Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '09

 
Kategori
Felsefe
 

Vygotsky Ve Piaget’nin Düşünme-Dil İlişkisi Bağlamında Karşılaştırılması

Vygotsky Ve Piaget’nin Düşünme-Dil İlişkisi Bağlamında Karşılaştırılması
 

www.fotosearch.com




Dil ve düşünme arasındaki ilişki kuramsal açıdan da deneysel açıdan da çağlar boyunca ilgi çekmiştir, çekmeye de devam etmektedir. Dilbilimciler, felsefeciler, ruhbilimciler bu konuda birçok görüş ortaya koymuşlar, ancak ortak bir noktada henüz anlaşamamışlardır.

Bu çalışma boyunca Vygotsky ve Piaget’nin görüşleri ayrı ayrı değerlendirilmiş ve bunu yaparken de birinin diğerinden daha iyi düşündüğünü kanıtlamak yerine her ikisinin de düşünme ve dil arasındaki kuramsal boyuttaki farklılıklarının ortaya konması hedeflenmiştir. Çalışmada da görüleceği gibi, hem Piaget hem de Vygotsky’e göre dil ve düşünme arasında çok yakın bir bağlantı söz konusudur.

Çalışmada Vygotsky ve Piaget’nin bilişsel gelişim ve eğitim üzerine olan fikir ve teorilerinin günümüzde de çok önemli bir rol oynadığı ortaya çıkmıştır.
Vygotsky ve Piaget, bilişsel gelişimin dil sayesinde olduğunu savunan iki önemli psikologdur. Vygotsky’nin <ı>Düşünme ve Dil adlı yapıtının basımıyla birlikte bu önemli iki psikologun yaklaşımlarına ilişkin bir tartışma başlamıştır. Tartışmalar genelde bu iki düşünürün psikolojik oluşumla toplumsal oluşuma bakış açılarındaki farklılıklar üzerine yoğunlaşmıştır. Aralarındaki en temel ayırım: Piaget’nin çocukların bilgiyi inşa etmeleri için eylemlerinden yararlandıklarını,başka bir deyişle anlamak için önce keşfetmenin gerektiğini savunması, Vygotsky’nin ise anlamanın başlangıç noktasının sosyalleşmede olduğunu ileri sürmesidir.

Bu noktada Piaget önce hareketin geldiğini ve böylelikle düşüncenin oluştuğunu söylemektedir. Ona göre, bunların sonucunda da dil meydana gelmektedir. Bu bağlamda, Piaget’nin bilişsel yaklaşımı benimsediği ileri sürülebilir. Vygotsky ise önce bir kapasitenin gerektiğini düşünmekte, daha sonra da düşünme ve konuşmanın oluştuğu iddiasında bulunmaktadır. Bu durumda Vygotsky’nin de kalıtsal kapasiteyi destekleyen bir düşünür olduğu söylenebilir.

Vygotsky, çocuğun temelde düşünme ve konuşma kapasitesi olduğu, iki yaş dolayında bu kapasitelerin bütünleşerek (içsel konuşmaya bireyin kendi kendine sorması ve cevap aramasıdır) sürdüğüne işaret eder. İçsel konuşmada çocuk, dili sebep bulmaya bir araç olarak kullanır. Kavram geliştirmede çocuğun karşılaştığı kelimeler onu yavaş yavaş öğeleri gruplanmaya yönlendirir ya da düşünceleri ifade etmesini sağlar. Sonuçta birey kendi düşünce ve dilini tam anlama düzeyinde bütünleştirir. Hangi kültürde olursa olsun, hem dil kullanma hem de sağlıklı düşünme becerisi, etkileşim ortamından sağlıklı bir iletişimin gereğidir.

Piaget’de ise, dil öğrenmenin, anlam kazanmaya dayalı olduğunu vurgulamaktadır. Piaget çocuğun az ve çok duyu-hareket yoluyla az ve çok kavramlarını oluşturduktan sonra kullanmaya başladıklarına, dilin mantığı değil, mantığın dili yapısallaştırdığına dikkat çekmektedir. Piaget’ye göre, dil düşüncenin üstünde saydam bir örtüdür. Bireyin gelişen duygu ve düşüncelerini yansıtır. Ona göre 3-6 yaş arasındaki konuşmalar “benmerkezlidir”. Benmerkezli konuşma, çocuğun oynarken ya da çalışırken kiminle konuştuğunu, başkası tarafından dinlenip dinlenmediğini bilme ihtiyacı duymadan yaptığı konuşma olarak tanımlanmaktadır.

Piaget’nin görüşlerinin daha iyi ifade edilebilmesi amacıyla, onun bilişsel gelişim basamaklarının da incelenmesi gerekmektedir. Piaget’nin öne sürdüğü 4 basamağın bazı değişmez temel özellikleri söz konusudur. Bu basamaklar her zaman için aynı sırayı korurlar. Bir kültüre özgü değil evrenseldirler. Her basamak kendinden önce gelen basamağı geliştirir, dolayısıyla her basamağın başarısı kendinden önceki basamağın başarısına bağlıdır. Bu basamaklar;

1- Duyusal-motor dönem (Sensorimotor Stage),

2- İşlem öncesi dönem (Preoperational Stage),

3- Somut işlemler dönemi (Concrete Operational Stage),

4- Soyut işlemler dönemi (Formal Operational Stage),

seklinde sıralanmışlardır.

Piaget kendisinin bilişsel gelişim yaklaşımını temellendiren bu gelişim basamaklarında çocuğun tüm gelişim süreçlerini betimlemeye çalışmıştır. Bu noktada, çocuğun biyolojik ve psikolojik gelişiminden çok, bu basamakların çocuğun dil ve düşünme gelişimlerini nasıl etkileyip, şekillendirdikleri ele alınacaktır.

