda korkunç motosiklet ordusu yığılıyor. Her an biri hızla uzanıp, fotoğraf makineme, çantama saldırabilir.Pür dikkat ortalığa bakıyor, özellikle makinemi sıkı sıkı tutuyorum, zira, tam elli gündür çektiğim fotoğraflarım da, buradaki hafıza kartlarında.Ben önde, arkadaşım Pina arkada, yapışkan, nemli ve sıcak içerisinde ilerliyoruz.Daha doğrusu, akşam üzerinin yoğun trafiği ve bizim yaşlı sürücülerin şimdiden yorulmaları yüzünden yürüme hızında gidiyoruz. Binmeden önce, tuktuk’çulara elimdeki listeden gitmek istediğimiz yerleri söylemiştik, onlarda tamam anlamında kafalarını sallayıp durmuşlardı.Vietnam’da Latin harfleri kullanılmasına rağmen, hiçbir şey anlayamıyoruz.İngilizce kullanmamaya da yeminliler sanki.Üstelik bizim sürücüler hem yaşlı, hem biraz saf gibiler kendi alemlerine dalmış, uflaya, puflaya kanter içinde pedallara yükleniyorlar. Pina, arkadan, ”dönelim”diye sesleniyor.Kalabalık, gürültü, nereye gittiğimizi bilmememiz ürkütmüş olmalı.Tuktukçuya ne söylesem sadece “okey” diyor.Devamlı ilerliyor, Pina seslendikçe, ben içinde bulunduğumuz duruma gülüyorum.Sonunda bir Çin mabedi önünde duruyoruz.Ben elimdeki otele ait kartı gösteriyor, ”bu adrese gidelim” diyorum, o ise gözlerini uzaklara dikmiş, sadece “okey” diyor.Sanırım, tek bildiği İngilizce kelime bu olmalı.Hava da, iyice karardı.Bu kez bir Budist Pagodasına götürüyor.Bir saatliğine anlaştığımız geziyi iki saatte zor bitiriyoruz, tabii listemdeki yerlerden hiç birini göremeden.Hareket ettiğimiz noktaya geliyoruz.Ben hala gülme krizlerindeyim, Pina bana kızıyor.”Akşam akşam başımıza bela gelecekti” diyor.Vietnam, ilk edindiğim izlenimlere göre ucuz bir ülke.Akşam yemeğinde, biftek ve pilav alıyor ve sadece 1/2 $ karşılığı 8000 Dong ödüyorum.Pham Ngu Lao caddesi civarında dolaşıyor ve yarın Tay Ninh’deki Cao Dai Tapınağı ve Cu chi tünelleri için tur alıyoruz( 5 $ ) ve otele dönerek yarın Vietnam’ı kavramak üzere yatıyoruz.


05.03.2006 ( SAİGON veya HO CHİ MİNH CİTY )


Sabahın erken saatinde, kaldığımız otelin bulunduğu caddede müzik sesleri ile uyanıyorum.Otelin köşesindeki dükkanın önündeki kadın, bir mangal yakmış, domuz parçalarını ateşin üzerinde kızartıyor, masada oturan müşterilere kahvaltı için veriyor.Sabahın köründe, gördüğüm bu manzara, odamızda yaptığımız kahvaltıda beni biraz frenliyor.Önümüzdeki caddede bulunan Sinh Cafe tur ofisine gidiyoruz.Otobüs 08.20’de kalkıyor.Vietnam’ın güneybatısında bulunan Tay Ninh kentinde Cao Dai tarikatının kutsal merkezine gidiyoruz.Taocu, Konfüçyüscü, Budist, Hristiyanlık hatta İslam’ın etkisinde kırılmış, Tay Ninh eyaleti ve civarında iki milyon müridi bulunan bu tarikatın, yol boyunca büyüklü küçüklü tapınaklarına rastlıyorum.Çok büyük bir alanda yayılan arazilerinde, günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecek olan Cao Dai tarikatı, bir komün gibi çalışıyor.İhtiyaçların bir kısmı bu arazi üzerindeki üretim tesislerinde elde ediliyor. Sabah 06, 12, akşam 18, 24 saatlerinde olmak üzere günde dört kez, dini ritüellerini yerine getiriyorlar.

