Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '14

 
Kategori
Öykü
 

Vurmayın Erdoğan Bey!

Vurmayın Erdoğan Bey!
 

"Onların hepsi bizim arkadaşlarımız."


Babam bana bir kez bile vurmadı. Tek bir tokat bile. Biliyorum, ayrı dünyaların insanlarıyız sizinle. Ne sizin beni anlamanız, ne benim sizi anlamam kolay. Hatta çok zor bunlar, neredeyse olanaksız. Ama yaşamın sıcaklığına gözlerimizi nerede açarsak açalım, yolumuz nerelerden geçerse geçsin, karşımıza kimler çıkarsa çıksın, sonuçta hepimiz aynı toprakların, aynı dünyanın, hatta artık insanoğlunun uzaya da açıldığını düşünürsek aynı evrenin çocukları değil miyiz? Bizi biz yapan ayrılıklarımız mı, ortak yanlarımız mıdır? Tüm olup bitenlere karşın size kızamıyorum. Sizin yerinizde ben olsam belki sizden de beter olurdum. Annelerimizi, babalarımızı, doğduğumuz yerleri, çevreyi algılayabilir olduğumuz anlardan başlayarak tüm görüp duyduklarımızı,  yaşadıklarımızın tümünü kapsayacak bir değiş tokuşta Ozan Erdoğan, Erdoğan da Ozan olmaz mıydı? Şimdi karşınızda çaresiz görünen Ozan, o zaman belki de şimdi sizin ayrılmaz bir parçanız olan öfkeyle yaşar, o Ozan o Erdoğan'ı korkudan titretirdi.

Böyle olmadı. Rastlantı demek doğru olmaz, yıldızlar değil ama doğum tarihlerimiz ve yerlerimizle belirlenen süreçler sonunda ben genç bir mühendis olarak iş aramaya başlamış, siz de yeni koşullarda hızla büyüyen şirketinizin sürekli açılan kadrolarından birini doldurmak için ilan vermiştiniz. Böyle tanıştık. İşleri bildiğiniz yoldan kendiniz çözmeyi sevdiğiniz için arada başka kimse yoktu. Kafam karışıktı. Yurtdışına gitmek istiyordum. Bir yandan da bilinmezlikler beni ürkütüyordu. Geçmişle arama kesin bir çizgi çekip yeni bir adım atmayı göze alamıyordum. Oysa yönüm hep dışarıya dönük olmuştu. Gördüğüm eğitimle kazandığım nitelikleri burada değerlendirmem kolay olmayacaktı, biliyordum. Yine de denemek istiyordum. Başvurum dikkatinizi çekmiş. Görüşmek istediğinizi söyleyerek aradınız. Biraz şaşırdım. Günümüzün insan kaynakları yaklaşımına, aşamalı ölçme ve değerlendirme tekniklerine hiç uymuyordu bu durum. İlk anda gelmemeyi düşündüm. Nasıl olsa çok eskilerden beri bir gün çalışabileceğimi düşündüğüm şirketlere başvurularım için de görüşme çağrıları yakında gelmeye başlar, içlerinden en az biri ikisi olumlu sonuçlanırdı. Yine de iş bulma ve işe başlama süreçlerinin uzunluğunu düşününce sizi ve Güç A.Ş.'yi tanımak istedim. Telefonda kontrolü hemen aldınız. Merkez ofisinizin adresini vererek oraya gitmemi istediniz. Şoförünüzü gönderip beni aldıracaktınız. İnşaatı süren yeni holding binasının durumunu görmeye gitmiştiniz, süreniz sınırlı olduğu için bir an önce görüşmemiz gerekiyordu. Oyalanmadan gidip elemanınızla buluştum. Yolda sizi epey övdü. Bu, işinin bir parçası mıydı, yoksa içtenlikle mi bunları söylemişti, bilmiyorum. Sizinle karşılaşınca ne demek istediğini anladım. Herkes için geçerli olmasa da bu topraklarda yaşayanların çoğu hep bir baba ararlar. Güvenecekleri, sığınacakları, işler ters gidince sorumluluğu onların adına üstlenecek, güçlü, koruyucu bir baba. İşte öyle bir duruşunuz vardı. Yüksek sesle, tane tane konuşuyordunuz. Sesinizi duydukça titriyordum, gözlerinize bakamıyor, kaçırıyordum. Belki o gün bir daha hiç yanınıza uğramamak üzere sizi terk etmeliydim. Öyle yapmadım. Sizi dinledim. Anlamaya çalıştım. Ustaca hazırlanmış bir tuzak mıydı, ağzınızdan çıkan her söze kendiniz de mi inanıyordunuz? Bunu hiçbir zaman öğrenemedim. Söyledikleriniz kafama kazındı. Sizi dinledim, değer verdim. Seçimimi duyunca "Oğlum sen deli misin, ne işin var onlarla, onlara güven olmaz, doğru dürüst bir iş bul" diyenlere kulak asmadım. İlişkimiz böyle başladı. Beni hemen o gün kabul ettiniz. "Başlangıçta belki tüm özelliklerinden yararlanamayız, ama hızla büyüyeceğiz ve niteliklerini fazlasıyla kullanan çok uluslu bir şirkete dönüşeceğiz. Şimdi yanımızda olursan ileride önemli bir yer bulacaksın." Bunları söylediğinizde size inandım. Aslında ne Güç A.Ş. çalışmak isteyebileceğim bir yerdi, ne de siz güven duyup yanında kalabileceğim bir yönetici, bir patrondunuz. Yine de olumlu bakmaya çalıştım. Belki bu durum işime de geldi. Yükselen bir şirkette iyi konumda işe başlamanın getireceklerini elimin tersiyle itemedim. Bazı kaygılarımı size ilettiğimde içimi rahatlattınız. Size güvenebileceğimi, farklılıklarımızın sorun olmayacağının güvencesini verdiniz.