Duyusal-motor döneminin (Sensorimotor Stage) dille olan ilişkisi kısaca şöyle açıklanabilir. Piaget’ye göre dil kullanımının ön koşulu bazı bilişsel becerilerin gelişimi ile kelimelerin zihinde temsil edilmesidir. Başka bir ifadeyle, nesnelerin adlarının olduğunun öğrenilmesi çocuğun nesne devamlılığını kazanmasıyla ilişkilidir. Sebep sonuç ilişkisinin gelişimi ise dildeki özne-eylem-nesne ilişkisini anlamak için gereklidir. 0-2 yaş arasında devam eden bu dönem çocuğun aynı zamanda soyut sembolleri kullanmaya başladığı ilk dönemdir. Sembolik şekillerle o an için çevresinde bulunmayan nesneleri betimleyebilme becerisi kazanır. Bir bakıma kavram oluşturma süreci başlamıştır. Kavram oluşturma sürecinin dil kullanımındaki önemi Vygotsky’de de üzerinde önemle durulan bir konudur.

Piaget’nin işlem öncesi döneminde (Preoperational Stage) dil kullanımının daha da belirginleştiği görülmektedir. Çocuğun 2-7 yaş aralığını kapsayan bu dönemde, çocuk dil yeteneklerini ve sembol oluşturma becerisini geliştirir. Belirteçleri anlamlardan ayırt etmeye başlar. Başka bir deyişle, nesnel durum, objelerin yerine geçen kelime ve imgelerle bu kelime ve imgelerin ifade ettiği algılanmayan durumları birbirinden ayırır. Piaget’ye göre sinkretizm olarak tanımlanan ve birbirinden farkı şeylerin aynı kümelerde toplanması bu dönemde ortaya çıkar. Piaget bunu kavram öncesi düşünce kabul eder ve benmerkezci olduğunu söyler. Bu bağlamda, çocuk sadece kendi bakış açısıyla düşünür ve kendisini eleştiremez.

Çocuğun 7-11 yaşlarını kapsayan dönem ise Piaget tarafından somut işlemler dönemi (Concrete Operational Stage) olarak adlandırılır. Bu dönem mantıksal düşünüşün temellerinin atıldığı dönemdir. İlişkisel terimleri kullanma becerisinin geliştiği bu dönemde çocuk aynı zamanda nesneleri ağırlık, büyüklük ya da niceliksel başka özelliklere göre yeteneğine sahip olmaya başlar.

Piaget’nin gelişim basamaklarındaki son dönemi soyut işlemler dönemi ( Formal Operational Stage) olarak adlandırılır. Çocuğun 11-15 yaş dönemini kapsar. Bu dönemde düşünce önerme niteliği kazanmıştır. Çocuk edindiği bilgileri kendine göre düzenler, önermeler geliştirir ve aralarında bağ kurar. Bir bakıma ham bilgilerden şekillenen önermeler arasındaki mantıksal ilişkileri geliştirir.

Piaget’nin çok önemli bu dört basamağının kısaca açıklanmasından sonra, tekrar bu bölümün ana hedefi olan Piaget ve Vygotsky’nin karşılaştırmasına dönüldüğünde, ilk olarak Piaget’yi en iyi eleştiren kişinin Vygotsky olduğunu söylemek gerekir. Günümüzde düşünceleri eğitimciler arasında da geniş ölçüde kabul gören Vygotsky Piaget’nin düşüncelerine tutarlı bir alternatif getirmeye çalışmıştır. Bruner gibi ruhdilbilimciler üstünde önemli bir etkisi olan Vygotsky’nin jestlerin dilin gelişimindeki rolü, bu ruh dilbilimciler tarafından geliştirilmiş ve jestlerin özellikle de dilin sonraki gelişimine önemli bir katkı sağladığını belirlemişlerdir. Piaget çocuğun dil gelişimde daha çok biyolojik yönü gelişiminin etkili olduğunu söylemiştir. Vygotsky ise kültürün üzerine yoğunlaşmıştır. Biyolojik gelişimin üzerine görüşlerini kuran Piaget, duyu-motor eylemlerinin (bir oyuncağa ulaşmak için başka bir oyuncak ya da aletin kullanılması) ilk şeklini ortaya koyar. Vygotsky de bu yolu takip etmekle beraber çocuğun ilk yıllarında dilsel olmayan düşünce üzerinde durur. Buradan yola çıkarak bebeklerin ilk yılardaki anlaşılmaz sesleriyle dilsel olmayan düşüncenin bir araya gelmesiyle patlamalı bir gelişim olduğunu ileri sürer.

Vygotsky, <ı>Düşünce ve Dil adlı kitabının ikinci bölümünü Piaget’nin çocuğun dili ve düşüncesi hakkındaki kuramlarına ayırmıştır. Vygotsky, Piaget’nin çocuğun akıl yürütmesinde görülen eksiklikleri sıralamak yerine, çocuğun ayırt edici özelliklerine ve eksikliklerden çok var olan üzerine odaklanmasını olağanüstü bir yaklaşım olarak kabul etmektedir. Vygotsky Piaget’ye olumlu yaklaşmakla beraber kendince gördüğü eksiklikleri ayrıntılarıyla ortaya koymaktan da geri kalmamıştır.

Vygotsky’e göre Piaget’nin bütün kuramlarının temelini oluşturan görüş şöyledir: “İçe yöneliklik düşüncenin ilk biçimi olarak görülmekte, mantık göreli olarak geç ortaya çıkmakta, benmerkezci düşünce ise ikisi arasındaki oluşumsal bağı oluşturmaktadır. Kendisi tarafından hiçbir zaman tutarlı ve sistemli bir şekilde ortaya konmamış olsa da, bu görüş Piaget’nin bütün kavramının temelidir.” (Vygotsky, 1998:32)

Vygotsky kendisinin benmerkezci konuşma ile Piaget’ninkinin arasındaki ayrımı açıkça belirtmektedir: “Piaget benmerkezci konuşmayı ve bunun gelişme içindeki sonunu betimlerken, çocuğun davranışlarında gerçekçi anlamda yararlı bir işlevi olmadığını ve çocuk okul çağına yaklaşırken zayıflayıp yok olduğunu vurgulamaktadır. Kendi yaptığımız deneyler ise bize bu görüşün doğru olmadığını düşündürmektedir. Biz, benmerkezci konuşmanın erken yaşlarda çocuğun etkinliğinde son derece belirli ve önemli bir rol oynamaya başladığı kanısındayız.” (Vygotsky,1998:35)