1878 doğumlu, ruhlarla iletişim kurmakta yeteneği olan bir devlet memurunun 1921 yılında, temas kurduğu Cao Day adındaki ruhun talebi ile bu dini kurar.Victor Hugo da fikir babalarından biri olur.Budistler sarı, Konfüçyus inananları kırmızı, Tao’cular ise mavi renkli giysiler ile geliyorlar ibadete.Kadınlar ve alt kademedekiler beyaz giyiniyorlar.Üst katta müzisyenlerin çaldığı yaylı çalgılar ve gitar eşliğinde çalınan müzik ile, vokal yapan kadınlar ayine başlıyor , zaman zaman Müslümanlar gibi secdeye kapanarak, bazen de istavroz çıkarıyorlar.Değişik , renkli bir ritüeli ilgi ile izleyip, bol fotoğraf çekiyorum.20 dakika süren bu tören sonrası otobüslere biniyoruz.Bir tesiste öğle yemeği veriyorlar.Cu Chi tünellerine doğru yol alırken yollar tanıdık geliyor.Haritaya bakıyorum, dün Kamboçya’dan giriş yaptığımız Moc Bai’nin yakınlarındayız, bu yollardan geçerek Saigon’a gelmiştik.Moc Bai’ye 23 km. kala, başka bir yola girerek 2.5 saatlik bir yol sonrası Tay Ninh’e gekdik.Bilse idim dün Tay Ninh’e gelir, sonra Saigon’a giderdik.Neyse, Cu Chi tünellerine giderken kauçuk ağaçlarının yoğunluğu dikkatimi çekiyor.Bir zamanlar Amerika’nın , Vietnam’a saldırısının altında kauçuk üretiminin çokluğunun yattığını okumuştum.Vietnam, Amerika’nın emperyalist saldırılarına direnişi şimdilerde turistik bir gelir kaynağı yapmış.Rehberimiz otobüste 5’er dolar topluyor, giriş için.Bir askerin nezaretinde tünellerden bir kısmının bulunduğu bölgeye geldik.Vietkong gerillalarının, taktikleri, Amerikan askerlerini psikolojik olarak bunaltan, tuzaklar , tüneller gösterildi. Hatta, tünellerden yaklaşık 50 m.lik bir kısmına girip , sürünerek gezdim ve Vietnam direnişinin , ne koşullarda yapıldığını kısmen anladım.Cu Chi tünellerinin 17 km.lik kısmını Fransızlar, 1940 yıllarında cephane koymak için kazmışlar.Toprağın killi yapısı direnişin yaygınlaşması ile tünel uzunluğunun 200 km.yi bulmasını sağlamış.Vietkong gerillalarının şaşırtma ve yıldırma taktikleri Amerikan askerlerini zamanla yıldırıp çözmüş ve gururlu Amerikan ordusu terk etmiş Vietnamı.Epey çalkantılı bir dönemi içeren iç savaşlar sonrası taşlar yerine oturmuş, belki Vietnam’lılar da, Çin ve Sovyetler Birliğinin de, menfaat gözeterek ittifak yaptığını anlayarak, daha akılcı kalkınma modelleri benimseme yoluna girmişler.

Geri dönmek üzere otobüslerdeyiz, 1.5 saatlik bir yol sonunda Saigon’a giriyoruz.

Yarın 07.30 için Nha Trang, Hoi Han, Hue’den geçerek Hanoi’ye giden “açık bilet” alıyoruz.Açık biletle güzergah üzerinde istediğin yerde iniyor, istediğin kadar kalıyor, devam etmek için, açık bileti ilgili ofiste geçerli kılarak ileri güzergaha hareket edebiliyorsun.Ancak, bizim vaktimiz gittikçe daralıyor.Daha Laos’a geçeceğiz.17 Martta Tayland, Bangkok’tan İstanbul’a döneceğiz.Bu nedenle sadece Hanoi çıkışlı geziler yapabileceğiz.Saat 00.15 Kamboçya’da Sihanoukville’de tanıştığımız Japon Mina ile İngiliz Sally , Pina ile laflıyor, ben de bitip tükenmez notlarımı yazıyorum uzandığım yerden.

06.03.2006 ( SAİGON—HOİ AN )

Sabah 05.30’da uyanıyor, kahvaltıdan sonra, ”açık bilet” operatörü T.M Brothers bürosunun önüne geliyoruz.Otelin alt katı resim galerisi, buradan geçerek otel katına çıkılıyor.Dün, sabah, çıkış saatimizde kapalı idi, kilitli kapıyı açtırıp, Tay Ninh’e gidecek otobüse yetişebilmek için epey çaba harcamıştık.Dün akşam erken çıkacağımızı söylememize rağmen, yine kilitli idi, neyse ki, uyuyan genç çocuğu kaldırıp kapıyı açtırabildik. Hanoi’ye kadar, hiçbir şehirde gecelemesek, açık bilet sistemini aralıksız takip edip, otobüslere binsek dahi 1800 km ve beklemelerle beraber yaklaşık 50 saat yolumuz var.İlk etabımız Saigon-Nha Trang arası 500 km.akşam üzeri Nha Trang’da olacak, yarım saat sonra Hoi An otobüsüne bineceğiz.Tam saatinde hareket etti otobüs. Camdan, Saigon’un çılgın kalabalık ve motosiklet trafiğini izliyorum. Vietnam, 330000 km2 toprak üzerinde, 85 milyona yakın bir nüfusu barındıran Uzakdoğu’nun en yoğun yerleşime sahip ülkesi. Kadınlar, güneş ışığının tenlerini esmerleştirmesini istemiyorlar, burada makbul olan beyaz ten.Motosiklet kullanan kadınların tümünde omuzlarına kadar uzanan kollarını, omuzlarını güneşten koruyan eldivenler var.Yüzlerini de, Vietnam’ın nemli ve sıcak havasına rağmen başörtüsü veya maske ile sıkıca gizliyorlar, güzel görünmek uğruna.

Saigon’da otel ve dükkanların neredeyse tamamında gördüğüm “thanh” kelimesi dikkatimi çektiği ; için Tay Ninh yolunda rehbere sorduğumda, en çok verilen ad olduğunu, ”saf” ve ”temiz” anlamına geldiğini öğrenip merakımı gideriyorum.

