Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '12

 
Kategori
Dünya
 

Vurulan uçağımız Almanların Göben ve Breslau gemileri gibi bir rol oynamasın?

Vurulan uçağımız Almanların Göben ve Breslau gemileri gibi bir rol oynamasın?
 

(Sanal ortamdan alıntıdır)


Cuma gününden bu yana Türk kamuoyu yeni bir savaş için çalkalanıyor.

Günden güne azıtan terör saldırılarına bir de bir savaş uçağımızın düşürülmesi eklendi.

Çok üzüldük.

Eğitim uçuşu adı verilen bu tür görevlerde bu kaçıncı can ve uçak kaybımız bilen var mı?

Ege Denizi üzerinde ve Konya'da da benzeri kazalardan dolayı az üzülmedik.

Suriye ile aramıza giren bu 'uçak düşürülemesi' sorunu bakalım nasıl çözülecek.

Surye'nin 'uyarıda bulunmadan' bir uçağımızı düşürmesi sorunu ince diplomasi gerektiriyor.

Anlaşılan Hükümet de bu tavır alışını sürdürmeye kararlı.

Türkiye'nin savaşçı tavrı Kıbrıs Sorunu ile oraya konulmuştur 

İlk savaş esintilerini 1974’te yaşamıştık Kıbrıs’taki  Rumların taşkınlıkları sırasında.

Sorun özellikle Kıbrıs Türklerini olası bir soykırımdan koruyan Kıbrıs Barış Hakekatı ile son buldu.

Ancak Yeşil Ada ya da Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen ikiye bölündü.

Bu durum her iki kesimdeki kanların akmasını durdurmuş olsa da Kıbrıs iktisadi olarak gerilemeye başladı.

Ancak bu çıkışı ile Türkiye bazı sorunlar karşısında hiç de sessiz kalamayacağını dünyaya duyurdu.

Bu kapsamda Türkiye bakalım ülke huzurunu bozan ayrılıkçı terör karşısında başka neler yapacak?

Türkiye uluslararası hukuk açısından haklı

Cuma günü Suriye sınırına yakınlarında TSK'ne ait bir RE-4E tipi Phantom uçağı Suriye güçlerince düşürülmüştür.

Suriye bu acı olay için 'Aramızda düşmanlık yoktur. Olay saldırı değil, savunmada bulunuldu' diyor.

Türkiye'de bugün bir nota ile haklı olarak 'uçağımızın her hangi bir uyarı olmadan vurulması sorumluluğunun' Suriye'de olduğunu bildirmiş.

Nota'da 'uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının saklı olduğu' da belirtilerek beklemeye başlanılmıştır.

Petrol zengini Orta Doğu'nun kaderi sürekli bölünmek midir?

İki günden bu yana Türkiye'de olduğu gibi dünyada da yine her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

Türkiye olası bir savaşa doğru yönlendiriliyor gibi gelmeye başladı bana.

Bu büyük siyasi yaklaşıma Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) deniliyordu on yıl kadar önce.

Bugünlerde o projeden çok kimi siyasi ve askeri oluşumların varlığı sardı çevremizi.

Bu Batı tasarımı içerisine zorunlu olarak BM, AB ile NATO da girmiş  bulunuyor.

On yıldan bu yana kaygı uyandıran Irak'tan sonra bir de Suriye geldi oturdu gündemimize.

Bu gibi gelişmelerde Batı’nın Orta Doğu paylaşımı bağlamında bu olayın önemi büyük.

Bilindiği gibi Orta Doğu Mısır’dan Pakistan’a, Türkiye’den Afganistan’a kadar uzanan büyük bir coğrafya.

Osmanlı'nın son yıllarında ortaya çıkan petrol yatakları onun çöküşünde önemli roller oynadı.

Hicaz ve Bağdat Demiryolları bağlantılarını Batı hiç de Osmanlı'nın hayrı için döşemedi.

Amaç yörede bulunan madenlere ve petrol yataklarına ulaşmaktı.

Bu amaçla İsrailoğulları için Arz-ı Mevut; Arap dindaşlarımız için de ayrılıkçılık siyesetleri dayatıldı.

Osmanlı çökmüş olsa da Batı Orta Doğu'daki yönetimleri istediği gibi çözemedi.

Batı Orta Doğu'yu yönelendirmek için hangi kartları kullanıyor?

Bu da yerel yönetimlerin güçlenmesine SSCB'ne yakınlaşmalarına ya da zenginleşerek şımarmaalrına yol açtı. 

Çoğu petrol üreticisi devletler olarak Batı'nın bu girdisi üzerinden daha çok kazanmak istediler.