Vygotsky benmerkezci konuşmanın çocuğun etkinliğine yalnızca eşlik etmekle kalmasının uzun sürmediğine işaret etmektedir. Bu durumu şöyle açıklamaktadır Vygotsky: “Benmerkezci konuşma, gerilimleri dile getirme ve boşalmasının bir aracı olmasının yanı sıra, kısa sürede-bir soruna çözüm arama ve çözümü tasarlamada- gerçek anlamda düşüncenin bir aracı haline de gelir.” (Vygotsky, 1998:36-37)

Vygotsky’nin Piaget’ye en çok karşı çıktığı nokta, Piaget’nin benmerkezci konuşmanın tümüyle ortadan kalktığının düşünmesi ve bunu kanıtlayacak bir şeyler ortaya koymamasıdır. Vygotsky bunu şöyle ifade eder: “Eğer Piaget’nin iddia ettiği gibi benmerkezci konuşma toplumsallaşmış konuşmadan önce geliyorsa, o zaman içinden konuşmanın da toplumsallaşmış konuşmadan önce gelmesi gerekir. Ama bu da oluşum açısından kabul edilemeyecek bir varsayımdır.” (Vygotsky,1998:38)

Vygotsky Piaget’nin konuşma ve düşüncenin gelişimine ilişkin yaklaşımını şöyle açıklar: “Piaget’nin görüşüne göre, her iki işlev de, biri içe yönelik konuşmaya, diğeri ise öznel düşlerden ilişkilerin mantığına olmak üzere ortak bir yol izlemektedir. Bu değişme sırasında yetişkinlerin etkisi çocuğun ruhsal süreçleri tarafından biçim bozulmasına uğratılmakta, ama sonunda kazanan bu etki olmaktadır. Piaget’ye göre düşüncenin gelişmesi, çok özel, kişisel ve içe yönelik zihinsel durumların giderek toplumsallaşmasının öyküsünden ibarettir. Toplumsal konuşma bile benmerkezci konuşmadan önce değil, sonra gelir.” (Vygotsky,1998:39)

Vygotsky kendi varsayımının bu süreci tam tersine çevirdiğini iddia etmektedir. Ona göre düşüncenin gelişmesini takip ettiği yöne dilin gelişmesi açısından bakılması gerekmektedir. Bunu da şöyle açıklar: “Hem çocuklarda hem de yetişkinlerde konuşmanın birincil işlevi haberleşmedir, toplumsal iletişimdir. Bu yüzden çocuğun konuşması daha en baştan özü bakımından toplumsaldır. Başlangıçta farklılaşmıştır ve çok işlevlidir; işlevleri daha sonra farklılaşır. Çocuğun toplumsal konuşması belli bir yaşta oldukça keskin biçimde benmerkezci ve iletişimsel olmak üzere ikiye bölünmüştür. (Piaget’nin, sanki toplumsal hale gelmeden önce başka bir şeymiş gibi toplumsallaşmış diye adlandırdığı konuşma biçimi için, biz iletişimsel terimini kullanmayı yeğliyoruz. Bizim görüşümüze göre, işlevleri farklı olmakla birlikte, iletişimsel ve benmerkezci biçimlerin her ikisi de toplumsaldır.) (Vygotsky,1998:40)

Vygotsky’nin benmerkezci konuşmanın üzerinde durmasının nedeni, konuşmanın ya da düşünmenin nasıl geliştiğinin anlaşılmasında en önemli nokta olan benmerkezci konuşmanın oynadığı rolün ne şekilde yorumlandığıdır. Vygotsky bu bağlamda, Piaget ile arasındaki farkı şöyle açıklar: “Konuşmanın gelişmesi hakkında sahip olunan görüş, tamamen benmerkezci konuşmanın oynadığı rolün nasıl yorumlandığına bağlı olarak değişmektedir. Bu yüzden, önce toplumsal, sonra benmerkezci, daha sonra içinden konuşma biçimindeki bizim gelişme şemamız, sesli konuşma, fısıldama, içinden konuşma şeklindeki geleneksel davranışçı şemadan da, Piaget’nin sözsüz içe yönelik düşünceden başlayarak benmerkezci düşünce ve konuşma aracılığıyla toplumsallaşmış konuşma ve mantıksal düşünceye ulaşan dizisinden de farklıdır. Bizim görüşümüze göre, düşüncenin gelişmesinin gerçek yönü, bireyselden toplumsallaşmışa değil, toplumsaldan bireysele doğrudur.” (Vygotsky,1998:41)

Vygotsky, Piaget’nin çalışmalarını tüm çabalarına rağmen olgusal bilimin sınırları içinde tutmayı başaramadığından, dolayısıyla da felsefeden kaçmaya çalışırken aslında bir çeşit felsefe yapmaya çalıştığını düşünmektedir. Bu durumu da şöyle ifade eder: “Piaget bulgularını sunarken nedenleri ele almaktan kaçınmaya çalışmaktadır. Her ne kadar kendisi bu kaçınmayı nedensellik kavramının aşılmış olduğu sofistike bir > aşama olarak görüyor olabilirse de, aslında böyle yapmakla kendisi çocukta > diye adlandırdığı şeye tehlikeli biçimde yaklaşmaktadır. Piaget’nin kuramın temel çerçevesi, psikanaliz kuramında hoşlanma ilkesine ve gerçeklik ilkesine hizmet ettikleri savunulan birbirine karşıt iki düşünce biçiminin meydana getirdiği bir oluşum dizisi varsayımına dayanmaktadır. Bizim görüşümüze göre ise, gereksinimlerin doyurulması dürtüsüyle gerçekliğe uyarlanma dürtüsü ayrı ayrı ve birbirine karşıt şeylermiş gibi düşünülemez. Bir gereksinme, belli bir ölçüde gerçekliğe uyarlanmadan gerçek anlamda doyurulamaz, üstelik uyarlanma her zaman gereksinmeler tarafından yönlendirilir. Bu, Piaget’nin nasıl gözardı ettiğini anlayamadığımız, son derece açık bir gerçektir.” (Vygotsky,1998:43)