İlk yıllarımız hiç de kolay geçmedi. Evet, hızla büyüyorduk, sürekli yeni işler alıyor, yeni şirketler kuruyor, büyük projelerin hemen tümünde bir pay buluyorduk ama önemli sorunlar da yaşıyorduk.

....

"Mahmut Abi, bana babam bile hiç vurmadı. Biliyorum, sen, biraz dindarlığının etkisiyle, babandan dayak yemeyi normal görebiliyordun, ama ben, adeta farklı bir dünyada yaşadım, inançlar da, çocuklara bakış da farklıydı."

Erdoğan Bey'in ilişkilerini bilmesem, yaklaşımı bana güven vermese, amaçlarına ulaştığında benim de iyi bir yer edineceğime inanmasam, herhalde o küçük apartman dairesinde yıllarca çalışmayı göze alarak işe başlamazdım. Sonraları geçirdiği değişimi gördükçe kendime kızdığım zamanlar oldu. Henüz kazanılmamış bir zenginliği dağıtmak kolaydır. Olmayan gelirin paylaşımında inanılmaz bir cömertlik kolayca gösterilebilir. Gerçekleşen değerler ise bu sözlerin yaşamdaki karşılığı, sınanmasıdır. Güç A.Ş. Erdoğan Bey'in şirketlerindeki büyümenin öncü gücü, lokomotifi olmuştu. Bunun sonuçları hızla görüldü. Erdoğan Bey'in enerji sektöründe güçlenmeyi ne zaman kafasına koyduğunu bilmiyordum. Bu kararın ne kadar doğru olduğu her geçen gün daha fazla anlaşılıyordu. Yaşamın akması için hareket kaynaklarına her zaman gerek vardı. Ekonominin, sermayenin, paranın temel kaynaklarından biri, belki en önemlisi enerjiydi. Üstelik burada biriken güç, karar alma süreçlerini de dolaysız etkiliyor, yeni politik güçler doğuruyordu. Gözlerimin önünde gerçekleşen değişimler beni şaşkına çevirmişti. Beni işe alan babacan patron artık yeni bir şirketler grubunun tepedeki adamıydı. Çevresi çok genişlemişti. Yönetim kurulu yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte de etki gücü olan kişilerden oluşuyordu. Ana ortakların yapısı geçmişten gelen diğer güçlerle ilişkileri dengede tutmak için özenle seçilip belirlenmişti. En büyük değişim de Erdoğan Bey bize anlık gibi görünen bir kararla Güç A.Ş.'yi halka açma kararını aldıktan sonra yaşanmıştı. Şirketin ekonomik gücüne politik bir güç eklenmişti. Bu hızlı büyüme, kaçınılmaz olarak büyük bir hesaplaşmayı da getirmişti. Erdoğan Bey'in tek karar verici olmasını doğru bulmayanlar olağanüstü genel kurul çağrısı yapmışlardı. Bu çabaları, yoldan çıkmakta olan işleri yeniden bir düzene sokabilme fırsatı olarak görmüştüm. Kendisine karşı olanlara verdiğim desteği duyunca Erdoğan Bey çılgına döndü. İlk tokadını o zaman yedim.