Saigon’un dışına ilerledikçe çok büyük oteller, şehir dışında ise fabrikalar, ticaret ithalat, ihracat merkezleri, konteyner yüklü TIR’lar görüyorum.Yoğun trafik içinde otobana giriyoruz.Motosikletlerin ücret ödemeden geçtiği otobanda trafik yoğunluğu devam ediyor.Şöförümüz ısrarla korna çalarak, kendine yol açmaya çalışıyor.Derken ilk Hanoi levhasını görüyoruz;1716 km.Sağımda solumda, tüm ailesi, çocukları, hatta bebekleri ile motosikletin üzerinde istiflenmiş dört-beş kişilik aileler, büyük bir beceri ile araçların arasında slalom yaparak ilerliyorlar.Yol boyunca kiliseler ve hristiyan mezarlıkları dikkatimi çekiyor.Emperyalizmin saldırgan boyutunun yanında kültür erozyonu yaratarak, yerel kültürleri talan etmesinin bir örneği olarak değerlendiriyorum.Zira Saigon sokaklarında da, boyunlarında kocaman haç kolyeler taşıyan çok sayıda Vietnam’lı görmüştüm.Benzin istasyonlarından geçerken akaryakıt fiyatlarına bakıyorum.Dizel 75000 dong, benzin 93000-95000 dong arası.( 1 $ = 16000 Dong).Vietnam’da diğer Budist ülkelerdeki gibi safran elbiseleri ile dikkati çeken Budist rahipler görmedim.

Phantiet’e geliyoruzMuine sahil yerleşimi 23 km. ileride burun üzerinde. Muine’de otobüs mola veriyor, ben de iniyor, sahile yürüyorum, pek de berrak olmayan su esen sert rüzgarın yarattığı dalgalarla iyicu bulanmış.İleride dört beş sörf görüyorum.T.M Brothers’in kafesinde noodle soup(*) alarak yemek sorununu hallediyorum.Mola bitiyor, Muine’den Nha Trang’a ilerliyoruz.Sahilden iç kısımlara doğru kumul bir zemin ve kum tepeleri devam ediyor.Sahilde geleneksel tekneleri, konik şapkaları ile denizde dolaşan Vietnamlı balıkçıları görüyorum.Open tour programında Muine-Nha Trang arasında Ca Na beach var.Ancak, otobüs yol kenarında pis bir restorasyonda duruyor.Phrang Rang’ın içinden geçiyoruz, dümdüz uzanan ovalar, ilerideki dağların eteklerine kadar yemyeşil pirinç tarlaları ile bezenmiş.Yaşlı, kamburlaşmış kadınlar önlerine kattıkları koyun, keçi sürülerini alarak evlerine dönüyorlar.Saat 17.45, ışıklar yumuşadı, etrafımdaki manzaralar daha bir güzelleşti.Büyük şehirlerde, güneşin ışıklarından estetik kaygılarla kaçışa buralarda rastlamıyorum, köylerde, insanlar tabiatın olumlu, olumsuz koşullarına boyun eğmiş, tevekkül içinde yaşıyor olmalılar.Uzun bembeyaz giysileri ile öğrenciler okullarından evlerine dönüyorlar.Nha Trang’a girerken balıkçı tekneleri ve dalyanlar çoğalıyor.Faruk Budak burası için;”ya tekne ile gezeceksinya da oturup bira içeceksin” diyordu.Burada konaklama vaktim ve imkanım olsaydı, herhalde bir tekne ile konik şapkalı balıkçıların arasında dolaşır, ağlarından çıkacakları, onlar kadar merakla beklerdim.

Nha Trang’da mola veriyoruz.Ofise girip, biletlerimizi okeyletip, otobüsün hareketin bekliyoruz.Bomboş olan otobüs birden hareket edip gidiyor.Ben fırlayıp, ”çantalar kaldı” diye bağırıyorum.Görevli kız gülmeye başlıyor.Meğer, biz Hoi An’a başka otobüsle gidecekmişiz.O arada bizim çantalarımızı alıp, büroya getirmişler.Bu hadise bana ders oluyor.Çantalarımızı alıp götürseler haberimiz olmayacak.Ofisin önüne gelen otobüse, çantalarımı alarak biniyorum.Kalabalık, iki kadın arasında yer bulabiliyorum.12 saat sürecek, 500 km.lik bir yol var önümüzde.Anlaşılan kadınlarla kucak kucağa bir yolculuk olacak bu parkur.23.15’de deniz kıyısında bir restoranda duruyoruz.Nha Trang’da giden otobüsteki haritamız yok artık, nerede olduğumuzu da bilmiyoruz.50 gündür, düzensiz ve peş peşe gelen yorgunluklar çabuk pes ettirmeye başladı.


07.03.2006 ( HOİ AN - HUE )


Yaklaşık 12 saat sonra Hoi An’a varıyoruz.Burası, Avrupalı denizcilerle gelen misyonerlerin Vietnam yerel kültürüne ilk çengel attıkları yer.Eski evlerin neredeyse tamamı tek katlı. Unesco’nun Dünya Mirası listesinde.Her zamanki gibi, sokaklarda özenli, özensiz yemek satıcıları dizilmiş.Çinli tüccarlar tarafından yapılmış evlerin bulunduğu sokaklara dalıyorum.Köşede geniş bir arazide , suyun içinde yaşlı bir kadın, hiç vazgeçemedikleri sarı konik şapkası ile eğilerek her tarafı sarmış olan otları topluyor.Bu otları Siem Reap’de Chong Kneas’a giderken de görmüştüm, oluşturulan büyük tavalar içerisinde.Sanırım yemekte kullanılıyor.