Vygotsky yaptığı gözlemlerin sonucunda, Piaget’nin vardığı sonuçların iki noktada açıklama gerektirdiğini söylemektedir. Vygotsky’e göre bunlardan birincisi sinkretizm, ikincisi ise yaptığı deneylerin çocukların tümüne uygulanabilirliğidir. Vygotsky’e göre çocuk düşüncesine özgü sinkretizm gibi özellikler, Piaget’nin düşündüğü kadar geniş bir alana yayılmamaktadır. Vygotsky şöyle der: “Biz, çocuğun bilgi ya da deneyiminin olmadığı konularda sinkretik düşündüğünü, ama tanıdığı ya da pratikte kolaylıkla deneme olanağı bulunan şeylerle ilgili olarak (bu tür şeylerin sayısı eğitim yöntemine bağlıdır) sinkretizme başvurmadığını düşünme eğilimindeyiz.” (Vygotsky,1998:44)

Vygotsky’nin belirttiği ikinci nokta ise Piaget’nin deneyleriyle ilgilidir. Vygotsky’e göre bu durum şöyle açıklanmaktadır: “Piaget’nin yaptığı deneyler, onun çocuğun deneyime kapalı olduğunu düşünmesine yol açmıştır. Piaget aydınlatıcı bulduğumuz bir benzetmeye başvurmaktadır: İlkel insanın pratik etkinliğin ancak özel ve sınırlı birkaç türünde deneyimlerden öğrendiğini söylemekte ve bu az rastlanan durumların örnekleri olarak da tarımı, avcılığı ve alet yapımını vermektedir.” (Vygotsky, 1998:45)

Vygotsky, Piaget’nin toplumsal durum ve çerçevenin önemini yeterince hesaba katmadığını düşünmekte ve bu konuda daha önce Stern gibi psikologlardan da eleştiri aldığını söylemektedir.

Piaget ve Vygotsky’i karşılaştırırken bu noktaya kadar daha çok Vygotsky’nin bakış açısından konuya yaklaştık. Bu bağlamda, bizim Vygotsky’i destekleyip, Piaget’ye karşı çıktığımız anlaşılmamalıdır. Vygotsky <ı>Düşünce ve Dil adlı yapıtının ikinci bölümünü tamamen Piaget’nin kuramına ve bu noktada getirdiği sav ve karşısavlara ayırmıştır. Bu çalışmanın yapılmasında ona kaynak olan bu yapıtın, Piaget’ye ilişkin olan bölümünün ayrıntılı olarak irdelenmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir. Piaget 1962 yılında kaleme aldığı makalesinde Vygotsky’e yanıt verme çabasına girişmiştir.

Piaget’ye göre üzerinde durulması ve açıklanması gereken önemli noktalar çocuklardaki kendiliğinden konuşmanın keşfi, monolog ve kolektif monologun birbirinden olan farkının anlaşılması ve bu yolla sözel benmerkezcilik kavramının anlaşılır bir hale gelmesidir. Piaget’nin eseri dikkatlice incelendiğinde Vygotsky’nin Piaget’ye getirdiği eleştirilerde büyük oranda haklı olabileceği düşünülmekle beraber Vygotsky’nin de tam olarak anlayamadığı noktalar var gibi gözükmektedir. Örneğin Piaget’ye göre benmerkezcilik farklı görüşlerin eşgüdümü ve işbirliği önündeki en temel engellerden biridir.

Dilin ilk işlevinin iletişim olduğu ve daha sonra benmerkezci ve iletişimsel diye ikiye ayrıldığı görüşünü savunan Vygotsky’e Piaget bu bağlamda katılmaktadır. Ancak Vygotsky’nin bu iki dilsel biçiminin eşit oranda ve aynı zamanda toplumsallaştığını ve sadece işlevde ayrıldığını savunması, Piaget’nin pek de kabul ettiği bir şey değildir. Çünkü Piaget sözcüklerin toplumsallaşmasının göründüğü kadar kolay olmadığını ileri sürmektedir.

Piaget, Vygotsky’nin bilimsel kavramlar ve kendiliğinden kavramlar ile ilgili görüşlerine büyük oranda katılmaktadır. Vygotsky Piaget’nin çocuğun kendiliğinden düşüncesinin eğitimciler tarafından iyice anlaşılması gerektiği yönündeki yargısını yanlış anlamıştır. Çünkü Piaget eğitimin sıradan metotlarla yapılmasından çok, çocuğun kendiliğinden kavram gelişim sürecinden yararlanarak eğitimin daha iyi seviyelere çıkartılabileceğini savunmaktadır.

Piaget aslında Vygotsky’nin eleştiri ve görüşlerinin birçoğuna katılmaktadır. Örneğin; Vygotsky’nin dilin ilk işlevinin iletişim olması ve daha sonra benmerkezci bir biçime dönüşmesi Piaget’de de kabul görmektedir. Ama Vygotsky iletişim ve benmerkezci konuşma denen iki dilbilimsel biçimin eşit ve aynı anda sosyalleştiğini ve sadece işlevlerinde ayrıldığının söylediğinde ise Piaget buna karşı çıkmaktadır. Çünkü Piaget’ye göre özellikle sosyalleşme sözcüğü bütün içinde ele alındığında belirsizleşir, bu bağlamda da Piaget bu iki kavramın eşit olmadığını savunur.

Yine Piaget’nin karşı çıktığı bir başka görüş ise; Vygotsky’nin kendiliğinden kavramın gelişim sürecinin çocuğun okuldaki öğrenme süreciyle ilintisiz olduğunu ileri sürmesidir. Piaget bu noktada asıl suçlanması ve eleştirilmesi gereken yerin okul olduğunu söylemektedir. Çünkü ona göre, okul kavram gelişiminden yeterince yararlanamamakta ve çocuğun öğrenme sürecini daha verimli bir hale getirememektedir. Vygotsky’nin yanılgıya düştüğü nokta da budur. Çünkü Vygotsky, Piaget’nin yetişkin düşüncesinin zamanla çocuk düşüncesini bir şekilde ele geçirdiğini ileri sürdüğünü düşünmektedir. Piaget ise bu konunun Vygotsky tarafından yanlış yorumlandığını ve aslında durumun hiç de böyle olmadığını ifade eder.