Mahmut Abi, şirkette çalışanların genel yapısına pek uymayan, aramızın da farklılıklarımıza karşın epey iyi olduğu bir depo görevlisiydi. Arada sohbet ediyorduk. Birbirimizin düşüncelerini öğrenmeye, anlamaya çalışıyorduk. Dünyayı televizyondan ve tanıdığı birkaç kişinin gözlerinden izliyordu. Erdoğan Bey'in tokadı üzerine işi bırakıp gitmeye kalktığımda beni o durdurmuştu. Boyun eğmeyi iyi biliyordu, dik durmanın işe yaramadığı bir dünyadan geliyordu. Sessizliği ve sabrı onu kurtarmadı. Yeniden yapılanma süreçlerinden birinde onu attılar. Durumu çok kötü olmadı. Karısı ve beş çocuğuyla epey yardım alarak yaşayabiliyorlardı.

O dönemde işten ayrılmadım, bunu göze alamadım. Sonuçta çıkar ilişkilerinin belirleyici olduğu, şirketlerde ve hükümetlerde belirli konumlara gelenlerin kararlarının tek gerçek olarak görüldüğü, ister şirket genel kurulları ister genel seçimler olsun kararları ve gücü paylaşma mekanizmalarının pek de işe yaramadığı bir dünyada yaşıyorduk. Hep umutlu olmaya çalışıyordum. "Aklın yolu birdir, er ya da geç yanlışları görürler, yetki ve sorumlulukların yasalara uygun dağıtılması, yasaların evrensel kurallara uygun yapılması, ortak kaynaklardan karşılananlar başta olmak üzere tüm işlerin hukuk ilkelerine göre denetlenmesi gerektiğini anlarlar" diyordum. Tokadı unutmaya, Erdoğan Bey'e eskisi gibi bakabilmeye çalıştım.

İşler büyüdükçe insana ve güvenliğe verilen değer azalıyor, kaza riski artıyordu. Kötü bir olay yaşanmamasını umuyordum.

....

Demet Hanım'ı ilk kez ne zaman gördüğümü bilmiyorum. Erdoğan Bey'in yanına pek gelmezdi. O ikisini zaten yan yana hiç düşünemiyordum. Olsa olsa karşıtların birliği olabilirlerdi. Şirkete bir kadın eli değse işlerin düzelebileceğini birçok kez düşünmüştüm. Kararlardaki katılık, kazanç hırsı, insan ve çevre duyarlılığının önceliklerin sonuncusu bile olamaması, kuralların ve yasaların yalnızca çıkarlara göre belirlenip uygulanması geleceğin kaynaklarını şimdiden tüketiyordu. Yalnızca bazı grupların çıkarlarına ters düştüğü sanılan uygulamalar, temel hak ve özgürlükler sistematik olarak yok sayıldıkça yaşamın sonunu getirebilecek bir risk yaratıyordu.

Kendimi Erdoğan Bey'den çok Demet Hanım'a yakın hissediyordum. Uygarlığın işlerin yapılma biçiminde ve insanlar arasında kurulan ilişkilerde de bir iyileşme getirmesi gerektiğini düşünüyordum. Bir uğrayışında göz göze gelmiştik. O sıcaklığı unutamadım. Böyle bakan birisi insanları ölüme gönderebilecek bir kararı asla vermezdi, veremezdi. Çocuklarını korumaya çalışan bir anne gibi, çalışanların tümü için en iyi çözümleri bulmaya çalışırdı. Peki acımasız

bir rekabetin yaşandığı günümüz dünyasında bunu yapabilir miydi? Erdoğan Bey'in değil, Demet Hanım'ın yönettiği bir Güç A.Ş. rekabet edip ayakta kalabilir miydi? Diyelim ki ekonomik çözümler bularak bunu başarabildi, eski yöntemlerle çalışan şirketlerin tümü yaşama içgüdüleriyle ona saldırıp yok etmezler miydi? İş bulamadığı ya da işten atıldığı için toplum dışına itilen Mahmut Abi gibi milyonların küçük bedelleriyle satın aldıkları destekleriyle onları yaşamdan silmezler miydi?

....