Bu durum Batı'nın içinde bulunduğu iktisadi yapılanma bakımından korkunç bir bağımlılık demekti.

Batı bu bağımlılığı en aza indirmek ve petrolü ucuzlatmak için elindeki kartları iyi kullanmaya başladı.

Bu kartlar; Demokrasi, İsrailiyet, Kürtler, Asuriler, Şiiler, Sünnüler, Laiklik, İnsan Hakları olarak sıralanabilir.

Demokrası sarmalı geleneksel toplumlarda uygulanabilir mi?

Bir bütün olarak Batı; Rusya, İran ve Çin hariç Suriye'ye de tez elden 'Batı tipi bir demokrasi' gelsin istiyorlar.

Batı ile kurulmuş olan bağlantılar nedeni ile Türkiye de bu dayatmanın içinde.

Oysa Türkiye'nin özgünlüğü 1800'lerin başına kadar uzanıyor. 

Bu süreçte Batı'nın değişik desiseleri ile açtığı nice savaşlara dayanamayan Osmanlı parçalandı.

Onun 'külleri arasından' çıkan Yeni Türkiye 'mazlum milletler' arasında bulunan Arap ülkeleri için de bir model olmuştur.

Osmanlı'nın çöküşünde rol alan Araplar Batı'nın çizdiği sınırlar içerisinde bağımsız(!) olabildiler.

Oysa toplum yapılanmalarını İnsan Hakları ve demokrasi bağlamında sağlıklı bir biçimde çözemediler.

Düşünelim ki her biri en az beş yüz yıl sonra 'devlet olmak' gibi bir mertebeye yükeseliyor!

Bu da onlarda değişik içerikli şımarıklıklar, taşkınlıklar, kişiliksizlikler ile hukusuzluklar yarattı.

Ne yazık ki onlar değişik 'denge oyunları' ile Batı ile Rusya arasında salınıp durdular.

Sorunlu Osmanlı yönetiminden sonra da Orta Doğu durulmuyor

Değişik içerikli sultalar ile adaletten de insan haklarından da İslam'dan da uzaklaşmaya başladılar.

Osmanlı'nın Garplılaşma sürecindeki açmazların çoğuna düştüler İbni Haldun'un saptadığı geleneksel 'asabiyye' tutkusu onları birer Firavun gibi erişilmez kılmaya başladı sonunda. 

Cemal Abdünnasır, Hafız Esad, Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi ile Hüsnü Mübarek bilinen kişiler.

Kurulan sıkı düzen bağlıları için bir zulüm çarkı oluştururken; komşuları ile kimi ülkeler için birer sorun olmaya başladı.

Göstermelik seçimler, adil olmayan gelir dağılımı, adam kayırmalar ile adaletin tesis olunaması toplumları gerdi.

Batı kendi çıkarları yanında Orta Doğu toplumları için de daha paylaşımcı bir hukuk düzeni istiyor

Son yirmi yıldan bu yana Batı bu tür toplumsal sorunları da bulunan petrol zengini Orta Doğu için yoğun çatışmaları da içeren bir tasarı uygulamaya geçti.

Çünkü Batı artık toplumsal düzenler için de daha hızlı olunması gerektiğini dayatıyor.

Bu da kendinden menkul ve bencil totaliter düzenler ile uzlaşılarak bir türlü yerine geleceğe benzemiyor.

İşte bu yüzden Batı sorunun toplumsal boyutları yanında dilediği gibi yönetebileceği yeni bir model sunmaya başladı onlara.

Batı'nın Atina Kent devletine borçlu olduğu ve geliştirdiği 'demokrasi' adı verilen bu model dayatılıyor onlara.

Oysa Batı'nın dostu olan pek çok değişik içerikli totaliter bir yönetim uyguluyor.

O ülkelerde ne İnsan Hakları ne azınlık hakları ne çok partili bir seçim düzeni ne de liberal bir iktisat var.

Ancak bu tür ülkeler ya da rejimler Batı ile her türlü uzlaşmaya giriyor; petro-dolarlar belirli bir düzen içinde Batı'ya akıyor.

Bu yüzden bu tür ülkelerin sultaları geleneksel 'asabiyye' düzenlerini kendi iç dinamikleri yolu ile ilerlemeye çalışıyorlar.

Kısaca 'bana değmeyen yılan bin yaşasın' diyorlar. 

Oysa onların dışında kalan ülkelerde özellikle Osmanlı'dan arta kalan ülkelerden çoğunda 'demokrasi kurulsun' istiyor Batı.