Bütün bunların sonucunda hem Vygotsky hem de Piaget’nin uğraştığı sorunların ortak olduğu görülmektedir. Onlar sadece sorunlara yaklaşım biçimlerinde ve getirdikleri çözümlerde farklılık sergilemektedirler. Örneğin Piaget’ye göre kendiliğinden ve kendiliğinden olmayan kavramlar arasındaki etkileşim Vygotsky’nin düşündüğünde daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Piaget’ye göre bazı durumlarda uygun yönergelerle verilen kavramlar çocuklar tarafından oldukça iyi özümlenmektedir. Bunun nedeni de okulda öğretilen şeyler aslında çocuğun kendiliğinden kavramlarının bir uzantısıdır. Böylece çocuğun gelişimi de hızlanmaktadır. Bundan çıkan sonuç şudur: Okulda verilen eğitim eğer çocuğun kendiliğinden edindiği kavramları geliştirecek şekilde düzenlenirse, çocuğun düşünme gelişimi de o oranda hızlanacaktır. Ama bu noktada çok ince bir sınır vardır. Yönergelerin gereğinden önce ya da geç olması durumunda çocuğun kavramları özümsemesi engellenmektedir. Çünkü bu durum çocuğun kendiliğinden kavramlarının yapısına uymamaktadır. Sonuçta da, bugün eğitimin özellikle de sayısal derslerin öğretiminde olduğu gibi çocuğun gelişimi yavaşlamakta, hatta durma noktasına gelmektedir. Bu bağlamda Vygotsky ve Piaget’nin görüşleri aynı doğrultudadır. Çocukların tüm gelişim süreçlerinde edindikleri kavramlar yetişkinlerin müdahalesi sonucunda olmaktadır. Bu bir bakıma çok doğal bir süreçtir. Ancak, gerek okul gerek çocukların gelişimlerini sürdürdükleri aileleri yanında katılımcı ve çocuğun kendiliğinden kavramları ile uyumlu bir gelişim ve eğitim süreci benimsenirse, çocuğun gelişiminin daha olumlu yönde olacağı da yadsınamaz bir gerçektir.

Bilimsel kavramlarda da benzeri bir durum söz konusudur. Vygotsky’e göre bilimsel ve kendiliğinden kavramların başlangıç noktası aynıdır ama zaman içinde birleşirler. Piaget ve Vygotsky bu noktada tam anlamıyla hemfikirdirler. Bilim tarihini ve bilginin bir kuşaktan diğerine aktarma olarak tanımlanan toplumsal oluşum ya da kendiliğinden kavramların psikolojik oluşum süreci içinde bu birleşimin olduğu kabul edildiği sürece Piaget Vygotsky’e karşı çıkmaz; Piaget’ye göre bu psikolojik oluşum tarihsel ve bizi çevreleyen kültür içinde tanımlanmamalıdır.

Piaget ve Vygotsky düşünme-dil bağlantısını, dolayısıyla da çocuğun tüm gelişim süreçlerini incelemişler, zaman içinde özellikle de Piaget’nin bilişsel gelişim kuramı artan bir yoğunlukta eleştirilmiştir. Bunun temel nedeni de, Vygotsky’nin de sık sık belirttiği gibi, Piaget’nin kuramının toplumsal ve kültürel etmenlere yeterince yönelmemesidir. Vygotsky’nin sosyokültürel zihinsel gelişim kuramı ise günümüzde de kabul görmekte ve her geçen gün Vygotsky’nin kuramlarına karşı olan ilgi artmaktadır. Bu bağlamda, Vygotsky ve Piaget’nin çalışmalarında önemli bir yer tutan oyun ve bilişsel gelişim arasındaki kuramsal ilişkinin ve bu ilişkinin düşünme-dil bağlantısıyla olan ilintisinin çok ayrıntılı olmasa da gözden geçirilmesinde fayda olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle, çevirisi Dr. Melike Türkân Bağlı tarafından yapılan makalenin bir özetinin bu çalışmaya dahil edilmesinin oldukça yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu özette Piaget ve Vygotsky’nin bilişsel gelişimde önemli bir rolü olan oyunu ele alırken de kuramlarını etkileyen düşüncelerini aynen aktardıklarını ve bazen biz yetişkinler tarafından çok basit bir olaymış gibi ele alınan oyunun aslında çocuğun bilişsel gelişiminde ne kadar da önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serilmektedir: Piaget’e göre, zekânın her eylemi birbirine karşıt iki eğilim olan özümleme ile uyma arasındaki dengelenim tarafından belirlenmektedir. Özümlemede kişi olayları, nesneleri ve durumları, örgütlü zihinsel yapıları kuran mevcut düşünme biçimlerinin içine almaktadır. Uymada, mevcut zihinsel yapılar dışsal çevrenin yeni yönleriyle birleştirilmek için yeniden örgütlenmektedir. Zekâ eylemiyle kişi, dışsal gerçekliğin gerekliliklerine uyum sağlarken, aynı zamanda zihinsel yapılarını eksiksiz olarak korumaktadır. Oyun ise tersine, özümlemenin uymaya üstünlüğüyle belirlenmektedir; kişi, olayları ve nesneleri, mevcut zihinsel yapıları içine almaktadır.

Piaget oyun gelişiminin saf bireysel süreçlerden ve doğuştan gelen özel sembollerden, toplumsal oyuna ve ortak sembolizme doğru ilerlediğini belirtmektedir. Oyun, çocuğun zihinsel yapısından kaynaklanır ve ancak bu yapı tarafından açıklanabilir. Oyun, özümlemenin uyum sağlamadan farklılaşması ile başlayan bir etkinlik biçimidir ve özellikle özümleme kendi başına işlevde bulunabildiği zaman ortaya çıkar. Tasarımlama yeteneğinin doğuşuyla birlikte, özümlemenin kendisi için yapılan özümleme, yalnızca çarpıtıcı değil, aynı zamanda önceden tasarlanmış –mış gibi yapmanın kaynağı durumuna da iyi gelir. Dolayısıyla, -mış gibi oyun, çocuğun, geçmiş yaşantılarını, egonun gerçekliğe boyun eğmesi için değil doyuma ulaşması için bastırmasını sağlar. Bu bakımdan oyun, gerçekliği nesnel kavrama gereksiniminden çok, sempatik ve yumuşak bir biçimde anlama gereksinimini yansıtmaktadır.