Bir gün hiç ummadığım bir rastlantı oldu. Demet Hanım'a duyduğum hayranlığı kendimden saklayamaz oldum. Erdoğan Bey'e öfkem büyüdü. Bir akşam Yalnız Demeter'le karşılaştım. Saklamaya çalıştığım hayran bakışlarla, yüzündeki acı izlerini görmemeye çalışarak, olağanüstü güzel bir söyleşiyle süslenen kısa bir akşamı paylaştığımızda içimdeki duyguyu tanımlamakta sevgi sözcüğünün pek yetersiz kaldığını gördüm.

Erdoğan Bey'in tanıdığım ilk dönemlerini ona anlatırken ben de bir hesaplaşmaya girdim. Küçük bir apartman dairesinde üç beş kişi çalıştığımız ilk günleri ne çok özlediğimi fark ettim. Artık kimse titremeden onunla konuşamıyordu. Parası arttıkça güçlenmiş, anlayışı ve sabrı tükenmişti. Amacına ulaşmak için kendi çocuklarını bile yok etmeyi göze alabilirdi. Şirketlerindeki insanların değeri üretimde kullanılan diğer malzemelerden farklı değildi. Her ikisi de satışlarla elde edilen gelirlere dönüşüyor, ortaklara hazırlanacak sonuç raporları için temel sayısal verileri oluşturuyorlardı. Başka bir değerleri yoktu. Büyüme, yeni ve büyük riskler getiriyordu. Erdoğan Bey'in kendisini destekleyenlere verdiği sözleri tutabilmesi ölüm kalım sorunu olmuştu.

....

Aradığımız, özgürlüktü. Bulabildiğimiz, başkaları gibi olma özgürlüğü olmuştu.

Özgürlük nerede başlar? Sınırlar nerelere konur?

Dünyanın ve insanın üçte ikisi sudur. Suyu anlamak, yaşamı anlamaktır.

Coşkun akan ırmakların önüne büyük setler çekerek yapılan barajlarda yaşanan kazalar, suyla oynamanın tehlikelerini gösterir. Bir baraj kapağı kopup gittiğinde dalgaların gücü yaşamları da alıp götürür.

Toplumlarda yaşananlar da çok farklı değildir.

Özgür bırakılan su yayılır, dağılır, buharlaşır.

Nehir olup akan su bir güç biriktirir, barajlarda set kurulup yararlanılabilir, yönlendirilebilir.

Kurulan setler suyun yapısına uygun değilse, ya da çok fazla su biriktirilip barajdan taşıyorsa, ya da kapakları kırıyorsa bir sorun var demektir.

Birçokları gibi Erdoğan Bey'in de bize bağışladığı bir özgürlük vardı. "Benim gibi Olma özgürlüğü." Hepimiz ona benzeyebilir, onun istediği gibi davranabilir, birer Erdoğan olabilirdik. Bununla mutlu olurdu. Belki son yıllarda unuttuğu bir insan davranışını hatırlar, belki bize gülümseyebilirdi bile.

Özgürlükleri yasalardan ve baskılardan önce eğitim sistemi sınırlıyor. Kurumlar, kişilerin önünü açan değil onları kalıba sokan, yönlendiren, kontrol eden mekanizmalar olarak görülüyor. Bireysel öznelliği ortadan kaldırarak genel kurallar adı altında dar grupların görüş ve çıkarlarını savunan ilkelerin benimsetilmesini amaçlıyor.

İletişim olanakları arttı, yaşam biçimleri değişti. Yönetenler eskiye göre daha açık olmak zorunda. Yine de temel olarak ancak genelde benimsenen doğrulara uyanların, ortalamadan sapmayanların özgürlükleri korunabiliyor. Özgürlük, istediğini her an, her yer ve her konuda, istediği biçimde yapabilmek midir? Düşünceleri açıklamakla onları benimsemeye zorlamak arasındaki sınır nerededir? İnançlarına uygun davranmak ve giyinmekle, insanlara eşit koşullarda bakmak ve yardım etmek arasında da benzer bir ilişki var mıdır?

....

Yalnız Demeter'i ilk ne zaman gördüğümü bilmiyorum.

Ama o andan sonra yüzü gözlerimin önünden gitmedi. Erdoğan Bey'in öfkesine karşı bana güç veren sessiz bir destek oldu.