Baskıcı yönetim biçimlerinin totaliter yapıları dağılsın, paylaşımcı demokrasi hukuku gelsin istiyor.

Bu da dünden bugüne olabilecek bir değişim değil.

Batı bu amaçla her türlü tedbiri alıyor.

Irak Batı'nın eseridir

Dünyanın ilk on ülkesinden biri olan Irak için tasarlanan yıkım planı yıllar içinde ancak gerçekleşti.

İran'a karşı kullanılan totaliter Saddam'dan sonra giderek komşuları için saldırgan bir tavır içine girdi.

Kaddafi sosyalizmin çarpıtıldığı 'cemahiriye' tutkusu ile dünyaya meydan okumaya başladı.

'Batı'nın muhibbileri' olarak Barzani ile Talabani Saddamdan sonra Orta Doğu'da umulmadık görevlere getirildiler.

Anlaşılan Batı'nın Osmanlı'dan sonra Irak için bulduğu çözüm özellikle Kürt Kartının uygulanması bakımından daha çok işine yarayacak gibi görülüyor.

Şimdilik Irak'ta bir çözüm gibi dayatılan bölünmüşlük sanırım 'petrol gelirleri' açısından büyük sorunlara gebe. 

Düğümler nasıl çözülecek?

Tunus, Libya ve Mısır iç kargaşalıklar ve dökülen kanlar pahasına da olsa 'demokrasi çarkı' içine girdiler.

Bu ülkelerdeki çatışmaların iç dinamikler kadar dış bağlantılar ile de ilgili olduğu biliniyor.

Oysa örnek olarak düşündüğümüzde Fas, Ürdün ve Suudi Arabistan'da hiç de 'demokrasi' yok.

Batı’nın örnek olarak dayattığı kendinden menkul özgürlük ise hiç yok.

Bin yıldan bu yana çoğu geleneksellikleri de yıkarak ilk olarak 'devlet' olmak kolay olmasa gerek.

Osmanlı'nın da kuramadığı huzuru Batı kurabilecek mi?

Şöyle ya da böyle açıktır ki Suriye'deki totaliter yönetimin sonu gelmiştir.

Oysa çevremizde olduğu gibi daha nice ülkede de totaliter rejimler var.

O ülkelerde muhalefet de değişik halk kesimleri de belirli bir ayrımcılık ve baskı altında değil midir?

Anlaşılan o ki Batı'nın tıpkı Osmanlı egemenliğindeki alanlarda uyguladığı gibi 'demokrasi ithali' sürecek.

Bu konuda ABD ile AB ülkeleri başı çekiyor.

Çünkü Batı bin yıla yaklaşan yayılmacılık ve iktisadi bağlılık yanında siyasi olarak 'demokratlık' da istiyor.

Bu etkileşimden er ya da geç özellikle de İslam toplumları nasiplerini alacaklar.

İyi ki İsmet İnönü 1946'da çok partili düzen geçiş yapmış, dememek elde değil.

Türkiye Orta Doğu Sorunu için özgün bir yol tutturamadı

Hepimiz yaşadık 2003'ten bu yana Orta Doğu yeniden kaynamaya başladı.

ABD'nin 11 Eylül Terör Saldırısı ile Nükleer Silah bahanesi ile Irak'a saldırısından sonra işler yine karışacak gibi.

Başbakan Erdoğan temkinli görülse de ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bastırıyor.

Türk Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu meslek hayatının en zor aşamasına geldi bir kez daha. 

Bilindiği gibi onun iyi niyetlerle savunduğu 'Komşularla Sıfır Sorun' siyaseti tutmadı.

Sanırım dünya siyaset tarihinin çatışmacı yaklaşımlarını yıkmak çok zor.

Çünkü 'değişim' adlı küresel dayatma kendi çıkarı için her yolu 'mübah' görmekten çekinmez.

Bu yönelimin örnekleri önce Haçlı Saferlerine oradan da Amerika'nın keşfi ile 1. Dünya Savaşına kadar uzanır.

1. Abdülhamid döneminde Almanya ile kurulan askeri işbirliği yayılmacı Almanların petrole ulaşmaya dönüktür.

Kaldı ki Kral 2. Wilhelm Hıristiyanlar ile üç yüz milyon Müslümanın da önderi olmak istiyordu Kudüs'e at ile girerken.

Bilindiği gibi Osmanlı Devletinin bir oldu bitti ile 1. Dünya Savaşı'na girmesi onun çöküşünü de hızlandırmıştır.

Üç kıt'ada da toprakları bulunan Osmanlı on iki kadar cephede Alman silahları ile savaşmak zorunda kalmıştır.

