Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '09

 
Kategori
Bilim
 

Vücudumuzda evrimin izleri

Vücudumuzda evrimin izleri
 

Sevişen bonobolar. Sizce bu resim müstehcen midir?


Dünya üzerinde 3-4 milyar yıldır hayat var. Canlılık bir hücreden başlayıp evrilerek gelişmiş. Çok hücreliler, suda hayat, balıklar, bitkiler, karaya çıkış, böcekler, sürüngenler, kuşlar, memeliler derken bugüne kadar geçen süre içinde en iyi ürününü insan olarak vermiş. Zaman geçerken vücut üzerinde yapılar, organlar oluşmuş. Bunlar değişikliklere uğrayarak daha sonra gelenlere aktarılmış veya bir görevi kalmadığı için yok olmuş. Çevre zamanla değişmiş, onunla birlikte canlılık da değişmiş. En son en gelişmiş canlı olarak insana gelindiğinde, insan için de aynı şeyler olmuş. Yapısını ve organlarını kendisinden önce yaşamış olan atalarından almış. Bu işin içine doğa üstü güçleri karıştırmayan bilimsel görüştür. İnsan yaratılmış olsaydı, üzerinde geçmişte yaşamış canlı türlerine ait hiçbir iz taşımazdı. Ama bakıyoruz, bütün canlılarda DNA yapısı aynı. İnsan vücudunda 100 trilyon uzmanlaşmış ve farklılaşmış hücre var. Bu hücrelerin her biri temel olarak tek başına yaşayan bir hücreye çok benziyor.

Bütün canlı hücreleri birbirine benziyor. Enzim formülleri tesadüfe yer bırakmayacak kadar çok benzer. Ama bunları algılamak için bir takım aletlere gerek var. Bu yazıda alet edevat gerektirmeyecek, büyük kısmı gözle görülebilir benzerlikler üzerinde duracağız.

İnsanın hayvanlar gibi gövdesi, başı kolları ve bacakları vardır. İskelet yapısı, kemiklerin sayısı sindirim, dolaşım sistemleri, hareketleri, koku alma gibi duyuları, ağzı, burnu, kulakları, beyni gibi sayısız örnek saymak mümkün. Ama nedense bunlar benzerlikten sayılmıyor. Yaratılışçılar Tanrı hayvanları öyle, insanları böyle yaratmıştır deyip işin içinden çıkıyorlar. Aynı olsa zaten türdeş olurdu. Biraz farklı olunca da “o sayılmaz.” Neden? “Çünkü o mükemmel.” Ya nasıl olacaktı? “Yamuk yumuk.” Bir de şu mükemmel lafına takılıyorum. Önceki yazılarda insanın mükemmel olmadığını ama yaşayabileceği kadar yeterli olduğunu söyledim. Şimdi de görünen organlar ve eğilimler üzerinden devam edeceğim.

Avuç içlerinde ter bezleri vardır ve sinirlenince terleriz, çünkü ağaca tırmanıp kolayca kaçabilmek için. Terleyince ellerin daha kaygan olduğunu düşünebilirsiniz ama hızla hareket ederken ter koruyucu bir görev görüyor. Tehlike anında gözlerimiz irileşir, tüylerimiz diken diken diken olur çünkü kendimizi rakibimize büyük gösterip korkutmaya çalışırız. Bunu kediler, hindiler kirpiler de yapar.

Bazen gece uyurken bir yerden düşüyormuş gibi bir duyguya kapılıp sarsılarak uyanırız. Rüyamızda bir yerden düştüğümüzü görmüşüzdür. Bu ağaçlarda uyuyan atalarımızdan kalan bir reflekstir. Bir atamız bu olayı yaşamış ve onun tecrübesi genlerimize işlemiştir. İnsan pratik olarak o tehlikeyi hiç yaşamamış olsa bile bilir (içgüdülerin öğrenilmesi üzerine daha sonra yazacağım).

Birçok gazete haberinde şu sözü duymuşuzdur (Belki bazıları da yaşamıştır). ‘Kendimi kaybettim, ne yaptığımı bilmiyorum.’ Beyinde bizi kontrol eden iki bölge vardır. Biri bilinç bölgesi, diğeri atalarımızdan kalma bölge (Beyin konusunda ayrıca ayrıntılı olarak yazacağım). Bayılmakla bayılmamak arasında bilinç devreden çıkınca atalarımızdan kalma bölge devreye girer ve vücuta kontrolü ele alır. Biri size zarar mı verdi, onun yok edilmesi gerekmektedir. Bu durumda iki türlü davranış vardır. Ya saldırmak ya kaçmak. Eskiden ameliyatlarda narkoz yerine eter kullanırlarmış. Eter beyni süratle bayıltamaz, önce bilinci kapatırmış. O zaman ikinci merkez hareketi ele alırmış. Eter almak vücuda zararlı olduğu için kısa bir süre için bile olsa hasta kaçmaya veya doktor, hemşirelere saldırmaya çalışırmış. Bağırırmış. O yüzden kaçamasın, zarar vermesin diye yatağa bağlarlarmış.