Hoi An’dan Hue’ye götürecek otobüs iki saat sonra hareket edecek.Ben büyük bir Çin mabedinin bahçesine girip, fotoğraf çekiyor, daha sonra yine eski şehrin eski sokaklarında kayboluyorum.Noddle soup, favorim oldu Vietnam’da yemek için, ofisin karşısındaki sokak restoranında yine bundan alıyorum.Hoi An-Hue arası 130 km, beş saat sürüyor.Ama;Vietnam’daki otobüsler hem eski, hem yollar aralıksız bisiklet ve motosikletle dolu.Hız limiti 70 km.olunca da, 1-2 saatlik yol 5 saat sürüyor tabi olarak.

Bir ara, marble mountains yani mermer ocaklarında mola veriyoruz.Mermer ocaklarının hemen dibindeki, mermer işleme atelyelerinde, akıllara durgunluk veren detaylarda mermer heykel ve biblolar görüyorum.Özellikle, Vietnam’da popüler olan kadın Buda heykelleri çok ince detaylı.1 $’a küçük bir “ happy Buddha” heykeli alıyorum. Satıcılar bir şeyler satmak için parçalayacaklar beni, ya da, kendileri parçalanacaklar. Saat 13.00’de Hue’ye geliyoruz.En uzun bekleme burada.Hue’den Hanoi’ye götürecek otobüs akşam 18.00’de hareket edecek, yani beş saat Hue’yi gezmek için vaktimiz var.Kentin içinden geçen Perfum nehrinin kenarına sıralanmış “dragon boat”lardan birine biniyor ve bir saatlik nehir gezimize başlıyoruz.( 6 $ ).Son anda yaşlı bir kadının kullandığı tekneye doluşan üç genç kız, bitmeyen ısrarları ile, tişort, gömlek benzer şeyler satmaya çalışıyorlar, ilgi görmeyince de;kızarak , nehirin ortasındaki küçücük, incecik bir kayığa sesleniyor ve binip gidiyorlar.Çok soğuk tavırları dikkatimi çekiyor Hue’lilerin. Genelde, batılı devletlerin Çinhindi’nde, özellikle Vietnam’daki sömürü düzeni ve savaşları;halk üzerinde içgüdüsel olarak, batılılara karşı bir antipati yaratmış, büyük şehirlerde bu tutum yumuşamış olsa da; küçük yerleşimlerde sık sık karşımıza çıkıyor.Bir saat boyunca Perfum Nehrinde dolaşıp fotoğraf çekiyorum.Perfum River, bu coğrafyadaki bütün nehirler gibi, sapsarı, milli ve pis.

Köşede bir lokantada yemek yemek için oturuyoruz, suratsız bir kadın fiyatı söylemeden tabakları doldurup, önümüze bırakıyor, sonra da, 25000 VND diyor.Yemeden kalkıyor, az ileride başka bir yerde aynı menüyü 15000 VND’ye alıyoruz.Neredeyse 1 $’lık farktan ziyade, kabalık rahatsız ediyor beni.

Saat 18.00’de Hanoi otobüsündeyim.Saigon’dan beri değiştirdiğim dördüncü otobüs. Şöförlerin hepsi birbirinden süzme, ne var ki; bu seferki görüntü olarak ta, güven vermiyor.Fanatik, yırtıcı, şöven bir hali var.Bir ara burnundan uyuşturucu çektiğini fark ediyorum.680 km. yolumuz 14 saat sürecek.Kısa süreli uyuyup uyanmalar salak gibi yaptı beni.Kuyruk sokumum ve omuzlarım ağrıyor.Kuzeye çıktıkça Saigon’un sıcak ve nemli havası yerini, soğuk ve sisli, yoğun rutubetli bir iklime terk ediyor.Başka çare yok bu yola da katlanacağım.Saigon-Hanoi arasında uçak ile gitmek yerine, harita kullanıp, ana eksen üzerinde tek yol olan bu 1800 km.lik güzergahı, ortalığı tanıyabilmek için özelikle seçtim.


08.03.2006 (HUE - HANOİ )


Sabaha karşı saat 02.00’de bir tepede duruyoruz.Soğuk, sisle karışık yağmur yağıyor. Ayakkabılarımı, Bangkok’ta İstanbul’a dönen eşime vermiştim, yük olmasın diye.Sandaletlerim, Vietnam’ın kuzeyine tırmandıkça yetersiz kalıyor.Ayaklarımı çorap giyerek ısıtmayı başarabiliyorum, ıslanana dek.Svitşortum, sırt çantamın içinde, otobüsün bagajında, Telkinle üşümemeyi bir müddet başarıyorum, yanımdaki çantadaki eşofmanı ayaklarıma sarıyor, puslu bir havada Hanoi’ye doğru ilerlerken, yol kenarında, bahçe yerine su dolu tavalarla çevrelenmiş evleri, suların içindeki köyleri seyrediyorum.