Ayrıca Ermeni yurttaşlarımıza uygulanan 'tehcir' de bir Alman generalinin görüşü olarak kabul görür.

Bilgin Dr. Snouck Hurgronje'e göre Ermenilerin göçe zorlanması 'Made in Germany'dir.

Peki olası bir Suriye - Türkiye Savaşında, bir bakıma 'kardeşin kardeşi kırması' olayının sorumlusu kim olacaktır?

Enerji açığı çeken Türkiye için Lozan'da çözüme kavuşturulamayan Musul - Kerkük Petrolleri ne olacak?

Batı'nın yanında yer alan Türkiye Suriye için büyük tehlikedir

İki gün önce Suriye uçak savarlarınca Türk Hava Kuvvetlerinin bir uçağının düşürülmesi olayı bir bilinmeyen değildir.

Her devlet kendi sınırları yakınlarında dolaşan her gemi, kişi ya da uçak için gerekli tedbiri alır.

Bilindiği gibi 'askeri taktik' olarak deniz üzerinden gelen uçaklar burunları dik geldiği için tanınamaz.

Suriye yetkilileri uçağın Türk uçağı olduğunu tanımadıklarını, bunun bir 'kaza' olabileceğini açıkladılar.

Suriye içine sürüklendiği kısmi iç savaş yüzünden bazı dayatmalarda bulunan Türkiye'ye karşı savaşı göze alabilmiş değildir.

Uçağımızın vurulmasının peşinden gelen 'alttan alma eğilimi' Suriye'nin Türkiye'ye karşı bir 'husumet' olmadığını gösteriyor.

Öyle olsa idi tank ve füze bakımından oldukça donanımlı olan Suriye Ordusu bir kaç cepheden taarruza geçerdi.

Suriye öncelikle Hatay Sorununun Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda çözülmüş olmasını sindirememektedir.

Son gelişmeler karşısında Türkiye'nin Batı yanlısı bir siyasete bağlanması Suriye için bir tehdit.

Anlaşılan o ki Suriye her türlü kötü ihitmalleri göze alarak dik durmaya çalışıyor.

Çünkü arkasında Orta Doğu dengeleri ile Akdeniz ve Karadeniz egemenlikleri için Rusya, İran ve Çin var.

'Birilerinin keyfi için' Osmanlı 1. Dünya Savaşına girmiş ve parçalanmıştır

Yaşanılan bile bile uçak düşürülmesinden sonra 'ince diplomasi'  uygulama zamanı gelmiştir.

Olayları tırmandırmamak;  'kimilerin dolduruşuna gelmemek' gerekmektedir.

Başbakan Erdoğan da bu yolu tercih etmiş olsa gerekir.

Kaldı ki Ege Kıta Sahanlığı sorunu yüzünden de sanırım en az beş Türk uçağı düşmüş ya da Yunanlılarca düşürülmüştür.

Vurulan uçağımızı Almanların 1914'teki Göben ve Breslau savaş gemileri yerine koyacak olursak yanlış yapmış oluruz.

Umarım haer bakımdan gerekli dersler çıkartılarak yine 'yangına körükle gitmek' eğilimine girilmez.

Anlaşılan o ki bu uçağımız 'eğitim amaçlı' bir görev ile uçarken teyakkuz halindeki Suriye güçlerince vuruluyor.

Bu acı olay inşallah hayırlara vesile olur ve bize gıpta ile bakan Suriye'deki akan kan da durmuş olur.

Sanırım bilenler bilir Suriye Hatay acısından dolayı sık sık sınırda askerlerimizi taciz eder vururdu.

Suriye Türkiye sınırında tarımsal ilaçlama yapan bir kaç Türk uçağı da vurulmuştu yirmi yıl önce.

GAP ile Asi Irmağı yanında ayrılıkçı terör örgütünün bir zamanlar Suriye'de konuşlandırıldığı ne çabuk unutuldu? 

Çok çirkin de olsa bu sorunların etkin diplomasi yolu ile çözülmesi gerekiyor.

Sorunların çözümü için Türkiye düne göre bugün daha güçlü bir duruş sergileyebilir.

Uluslararası dengeler açısından Türkiye başta Rusya olmak üzere Batı ile de uyumlu olmak zorunda.

Pilotlarımız Hava Yzb. Gökhan Ertan ile Hava Tğm. Hüseyin Aksoy'a ALLAH (c.c.)'tan rahmet dilemekten başka ne gelir elden?

Sabırla Suriye’den gelecek siyasi ve diplomatik yaklaşımları beklemekten başka çare yok.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..