Doktorların bildiği bir konu, insan doğmadan önce cenin durumundayken diğer canlıların ceninlerine daha çok benziyor. Örnek olarak bir kuyruk beliriyor, sonra kayboluyor. Cenin gelişirken gözler kuşlarda olduğu gibi iki yanda bulunuyor, sonra zamanla öne geliyor. El ve ayak parmakları önce yüzgeç, palet gibi gelişiyor, sonra parmak aralarındaki deriler yok olarak parmaklar ortaya çıkıyor.

Bebek yine anne karnındayken vücudunda kıllar çıkar. Bu ataların soğuktan korunmaları için kullandıkları kürküdür. Ancak doğuma yakın bir zamanda dökülür. Eğer genlerde bir aksilik olursa dökülmez ve bebek kıllı doğar. Cahillik yüzünden böyle doğmuş bazı bebekler hilkat garibesi diye öldürülmüşlerdir.

Yeni doğmuş bir bebeğin avucuna parmağınızı dokundurursanız sıkı sıkı yapışır. Bir anlamda düşmemek için tutunur. İşin garibi ayakları tutunmaya uygun olmadığı halde tabanına dokunursanız parmaklarını kıvırır, yani yine tutunmaya çalışır. Tutunup ağaçtan düşmeyecek. Bu yine atalardan kalmış bir reflekstir.

Erkek ve kadınlar ayrı cinsler olmalarına rağmen genlerinin aynı olması nedeniyle ortak özellikleri vardır. Erkeklerde östrojen, kadınlarda testosteron hormonu vardır. Halbuki bunlar tam tersi cinsiyetlerin hormonlardır ve zaman zaman karışıklıklara sebep olurlar. Akıllı bir tasarımcı bunları karıştırmazdı. Kromozomların karışmasıyla ortaya çıkan homoseksüelliği, hastalıkları söylemiyorum. Bu bütün insanlarda böyledir.

Kulaklarımız eskiden balıkların solungaçlarıydı. Solungaçlarda ağızdan giren su yanlardan dışarı çıkar. Bir kulak kesiti resmine bakarsanız dışarıdan ağız boşluğuna kadar uzanan bir kanal görürsünüz. Tabi bu yapı milyonlarca yıl içinde çok değişikliğe uğramıştır. Araya kulak zarı girmiştir. İşitme organına dönmüştür. Neden bu söylenebiliyor? Çünkü insan doğmadan önce gelişmesi sırasında bu deliğin çevresinde kan damarları oluşuyor (Oksijen alışverişine hazırlık). Ama daha sonra kaybolup normale dönüyor.

İlkel sürüngenlerde çeneye bağlı olan iki eklem kemiği, kulakta çekiç ve örs kemiklerine dönmüştür. Neden böyle olduğunu söyleniyor, çünkü ilkel sürüngenlerde çekiç ve örs kemikleri yok. Şimdiki hayvanlar ve insanlarda öyle çene eklem kemiği yok.

Akciğerlerimiz beskiden alıkların suyun dibine batmamak için kullandıkları hava keseleriydi. Balıklar hala bu hava keselerini kullanırlar. Kalkan balığı gibi bazı balıklarda hava keseleri yoktur. O yüzden suyun dibinde dolanırlar. Karaya geçiş de bu hava keseleri sebebiyle mümkün olmuştur. Bugün akciğer solunumu yapan ve yaşayan balıklar vardır.

Vücudumuzda atalarımızdan miras kalan 10 körelmiş yapı var. Bunları yazarken başka kaynaklardan yararlandım.