Yollar aralıksız TIR, bisiklet, kamyon, motosiklet dolu.Özel otomobillere çok seyrek rastlıyorum.Sabahın alaca karanlığında, puslu havada kayarak yoldan çıkıp aşağı yuvarlanmış bir TIR’ı, az ileride bisikletine çarpan aracın altında kalan bir kadının gazete örtülmüş cesedini, kenarda duran ayakkabılarını, eğri büğrü olmuş bisikletini görüp, bir an önce Hanoi’ye varmayı temenni ederken, saat 07.15 civarında otobüsün altından sesler gelmeye başladı.Sağ arka lastik patlamış.Allahtan bir sollama anına gelmedi, sis , yolları öyle kaygan hale getirmiş ki;otobüsten inip, yola adım attığım anda görebiliyorum bunu.Otobüsün iki şöförü gayet rahat, sakin birbirleriyle şakalaşıyorlar.

Saatlerdir oturmaktan bunalmış yolcular biraz hava almak, biraz da, kaygan yolda başka bir aracın , yol kenarına park etmiş otobüse çarpmasından çekindiği için aşağıda, yağmurun altında, aktarma yapılacak otobüsü beklemeye başlıyor.Yaklaşık bir saat sonra gelen bir otobüse biniyoruz ve Hanoi’ye 100 km. kalan yolu kat etmeye başlıyoruz.Her tarafta pirinç tarlaları, çoğunun içinde de mezarlar var.Koca pirinç tarlaları içinde, sarı konik şapkaları ile çiftçiler zar zor seçiliyorlar.Anlaşılan tarla içindeki arkları açıyor, yabani otları temizliyorlar.Güzel, buğulu fotoğraflar kaynıyor her köşede.Nihayet 09.20’de Hanoi’ye varıyoruz.Otobüs bizi şehrin dışında, su birikintilerinin arasında bırakıyor.Tuk-tuk’çular etrafımızı sarıp, otel pazarlamaya çalışıyorlar.Ben ısrarla şehir merkezine gitmek istediğimi söylüyorum.Sonunda Hanoi’de Ocean Star isimli bir otelin önünde indiriyorlar.10 $ ‘a bir oda buluyor ve Saigon’dan bu yana otobüsten otobüse atılıp, çamur içinde kalan çantamla odama çıkıyor, güzel bir banyo, ardından otelin karşı köşesindeki restoranda, içinde sebze ve deniz ürünleri olan şahane bir çorba içiyorum.Kamboçya’da bizi çok sevindiren küçük francala ekmeklerden burada da var.Hem de;daha lezzetli.50 saat yolculuktan sonra üç francalayı nasıl yediğime ben de hayret ediyorum.

Yemekten sonra, bir kağıda dökerek hazırladığım “görülecek yerler” listesini gösterip, 5 $’a, 2 tane moto-taksi kiralıyoruz.Moto-taksi’nin süslü ismi yanıltmasın. Motosiklet sürücüsünün arkasına oturarak, beline sımsıkı yapışıp, yaptığı zikzaklardan yere düşmemeye çalışarak yapılan bir yolculuk şekli bu.Uzun, şehirlerarası yollarda iyi de, şehir içinde ayaklarınıza çarpıp, sakat bırakma riski olan araç ve motosikletlerden korunmak gerek.İlk durak savaş müzesi olacaktı, nedense kapıdaki tankları görünce sevimsiz geldi girmekten vazgeçtim.Nguyen Tai Hoc caddesindeki savaş müzesinin tam karşısındaki parkta, artık dünyada ender rastlanılan Lenin heykeli var.

1010 yılında inşa edilmiş, tamamen ahşap mimarisi olan, Quan Thanh Temple’e uğruyor, tütsüler arasında dolaşıyoruz.

Ho Chi Minh müzesi, ıskalamak istemediğim bir yer.5000 VND ödeyerek giriyoruz.Ho Amca’nın fotoğrafları, Fransız Emperyalizmine karşı yürüttüğü kurtuluş savaşına ait, dökümanlar, fotoğraf ve silahlar ile , zeki ve mütevazi bir lideri, anlatabilen bir müze.1890 yılında Hue’de doğan Ho, Fransa’da gördüğü eğitim sonrası ülkesine dönüp, Komünist Partisini kuruyor, Fransa’nın Avrupa’da Almanlarla boğuşmasını fırsat bilen Japonya tarafından işgal edilen Vietnam, savaş sonrası Amerika tarafından Japon istilasından kurtarılıyor.İşte bu kaos döneminde, Ho Chi Minh 1945 yılında bağımsızlığını ilan ediyor Kuzey Vietnam’ın, daha doğrusu Vietnam Demokratik Cumhuriyetinin. Fakat, Amerika’dan yakasını kurtaramayan Kuzey Vietnam, savaşmak zorunda kalır Amerika ile, savaş esnasında, eylül 1969 yılında hayatını kaybeder.

Sırada Ba Dinh meydanındaki Ho Chi Minh anıt mezarı var.Ho, Budist geleneklere göre cesedinin yakılmasını istemiş, ancak Komünist aristokrasi, bir dinin gereklerini Ho’ya yakıştıramamış olmalı, cesedi mumyalayarak şeffaf bir lahdin içine koyuyorlar.

Ne yazık ki; anıt mezarı ziyaret imkanımız olamıyor bugün.Ben de, anıt mezarın önünde uzanan büyük , Ba Dinh meydanından, gençliğimin idollerinden Ho amca’nın mezarını seyretmekle yetiniyorum.

West Lake gölünün kıyısındaki Tran Quoc Pagodanın önündeyiz şimdi.1010 yıllarına yapılan bu pagodayı dolaşıyor ve fotoğraf çekiyorum.