Erdoğan Bey'in epey kamyonu vardı. İşleri büyüdükçe bunların sayısı da hızla arttı. İşleri dengede tutmak zorlaşmaya başlamıştı. Sürekli bir hareket vardı. Yer altına iniliyor, doğanın karnı deşiliyor, çıkarılanlar zamanla yarışarak dört bir yana gönderiliyor, bazen ekonominin bazen politikanın kirli

çıkar ilişkilerinin hizmetine sunuluyordu. Bu baş döndürücü hız korkutucu olmanın ötesine geçmiş, dehşet verici olmaya başlamıştı. Herkes yaklaşan büyük acıyı görüyor, kimse sesini çıkaramıyordu.

Sonunda büyük kaza oldu. Müthiş bir olaydı. İnanılmaz büyük bir acıydı. İnsanlar hep ölüyordu, yine ölmüşlerdi. Yine boş ve anlamsız bir nedenle, küçücük bir özenle kurtarılabilecekken yerin altına böylesine çok gömülüp boğulmuşlardı.

Erdoğan Bey'in durumu yönetmesi zor olmadı. Çok üzülmüştü, ama kadere karşı gelinemezdi. Acıyı paylaşıyordu. Gün durma günü değildi. Üretim sürmeliydi. Gerekli önlemleri çoktan almışlardı.

Böyle olmadığını biliyordum. Önlem alınması bu işin fıtratında yoktu çünkü. Ucuz emek, ucuz üretim, daha çok kazanç, satın alınan daha çok güç, sağlamlaştırılan bir çıkar ilişkileri ağı vardı. Şirket halka açıldıktan sonra da Erdoğan Bey hem küçük ortakların payını sınırlı tutmuş, hem de sürekli desteklerini alacak şekilde hepsini kendine bağlamıştı. Yalnız Ekrem Bey'in diğerlerinden biraz farklı bir etkisi vardı. Şirketin hızlı büyümesinin yarattığı sorunları, çalışanların karşılaştığı insanlık dışı durumları görüyor, bunların düzeltilmesi, uluslararası hukuk ve iş kurallarına uygun hale getirilmesi gerektiğini söylüyordu. Yaklaşan genel kurulda aday olması bekleniyor, ancak şirketteki hissesi ve küçük ortaklardan alabildiği destek az olduğu için şansı pek fazla görülmüyordu.

İlk kez Erdoğan Bey'e karşı çıkacak gücü kendimde bulabildim. Belki de Yalnız Demeter'in gizli desteğiydi bu sözü edebilmemi sağlayan.

"Erdoğan Bey, bu önlemler yeterli değil, biliyorsunuz, biraz yatırım yapmamız gerekiyor" dedim yalnızca.

Çok sert bir tepki gelebileceğini biliyordum, bu kadarını beklemiyordum.

Erdoğan Bey niçin böylesine kızmıştı? Galiba edindiği tüm zenginliğe karşın hâlâ dolaysız konuşabildiği ve kafasında hep kendine ait gördüğü yoksulların ve dışlanmışların desteğini yitirmesine yol açabilecek bir tehditle karşı karşıya olduğunu düşünmüştü. Kontrolü tümüyle kalktı.

Erdoğan Bey'in nasıl yanıma geldiğini görmedim bile. Bir yumrukta beni yere yıktı. Öfkesi patlamıştı. Tekmelemeye, öldüresiye dövmeye başladı. Vurdu, vurdu, vurdu. Düştüğüm yerde iyice büzüldüm. Bağırmamaya, ağlamamaya çalıştım. Bir iki kişinin olsun bana destek vermesini umarak çevreye bakındım. Bir ölüm sessizliği vardı.

"Vurmayın Erdoğan Bey!" diye haykırdım.

Diğerleri tokat yememek için sessizce başlarını önlerine eğdiler.

 

Önceki Öyküler:

1. Mehmet Arat, Seni Seviyorum Erdoğan, http://blog.milliyet.com.tr/seni-seviyorum-erdogan/Blog/?BlogNo=448965&ref=fblike

2. Mehmet Arat, Senden Korkmuyorum Erdoğan, http://blog.milliyet.com.tr/senden-korkmuyorum-erdogan/Blog/?BlogNo=461357&ref=fblike

İş ve İşsizlik Esintileri:

Mehmet Arat, Sevgili işsizlik arkadaşım, http://blog.milliyet.com.tr/sevgili-issizlik-arkadasim/Blog/?BlogNo=347303&ref=fblike

 

İlyada Esintileri:

Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada, http://www.facebook.com/mehmetarat2000x&ref=fblike

  

 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..