Piagetci oyun araştırmalarında özellikle sosyokültürel boyutu olmaması, bu boyutu merkezi bir boyut olarak gören Vygotsky’nin etkisi için bir alan yaratan nokta olmuştur. Vyotsky’nin başlangıç noktası, küçük çocuklar belirgin bir biçimde insan işlevlerine dayanarak oluşturmaya hizmet eden birçok fizyolojik ve psikolojik eğilimlerle donanmış bir biçimde doğmalarına karşın, yeteneklerinin büyük ölçüde kültürel pratikler ve kendilerini içinde buldukları topluluğun düşünce sistemleri tarafından biçimlendiriliyor olmasıdır. Diğer bir deyişle, Vygotsky, çocuğun (Piaget’nin ifade etme eğiliminde olduğu izlenim olan) kabataslak bir biçimde kavramsal bir dünya yaratma durumunda olduğunu kabul etmemektedir. Aksine, çocukların, anababalar, diğer yetişkinler (hatta araştırmacılar) ve akranları tarafından kendilerine aktarılan mevcut kültürel dünyanın kavramsal kaynaklarını benimsemeleri, bunları kendilerine mal etmeleri gerekmektedir. Dolayısıyla Vygotsky, “yüksek psikolojik işlevler”in gelişimini ve yaratımını açıklarken, kültüre ve kültürün sosyal etkileşim ve iletişim aracılığıyla aktarımına merkezi bir rol vermektedir. Vygotsky, çocukların yalıtılmışlık içinde gelişmediklerini, daha çok bir toplumsal çerçeve, daha kesin bir biçimde de, bir çerçeveler dizisi içinde geliştiklerini vurgulamaktadır. Bu çerçeveler, bir yandan bir bütün olarak toplumun ve belirli kurumların (örneğin, aile, okul, ekonomik pazar) toplumsal örgütlenmesi tarafından şekillendirilen sosyal ilişki ve etkileşim sistemlerince, diğer yandan da toplumun kültürel mirası olan ve ortaklaşarak ayrıntılı bir şekilde oluşturulan kavramsal ve sembolik sistemlerin oluşturduğu iki kilit unsur arasındaki bağlantı tarafından oluşturulmaktadır. Kültürün biçimlendirdiği kaynaklar, yalnızca belirli bilgi parçalarını değil, örgütleyici bilişsel yapıları da kapsamaktadır.

Vygotsky’nin bilişsel gelişim kuramının temel kavramı, “çocuğun bağımsız problem çözme olarak belirlenen gerçek gelişim düzeyi” ile “yetişkin rehberliğinde ya da daha yetenekli akranlarla işbirliği yaparak problem çözme olarak belirlenen gizil gelişim düzeyi” arasındaki fark olarak tanımladığı ‘yakınsak gelişim alanı’ (zone of proximal development) dır”. Vygotsky, toplumsal dünyanın çocuğun gelişimine rehberlik etmesi ve bu gelişimi uyarması sürecini ifade etmek amacıyla kullandığı bu kavramı ele alışında, toplumun anababalara ve öğretmenlere yüklediği özel rolü gerçekten de haklı bulmaktadır. Diğerleri içinde bu rol, dilbilimsel ve diğer sembolik sistemleri, bilişsel çerçeveleri ve somut bilgileri de kapsayan birikimli kültür kaynaklarının çocuklara sistematik bir biçimde aktarımını kapsamaktadır. Bu kaynaklar, çocukların dünyayı yorumlamalarına yol göstermekte ve onların karşılaştırdıkları çeşitli fiziksel ve sosyal görüngüleri sistemleştirmelerine yardımcı olmaktadır.

Vygotsky, oyunun, öğrenmede ve bilişsel gelişimde önemli bir role sahip olduğunu düşünmektedir. Çocuk, imgesel ortamı gerçekleştirmenin, ortamdaki dolaylı kurallara bağlılığı gerektirdiğini öğrenmektedir. Bu kabullenme gönüllü, ancak gereklidir. Kimse çocuklara bu kuralları kabul ettiremez, ancak çocuklar kurallara uymazlarsa oyun oynayamazlar. Üstelik oyun her zaman bir öğrenme etkinliğidir, çünkü öğrenmeyi, kuralları kavramayı, onların bir sistem oluşturduğunu görmeyi, onları inceleyerek biçimlendirmeyi ve oluşturdukları çeşitli alıştırma biçimlerinde ustalaşmayı gerektirmektedir.

Vygotsky’nin, oyunu toplumsal bir etkinlik olarak ele alışı, Piaget’ninkinden daha derinlemesine ve daha gelişkin olmasına karşın, Piaget’nin yaklaşımı, herhangi bir sosyokültürel analiz için önerilecek önemli yönlere sahiptir. Hem Piaget hem Vygotsky, analizlerini bu noktaya vardırmamış olsalar da, örneğin oyundaki duygusal öğe ve bu öğenin oyunun bilişsel değerine katkısı konusunda farkındalığa sahiptirler. (Nicolopoulou, 2004:137-169)

SONUÇ

Gelişim psikolojisi; “psikolojinin, insan yaşamında gebelikten başlayıp ölüme kadar devam eden fiziksel, bilişsel, ruhsal ve sosyal gelişmeleri, değişmeleri ve evreleri genellikle kronolojik bir perspektif içinde inceleyen dalıdır.” (Budak, 2003:317)

Türk felsefe tarihinin önemli isimlerinden Mengüşoğlu ise gelişim psikolojisini şöyle tanımlar: “Bu teori hayvanla insan arasında sadece bir derece farkı görür. Bu görüş, sırtını Darwinizm’e dayayan bu teori, en alt basamaktaki organik alan ile psişik alandan, en üst basamak üzerinde bulunan organik ve psişik alana kadar yükselip giden, kesintiye uğramayan, kopmayan bir gelişme çizgisi kabul eder.” (Mengüşoğlu, 1988:18)

Ancak Mengüşoğlu gelişim psikolojisiyle ilgili eleştirel bir bakış açısı da ortaya koymuştur. “Bu teori başlangıçta sadece deneysel bir bilim olan psikolojiyi ilgilendiren zararsız bir teori gibi göründü. Fakat bu bir aldanma idi; çünkü felsefi antropolojide ilk adımı atan bu teori oldu. Öteki teoriler buna dayandılar veya bundan kaçındılar; başka bir yol aramaya çalıştılar. Çünkü gelişme psikolojisinin teorisi, insanı da içine alan bütün canlılar arasında – en alt basamaktan en üst basamağa kadar- hem psişik hem de organik alanda bir birliğin, kesintisiz, kopmayan bir bağın bulunduğunu gösterdiğini sandı.” (Mengüşoğlu, 1988:32)