Van Mieu-quoc tu giam ya da, edebiyat tapınağı denen mabette etkilenmemek elde değil.Vietnam’ın ilk üniversitesi kabul edilen, 1070 yılında inşa edilen bu kompleks, Vietnam mimarisinin tipik örneği olarak göz kamaştırıyor, ayrıca, burada Konfüçyus’un pek çok bilim adamı yetiştirdiği söyleniyor.Geniş ve ard arda dizilmiş kapıları, her iki yanda havuzları, içerideki değerli heykelleri ile çok hoş bir mekan.

Son durak, otelin yakınlarındaki Hoan Kiem Lake.Küçük ama sevimli bir göl.İçinde, küçük, ahşap bir köprü ile ulaşılan Ngoc Son Pagoda ile tam ortasında küçük bir pagoda var.Havanın puslu olmasına rağmen güzel fotoğraflar veriyor.Moto-taksi’yi bırakıp, otelin bulunduğu caddeye yürüyoruz.Akşam yemeği için karides, peynir, domates alıyor ve otele dönüyoruz.Yemek sonrası küçük bir dinlenmenin ardından, sinsice yağan yağmurun altında çevreyi dolaşıyoruz.

Fotoğraf makinemin hafızası dolduğu için, üzerindeki fotoğrafları CD’ye aktarmak istiyorum.Vietnam’da özellikle turistlere ulaşım hizmeti veren Sinh Cafe ofislerinden birine girdim.Kız 2 CD için 4 $ deyince, ben de Malezya, Bali ve Tayland’da aynı işi 1 $’a yaptırdığımı söyledim.Kızın yanındaki genç delikanlı lafa karışarak “öyleyse git Malezya’da yaptır” gibilerden bir şeyler söyleyince, sinirlendim.”CD’leri de, hafıza kartlarını da kırarım, yine sana yaptırmam” deyince kapıştık.Pina, kolumdan tutarak dışarı çıkardı beni.Daha önce de yazdığım gibi, Vietnamlıların, batılılara karşı tarihsel genetik miras nedeni ile dik bir duruşları var.Tabii, az ilerideki bir dükkanda bu hizmeti 1$’a yaptırdığım gibi az önceki hadiseyi anlattığım genç çocuk, Vietnam adına özür diledi benden.


09.03.2006 ( HANOİ - HALONG BAY )


Sabah 06.30’a kurduğum saatinden ikazından önce uyandım yine.Vietnam’ın iklimine alışmak zor.Sıcak ve soğuk kavramlarını vücut rotarlı algılıyor sanki.Terlerken, soğuktan ürperdiğimi hissettim bu coğrafyada.Gece öylesine terlemişim ki; çarşaf ve yorgan kılıfı sırıl sıklam olmuş.Üzerimdeki kırmızı tişörtün boyası, defalarca yıkanmış olmasına karşın, kıpkırmızı boya bırakmış yatağın üzerinde.Bir türlü çözemedim bu hadiseyi.Sabah kahvaltısı için, beğendiğim francalalardan almak için dışarı çıktım.Dün lokantada bile 1000 Dong yazılan ekmek için 2000 Dong istedi.Sabahın köründe dalaşmamak için verdim. Otelin restoranında da, aynı francalalar karşıma çıkınca, bugün gezerken usul usul yiyeceğimi anladım.Saat 08.00’e doğru Halong Bay’a götürecek minibüs geldi.Dün, oteldeki turizm ofisinden, Halong Bay+ Perfum Pagoda+ Laos’un başkenti Viantiane’e gitmek için toplu pazarlık yapmış ve 44 $’a anlaşmıştık.Halong Bay turu normalde küçük gruplar için 22 $, büyük gruplar için 16 $.Küçük gruplarda katılımcı sayısı 14’ü geçmiyor.

Hanoi’de akşamdan beri yağmur yağıyor.Hava sisli, gerçi Halong Bay bütün fotoğraflarında sisliydi.Alışageldiğimiz Vietnam trafiği ve manzaraları eşliğinde Hung Yen’e geliyoruz.İlerledikçe, büyük sanayi tesisleri, çok uluslu şirketler çoğalıyor.Tesislerin önünde, Avrupa ülkelerinin ve Amerika’nın bayrakları dalgalanıyor .Giderek, tesisler, inşaatlar ve hafriyatlar arasında Vietnam’ın geleneksel dokusu kayboldu.Genç kızların gergefler üzerine Vatikan mitolojik desenlerini işlediği ve sattığı bir yerde mola verildi.Emek verilmiş pek çok ürünü tanıma imkanı olan bu yerden ayrılarak, Halong Bay’a devam ediyoruz.Vietnam’da otomobil ve otobüsler için hız sınırı 70 km/h, motosiklet ve TIR’lar için ise 40 km/h.Halong şehrine yaklaştıkça pirinç tarlaları, yeşillikler artıyor.Kadınlar tarlalarda suların içinde, ellerinde pompalarla ilaçlama yapıyorlar.1994 yılında Unesco koruma listesine alınan Halong Bay’ın mistik görüntüsü, sis nedeni ile daha da grileşmişti.