Yaratılışçılar ve akıllı tasarımcılar insan vücudu mükemmeldir diye dursun, evrim ve doğal seçilim insan vücudunda işini görmeye devam ediyor. Geçmiş zamanlarda insanların ataları tarafından kullanılan yapılar körelip yok olma yolundalar. İnsan vücudu değişiyor ve yeniden şekilleniyor. İleride şimdikinden daha farklı ve iyi olacağı kesin. Gerçekte bütün vücudumuz bize atalarımızdan miras kaldı. Ancak organlarımızdan 86 adedinin körelmekte olduğu söylenmiş. Burada belirgin olarak vücudumuzdaki körelmiş ve yok olma yolunda olan 10 yapıdan söz edeceğim. Bazıları ise yalnızca iz halinde kalmış. Çünkü artık bunlar işe yaramıyor. Vücutta bir görevleri yok. İşte bu yapılar:

1. Körbağırsak (apandis, apandiks)

Bu organın sindirim işinde hiçbir görevi yoktur. Aksine içine dolan bakterilerden kolayca enfeksiyon kapabilir. Bu duruma apandisit diyoruz. Apandis şişip patlarsa insanı öldürür. Yaratılışçılar buna sindirim sistemine destek olacak bakterileri üretme görevi biçmişlerdir. Ama bağırsaklarımızda zaten yeteri kadar bakteri bulunuyor. Eskiden, gelişmiş durumdayken, birden fazla midesi olan hayvanlarda bir görevi vardı. Örnek olarak geviş getiren hayvanlarda birden fazla mide vardır. Ama bildiğiniz gibi biz artık geviş getirmiyoruz.

2. Kulak kası

Atlar, eşekler, ve çift tırnaklı diğer hayvanlar, kısaca toynaklılar ve aslan kaplan, kadi köpek gibi et yiyen hayvanlar kısaca yırtıcı etoburlar, sesleri daha iyi duymak için kulak kepçelerini bu kaslar sayesinde öne arkaya oynatır ve sesin geldiği yöne çeviriler. İnsanların kulaklarının kepçeleri artık oynamıyor. Oynatmaya da gerek duymuyor ama bu kasların izleri hala bulunuyor. Bazı insanlar komiklik olsun diye oynatırlar.

3. Kulaktaki Darwin çıkıntısı

Kulağın üst kıkırdak kısmında bulunan küçük çıkıntı, şimdiye kadar ne işe yaradığı tam olarak kanıtlanmamıştır.

4. Kuyruk

Elimizle arkamızı, hayvanlarda kuyruğun bulunduğu yeri yokladığımız zaman fark edilen bir sertlik vardır. Bu dört omur kemiğinin küçülerek birbirine kaynamasından oluşmuş bir kemik parçasıdır. Atalarımızda bu kemikler kuyruğu oluştururlardı. İçinde omurilik vardı ve kuyruğu oynatırdı. Kuyruk denge görevi görürdü. İnsanda kuyruk olmadığı için bu kemiklere gerek kalmadı ama varlığını hala taşıyoruz. Yaratılışçılar bu kemik parçalarına kalça kaslarının tutunması görevini biçmişlerdir. Öyle bile olsa aynı görev hayvanlarda da görülmektedir. Burada karakteristik olan aynı işi tek bir kemik görebileceği halde kasları tutan kemiklerin körelmiş 4 tane kemikten oluşmasıdır. Bunlar da hayvanlarda bulunan 4 kuyruk kemiğine denk gelir. Ayrıca çok nadir de olsa bazı insanlar kuyruklu doğabilir.

5. Gözdeki yarımay kalıntısı

Belki dikkatinizi çekmiştir. Tavuklarda ve yılanlarda göz kapaklarından başka üçüncü bir göz kapatıcı zar vardır. Bu organ bize sürüngenlerden kalmıştır. Gözkapağı niteliğindeki bu zar, insanlarda gözün bir yanında ufak bir çıkıntı haline indirgenmiştir ve yok olmaktadır. Gözünüzü biraz ayrırsanız görürsünüz. Bir işlevi yoktur ama yaratılışçılar buna da gözün önemli bir parçası derler.

6. Yirmi yaş dişleri

İnsanlar yetişkin olmak üzere iken alt ve üst çenenin en arkasında birerden dört diş çıkmaya çalışır. Ancak insan alt ve üst çeneleri evrim süreci içinde eskisine göre küçüldüğü için çıkacak yer bulamazlar. Esasında insanın bu dişlere artık ihtiyacı kalmamıştır. Bu nedenle dişler çıkamayabilir. Çıksa bile çok dayanıksızdır, hemen çürür, çekilmesi gerekir. Yani baş belasından başka bir şey değildir. Yaratılışçılar buna çevre ile ilşkili bir durum, çene fazla kullanılmadığı için küçülmüş, o yüzden dişler çıkamıyor, evrimle ilgisi yok diyorlar. Peki evrim nedir ki? Evrimciler de aynısını söylüyor. Evrimden hiçbir şey anlamadıkları ya da anlamak istemedikleri açıkça görünüyor. Ayrıca tartışmalarda söylenen şey neden öyle olduğu değil, bu dişlerin bir görevi olmadığı halde vücutta bulunuyor olmasıdır. Bu da vücudun ‘mükemmel yaratılmamış olması’ demektir. Laf kalabalığına getirip kaynatmaya çalışıyorlar. Çünkü vücut yaratılmamış, evrimle bu hale gelmiştir.