Piaget ve Vygotsky gelişim psikolojisinin iki önemli ismidir. Her ikisi de bilişsel gelişim çerçevesinde dilin oynadığı rolü açıklamaya çalışmışlardır. Piaget biyolog olarak eğitilmesinden dolayı kuramlarında biyolojik bakış açısının etkisinden kurtulamamıştır. Yetiştikleri çevre her ikisinin de kuramlarında çok etkili olmuş ve bu nedenle Piaget’de 12. yüzyıldan itibaren batı dünyasında baskın bir yol izleyen birey ve bireye verilen değer onun kuramlarının da temelini oluşturmuştur. Vygotsky’nin kuramlarında ise toplumsal öğeler ağır basmaktadır. Bunun nedeni ise Vygotsky’nin yetiştiği çevredir. Bu bağlamda, Vygotsky ve Piaget’yi incelediğimizde, Piaget’nin düşünme-dil ilişkisinde, bireyin biyolojik gelişimi ve benmerkezci yapısının, onun dilini ve düşünmesini şekillendirdiği söylenebilir. Vygotsky’de ise sosyalleşme ve çocuğun içinde bulunduğu çevrenin, çocuğun dilini ve düşünmesini şekillendirdiği ileri sürülebilir.

Bu çalışmada aslında üç önemli soru ortaya çıkmaktadır;

· Çocuklar kavramları önce zihinlerinde oluşturup, daha sonra bu kavramları sözcüklere mi aktarmaktadırlar?

· Çocuklarda var olduğu düşünülen dil kapasitesi yeni bilişsel oluşumlar meydana getirerek çocukların daha ileri bir düzeyde düşünmelerini mi sağlamaktadır?

· Dil mi düşünmeyi şekillendirmektedir?

Vygotsky ve Piaget her ne kadar doğrudan bu soruları sormasalar da, kuramsal yaklaşımları ve deneysel çalışmaları incelendiğinde yanıt aranan soruların aslında bu soruların olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir. Piaget <ı>The Language and Thought <ı>of the Child adlı kitabında, dilin çocuğun düşünmesinin gelişimde önemli bir rol oynamadığını ileri sürmektedir. Piaget’ye göre çocuğun bilişsel gelişimi çevresindeki fiziksel olaylarla doğrudan iletişime geçtiğinde ortaya çıkmaktadır. Çocuk yaptığı yanlışlardan doğruları keşfetmektedir. Örneğin; çocuk sıcak bir nesneye dokunduğunda eli yanmakta, böylece sıcak kavramıyla tanışmaktadır. O anda çocuğa sıcak sözcüğü öğretildiğinde fiziksel çevresiyle iletişim kurmuş ve sözcükle de tanışmış olmaktadır. Vygotsky’nin <ı>Düşünce ve Dil adlı eserinde ise daha farklı bir bakış açısıyla karşılaşılmaktadır. Vygotsky’e göre çocuğun gelişimi kendi başına olan bağımsız bir öğrenme süreci değildir. Ona göre çocuğun bilişsel gelişimi, sosyal çevresiyle kurduğu ilişki sonucudur. Vygotsky’e göre çocuklar her gün büyük bir arzu ve tutkuyla öğrenirler, öğrendiklerini de karşılıklı diyaloglara aktararak bir anlamda alıştırma yaparlar.

Bu çalışmanın amacı bu sorulara yanıt aramak değildir. Açıkçası yanıt bulmanın da pek kolay olmadığı düşünülmektedir. Nermi Uygur <ı>Kültür Kuramı adlı kitabında düşünme ve dil arasındaki ilişkiyi çok güzel ortaya koymuştur. “Dilin insan yaşamına en olumlu katkısı, düşünme’de kendini açığa vurur. Gerçekten de, zaman zaman, ya sessizce birdenbire iç-tasarımda, ya da dış-davranışta doğruyu buluverir, bu bulduğumuzu da sonradan ‘demek ki iyi düşünmüşüm’ diye dille saptarız. Yakından bakınca da bu yerli yerinde iş, çok çok, bir düşünmenin başlangıcı diye yorumlanır. Dilsiz düşünme, en mutlu durumda, bol bol onarım gerektiren, düşünme denen şeye uzaktan şöyle bir değinen bir başlangıç durumundadır. Çünkü düşünme denince, genellikle: gerekçe öne sürme, öncülden sonuca yürüme, tek tek tasarımları belli bir düzen içinde birbiriyle birleştirme, çıkarımlama, kanıtlama, karşılaştırma, belgeleme, tanıtlama ve benzeri şeyler anlaşılır. İşte bütün bunlar, dil olmadan gerçekleştirilemeyen edimlerdir. Söze, düşünmenin eki gözüyle bakmak yanlıştır. Düşünmeyi ten, diliyse tenin giysisi diye yorumlamak bir iğretilemeden öteye geçemez; yoksa düşünme gerçekliği çarpık yansıtılmış olur. Aslında dil ile düşünme birbirinden ayrılmaz bir bütün meydana getirirler; içine girerler. Düşünme dilde kurar kendini; dil düşünmenin kımıldanış yönünü biçimler. Eksik, yetersiz, boşlukları olan bir dil, eli ayağı düzgün bir düşüne ortaya koymaya elverişli değildir. ‘Logos’, insanı en iç özüyle belirtmek üzere bu en ilk başvurulan niteleme, yalnızca düşünme anlamına gelmez, hem düşünme hem dil, düşünme-ile-dildir.” (Uygur, 2003:15)

Betül Çotuksöken’in <ı>Felsefi Söylem Nedir? adlı eserindeki “kavram” kavramıyla ilgili söylem ve betimlemelerinin sorduğumuz sorulara yanıt bulma konusunda oldukça yararlı olduğu düşünülmektedir. Düşünme-dil ilişkisi bağlamında Çotuksöken’in “düşünmede varolan” ve “dilde varolan’a” ilişkin irdelemeleri yol gösterici olacaktır.