Otobüsler, minibüsler akın akın turistleri taşıyorlar, teknelerin hareket ettiği iskeleye.Geleneksel, yelpaze yelkenli teknelerden birkaç tane görebiliyorun ancak.Çoğu bizim Akdeniz’de günübirlik gezi tekneleri gibi ruhsuz, estetikten yoksun.Rehberimiz 2$’ lık biletleri dağıttı.Bize ayrılan tekneye bindik, on kişiyiz.Sisler arasında zar zor seçilebilen Halong kayalıklarına ağır ağır ilerliyoruz.Kaptana suyun derinliğini soruyorum.2 m. diyor.Zira, teknelerin pervaneleri suyu karıştırarak sapsarı izler bırakıyor.Çin Denizinin kuzeyinde Tonkin Körfezindeyiz.Güneşten eser yok.Makinanın LCD ekranında birb şey göremeden fotoğraf çekiyorum.Körfezde denizin içinden yükselen sipsivri adaların hiç kıyısı yok.Teknede dört Japon genç ile dostluk kuruyoruz.Öğlende verilen yemek, böyle bir gezi ve tekne için fevkalade.Yemek sonrası, suyun gelgitlerinden dolayı merdiven basamaklarından oluşan bir iskeleye yanaşıyoruz.Thien Cung mağarası burası.Doğanın ellerinde oluşmuş bir lingam(*) burayı kutsal kılmış, ayrıca sarkıt ve dikitler de çok enteresan.İlk bakışta sıradan bir mağara gibi görünse de kat kat oluşumları ve derinliği ile ziyareti hak ediyor, ne var ki; mağara içindeki rengarenk aydınlatmalar ile suni fıskiyeler yakışmamış.Buradan , hemen yanındaki Dau Go mağarasına geçiyoruz.1915-1925 yıllarındaki kralları Khai Dinh’in mezar taşını bezlerlesıkı sıkıya örtmüşler.Nedenini merak ediyorum.Halong Bay gezisi, sis ve puslu havanın daha da esrarengiz yaptığı bir panorama içerisinde sona eriyor, 15.30’da Hanoi’ye dönmek üzere bekleyen minibüse biniyoruz.Akşamın yumuşak ışıklarında , pirinç tarlalarında ark boylarına koydukları sac ayağına benzer askılara astıkları kepçe benzeri kaplarla, zemindeki suları arklara akıtan köylüler, evlerine dönerken bisikletlerine binmiş kadınlar görüyorum.Saat 19.00’da Hanoi’deyim.Müdavimi olduğum lokantada, içinde her şey olan(tavuk, balık, kalamar, sebze, mısır), iki küçük francala eşliğinde akşam yemeğimi hallediyorum.Dolaşırken yağmur bastırıyor, plastik yağmurluk alıp, ıslanmaktan kurtuluyorum.20000 VND.Yarın Perfum Pagoda turuna katılacağız, akşamüzeri döner dönmez Laos’a gidecek otobüse bineceğimizden alış- veriş için vaktimiz olmayacak.Bu nedenle , bu akşam bir şeyler almak istiyorum.4 tişört alıyor, 80000 VND ödüyorum.Üzerinde Vietnamlı kız motiflerinin olduğu iki küçük panoya 25000VND veriyorum.Gece ilerledikçe, caddeler ıssızlaşıyor, bir ara sokak fahişeleri koluma girmeye çalışıyor, anlaşılan odama dönme saatim geldi.

10.03.2006 ( HANOİ - PERFUM PAGODA )

Sabah, kahvaltıya inmeden çantaları toparlıyor, kahvaltı sonrası da, receptiona bırakıyorum.Akşam üzeri Perfum Pagoda’dan 18.30’da dönecek ve ardından Vientane otobüsüne bineceğim.Minibüs gecikmeden geliyor.Hanoi’nin 75 km. güneyine Perfum Pagoda’ya gidiyoruz.Vietnam halkının, Ana Buda(kadın Buda)’nın burada doğduğuna dair inançları olduğu için burası bir hac yeri.Vietnam’a geldiğimizden beri, çantalarımız ve çamaşırlarımız kurumaz oldu, sırt çantalarımın metal aksamları pas içinde, ortamdaki yoğun rutubet yüzünden.Rehbere buralarda şu andaki mevsimi soruyorum, bahar diyor .Bizleri Chuo Huong’a (Perfum Pagoda) götürecek kanoların bulunduğu Huong Son’da minibüsten iniyoruz.Balık istifi gibi, yan yana dizilmiş, daracık, dengesiz teknelerden birine bindiriyorlar hepimizi.Kızılderili köylerini andıran yeşillerin, ağaçların arasından, küçük kürek darbeleri ile ilerliyoruz, kanomuzun içerisinde.Bir ara, fotoğraf çekmek için ayağa kalkmak istiyorum.Kano dengesini kaybediyor ve yanımızdaki İsrailli kadınlar haklı olarak çığlıklar atıyorlar.Tepelerine çöken sisler içinde esrarengiz görünen dalar, yemyeşil vadiler çıldırtıyor beni.Zodiak botum buralarda olsa, haftalarca kalır , her tarafını keşfederdim buraların. Büyüleyici güzergah, 1.5 saat sürüyor. Yüzlerce teknenin arasına yanaşıyoruz.Teknelerden inen kalabalık insan seli yukarı doğru ilerliyor.Yabancı neredeyse yok.Perfum Pagodanın 2500. yılı kutlanıyor.Yaşlı, genç, çocuklu aileler, nehir kıyısından, yukarı uzanan yol boyunca sıralanmış dükkanlardan, Ana Buda’ya sunmak üzere meyveler, yaldızlı süsler, tütsüler, kağıt para fotokopileri alıyorlar.Her