7. Penis deri kılıfı

Erkeklerde sünnet yoluyla kesilip atılan bir deri parçası vardır. Bu parça hayvanlarda daha gelişmiş olup penisi dış darbelerden korur. İnsanda ise körelmiş ama yok olmamıştır. Yahudiler ve Müslümanlar dinsel gerekçelerle sünnet olup işe yaramayan bu deri parçasından kurtulurlar. Hristiyanlar ve başkaları da ameliyat olarak kurtulmaya çalışıyorlar. Çünkü buraya idrar birikebiliyor, enfeksiyon kapabiliyor. Yaratılışçıların da bazılarının sünnet olduğuna şüphe yok. Ama insanda bu deri parçası neden var, ne işe yarar açıklayamazlar.

8. Erkeklerde memeler

Kadınlarda bir görevi olan memeler bildiğiniz gibi körelmiş de olsa erkeklerde de vardır. Akıllı tasarım ve yaratılışçılar buna ‘genler yüzünden olmak zorundadır’ diyorlar. Yani yaratıcı bu söze göre ‘genler yüzünden beceremedim, kusura bakmayın, böyle idare edin’ diyor. Biraz komik değil mi? Halbuki bu durum diğer maddelerde olduğu ve yaratılışçıların da kabul etmek zorunda kaldıkları gibi genetik bir durumdur. Erkek ve kadın onların dediği gibi ayrı ayrı ve mükemmel yaratılmış olsalardı böyle bir durumla karşılaşılmazdı.

9. Köpek dişleri

Et yiyen yırtıcı hayvanlarda iri olan köpek dişleri insanda diğer dişlerin boyuna gelmiştir. Ama biçimi hala sivridir. Artık çiğ et yemediğimiz ve daha çok otla beslendiğimiz için bu dişlerin küçülmesi insana zarar vermemiştir.

10. Vücut kılları

Kıl, hayvanlarda çok sayıda olduğu zaman kürk adı altında sıcak kanlı canlıların vücut ısısını korumaya yarar. Ama insanlarda kıl seyrektir. Çok azdır. Bilindiği gibi insanların DNA’larında da %0.5 kadar bir farklılık vardır. Kıl bazı insanlarda hiç yoktur. Zaten bu seyreklikte koruyucu bir özelliği olmaz. İnsanın da kıllara ihtiyacı yoktur.. Kıllar da bize atalarımızdan kalmıştır.

İnsanın Tanrı tarafından yaratıldığı için mükemmel olduğunu, vücuttaki her organın vazgeçilmez bir görevi olduğunu iddia eden yaratılışçılar, bu maddelerdeki organlara bir kulp uydurmaya çalışıyorlar. Bazılarını kendileri bile açıklayamıyorlar. Ancak gerçekler ortada. Bunların üzerimizde bulunmasının sebebi milyonlarca yıl önceden kalma atalarımızdır.

Diğer canlılarda da atalarından kalma organlar görebiliyoruz. Örnek olarak köstebekler kördür ama yine de göz yeri vardır. Madem göze ihtiyacı yok, neden göz yeri var? Göz de körelmiş olarak var değil mi?

Balina ve yunuslar memeli hayvanlardır. Suda yaşarlar ve ayakları yoktur ama ayaklar doğumdan önce kısa süre görünür ve kaybolurlar. Ayak kemiklerini vücutlarında taşırlar. Zaten akciğer solunumu yaparlar. Bunlar onların karaya çıkıp yeniden denize döndüklerini gösterir. Yaratılışçılar ayak kemiklerinin cinsel birleşme sırasında kullanıldığını söylerler. Peki neden bu kemikler diğer balıklarda yok da akciğer solunumu yapan memeli -balıklarda değil- deniz canlılarında var? Tanrı öyle mi yarattı diyeceğiz?

Yumurtlayarak üreyen bazı canlılarda içeriden yumurta kabuğunu kırmaya yarayan yumurta dişi vardır. Bu diş doğumdan sonra düşer. Ama bazı memeli hayvanların embriyolarında ortada yumurta olmadığı halde diş görünür ve kaybolur.

 
Toplam blog
: 125
: 6625
Kayıt tarihi
: 18.11.09
 
 

İstanbul 1980 doğumluyum. Yüksekokul mezunuyum. İstanbul'da oturuyorum. Dünya ve çevre hakkında düşü..