iki adımda bir lokanta var.Birinin önünde, kafası ve organları çıkarılmadan pişirilip, dükkanın önüne asılmış iri köpek benzeri hayvanlar görüyor, satıcıya bunun ne olduğunu soruyorum.Tilki diyor.Saat 11.Rehber, saat 14.00’de buluşacağımız noktayı gösteriyor.Pina ve tur arkadaşlarımız dört İsrailli kadınla başlıyoruz tırmanmaya.Önce, küçük bir mağarada Buda heykelinin bulunduğu yere geliyoruz.Yukarılara uzayıp giden, ancak kalabalıktan, bastığımız yerin az ötesini dahi göremediğimiz, iri taşlar döşenmiş, yağan yağmur ve yoğun insan trafiği yüzünden öyle kaygan hale gelmiş ki; düşmemek için büyük gayret sarfediyorum.Bir buçuk saat bu şekilde yukarı doğru tırmandıktan sonra, önünde ve içinde kum gibi insanların kaynaştığı dev bir mağaranın önünde buluyoruz kendimizi.Mağaranın derinlerindeki Buda önünde sıraya girip, yanlarında getirdikleri hediyeleri sunduktan, talep ve şükranlarını ilettikten sonra, yanlarına alıp ayrılıyorlar mağaradan.İnancın, umudun insan üzerindeki fonksiyonları, çok çarpıcı bir şekilde göze çarpıyor burada.Öyle terlemişim ki;tişört üzerime yapışmış, yüzümden akan terler, gözlerime giriyor, önümü zor görüyorum.Oysa, buraya teleferikle de çıkmak mümkün.Ancak, İsrailli arkadaşlarımızın Yahudilik geleneği devreye giriyor, 60000 VND gidiş-dönüş ücretini pahalı bulunca, biz de delikanlılık yapıp, en çok da gözüm gibi baktığım fotoğraf makinemi riske ederek, tırmanışa geçiyoruz.Ama dönüşte kaygan zeminde, düşme ihtimalini göze alamayarak, herkes 30000 VND ödeyip, kolayca meydana geliyoruz.

Buluşma noktasından, tekrar kanolara biniyor ve rüya gibi manzaralar eşliğinde geriye, Huong Son’a dönüyoruz. Minibüse binerek Hanoi’ye dönüşe geçiyoruz.Gözüm, dışarıda, kamera gibi kaydetmeye çalışıyorum gördüklerimi hafızama.Bir evin önünde uzanmış bembeyaz dört köpek görüyorum.Kardeşler herhalde diye düşünürken, başlarındaki adamın elindeki iri bıçağı fark ediyorum.Köpekleri kesmiş, derilerini yüzmüş, bu nedenle aracın içinde beyaz görmüşüm onları. Vietnam’da köpek oldukça makbul ve pahalı. Yine pirinç tarlalarında karıncalar gibi çalışan insanları görüyorum.Laos’a gidecek otobüs 19.00’da hareket edecek.Yoğun trafik Hanoi’ye yaklaştıkça artıyor, Hoan Kiem Lake civarında yürüyen, köpeklerini gezdiren Vietnamlıları izliyor, sonunda, 18.15’de Ocaen Star otelinin önüne geliyorum Laos’a geçecek yolcuları, yakınlardaki bir otelin önüne götürerek, oradaki yolcularla birleştirdiler.Saat 07.15’de otobüs geldi. Opentur ile Hue yönüne gidecekler de var otobüste. Güneyde Vinh , güney Vietnam ile Laos kavşağı.Bu noktadan itibaren Laos’un başkenti Vientiane’e yol almaya başlayacağız.

Hava Vietnam’da soğuk, bir de üstüne üstlük klimalar çalışıyor ve buz gibi havayı kapama imkanı yok.Tesisat bozuk , müdahale mümkün değil.Çantamdan poşet çıkarıyor, küçük toplar haline getirip, klima tesisatının deliklerine kapatıyorum.Soğuk hava kesiliyor.Önümüzdeki koltuklarda soğuktan büzülen gençler geri dönüp, teşekkür ediyorlar.Son günlerde hep başımıza gelen kısa uyanıp uyanmalarla yolları katetmeye başlıyoruz.

Vietnam, daha fazla vakit ve derinlemesine dolaşılması gereken bir ülke.Bir haftalık süreyi en verimli şekilde kullanmamıza rağmen, ıskaladığımız pek çok yer, insan profili olduğunun farkındayım.

Direnişin, inadın, çalışkanlığın ülkesi Vietnam.

(*) meraklısı için notlar;

VND Vietnam Dong’u 1 $= 16000 VND

Noddle soup; uzak doğu ülkelerinde pirinç unundan yapılmış, ince erişte veya makarna benzeri yiyecek

Lingam; Hindu inanışında Şiva’nın betimlendiği erkeklik organı şeklindeki simge.

Kaldığım oteller;

Saigon ; (Ho Chi Minh City); Phong Cho Thue

53 Buı Vien st. Dist.1

Hanoi ; Ocean Stars Hotel

45 Bat Su Str. www.starshotel.com.vn

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..