Öncelikle “düşünmede varolan” ın ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Çotuksöken bu bağlamda şu soruyu sormaktadır. “Düşünme edimiyle birlikte oluşan yapılar diğer deyişle düşünme alanında varolanlar nelerdir?” (Çotuksöken, 2000:36) Yanıtını ise şöyle vermektedir: “İlk akla gelen düşünmenin nesneleşmiş- bazan da nesnelleşmiş- ürünü olan düşüncelerdir. Düşünce, düşünmenin dilselleşmiş biçimidir. Düşünceler başkalarının düşünmelerinin nesnesi olabilirler; başka düşünmeleri yönlendirebilirler. Düşünme dile döküldüğünde, dil alanına geçtiğinde düşünce adını alır. Düşüncelerin oluşumundaki ilk adım düşünmenin tasarımlama ediniminde, tasarlama gücünde kendini belli eder. Her düşünce özneldir; ama başkalarının düşünmesinin konusu, nesnesi olabilme olanağından ötürü de her düşünce aynı zamanda nesneleşebilir; kimi zaman da nesnel nitelik kazanır -başkalarınca benimsenen öznel düşünceler artık nesnel hale gelir.” (Çotuksöken, 2000:37)

Çotuksöken’de kavramlar gerçekten çok önemlidir: “Düşünme alanı bir kavram deposu gibidir. Dil alanına geçmeyen, dilde dile getirilmeyen kavramlar, çerçeveler özneldir; hatta bulanıktır. Öznellikten, bulanıklıktan sıyrılma dil dizgesiyle olanaklıdır. Kavram başkalarına iletilebilme durumunda dilsel olmak zorundadır; her kavramın bir adı vardır.Kavramların zihinde nasıl oluştukları bir bakıma ruhbilim konusudur. Düşüneni felsefece ilgilendiren yön, kavramların dışdünyadaki varolanla olduğu gibi dilsel olanla da-iletilebilme bakımından- bağlantılı olduğu ve yine dilde kendini nesnelleştiren, öznelerarası duruma gelen tanımlar, açıklamalar aracılığıyla tam varlığını kazandığıdır. Kavram sadece dilde olmaz; kavramın asıl oluştuğu ortam düşünme ortamıdır; ama dışdünya ve dil bu oluşuma yardım eder ve ayrıca oluşumun öznelerarası hale gelmesini de yine dil sağlar. Yoksa, kavram ne dışdünyadadır doğrudan ne de salt dildedir.” (Çotuksöken, 2000:43-44)

Çotuksöken’e göre dışdünyayı anlamanın yolu dilden geçer. Dil olmadan nesnelleştirmenin mümkün olmayacağını öne sürmektedir. Şöyle demektedir Çotuksöken: “Nasıl oluyor da dışdünyayı bilebiliyoruz; ‘bunun, bu bilmenin koşulları nelerdir?’ sorusu düşüneni hep uğraştıracak ve sonsuzcasına çözüm denemesi oluşacaktır bu konuya ilişkin olarak ya da çözüm denemelerinde düşünenden, düşünme ya da zihin boyutuna özellikle ağırlık vermesi istenecektir. Burada artık dışdünyadaki varolan boyutu ile dil yine onsuz olunamaz-yardımcı-öğeler durumundadır. Dışdünyanın en yalın varlıksal öğeleri kavramlarımızı kurmada yer yer özneye yardımcı olurken, dil de onları nesnelleştirmek ve nesnelleştirmekte ona yardımcı olmaktadır.” (Çotuksöken, 2000:46)

Çotuksöken’in dille ilgili en güçlü savı ise “bilişsel her türlü etkinliğin dilde olduğu” şeklindeki görüşüdür. Bunu da şöyle ortaya koyar: “Kavramlar, anlamı taşıyan bilişsel çerçeveler olarak nesnelleşme ve kimi zaman nesnelleşme olanağını dilde bulduklarına göre, bilişsel her türlü etkinlik dildedir denebilir. Dil, büyük ölçüde kavramları dile getiren bir yapı olduğuna göre, ‘söylem’ haline gelmiş olan dil iletişim aracı da olduğundan düşünmedeki, bir başka düşünendeki -öznedeki- kavramları boşandırır, kışkırtır, harekete geçirtir. Dışdünyadaki nesneler de düşünme alanındaki kavramı –kavramları- bilinç alanına geçirir.” (Çotuksöken, 2000:48)

Görüldüğü üzere düşünmede varolan aslında dilde varolandır demek çok da yanlış bir çıkarım olmaz. Çotuksöken “dilde varolan”ı şöyle açıklar: “Dilin zenginliği, dilde varolanların, düşünmede ve dışdünyada varolanlar arasında yoğun ilişki ağları kurmasıyla ancak mümkündür. Dilin zenginliği, kurulabilme olanağı olan her türlü biçimsel ilişkiyi içermesidir; tüm biçimsel gizilgücü dil, içinde taşır; ancak söylem ya da söylemler bunların bir bölümünü gerçekleştirir. Dilin tüm biçimsel olanaklarını bir tek söylem gerçekleştiremez. Her söylemin yaratıcısı, yapıcısı düşüne tek bir öznedir. Ama tümüyle dili karşılayan bir öznenin varlığı mümkün değildir. Tek bir özne, varolan, dil, düşünme arasındaki ilişkiyi, ilişkileri kendince kurar ve bunu ancak söyleminde dile getirir, somutlaştırır.” (Çotuksöken, 2000:51)

Söylemini dil üzerinde yoğunlaştıran Çotuksöken’e göre dil “dünyadaki varolanla dolaylı, zihindeki varolanla doğrudan ilişki kurar ve düşünenin tasarımlarını, tasarlayış biçimlerini söylem olarak yansıtmasında, yeniden kurmasında aracılık eder.” (Çotuksöken, 2000:52)

Sonuç olarak Çotuksöken düşünme-dil birlikteliğinin ayrılamaz olduğunu ileri sürmektedir. Çotuksöken bunu şöyle ifade eder: “Dil, herşeyden önce, düşünenin zihinsel tasarımlarını yansıtan, dile getiren bir varolan alanıdır. İletişimi sağlamada en önemli aracı ortamlardan biridir dilsel varolan alanı. Ancak dil gerekli koşuldur ama, yeterli midir? İletişimin oluşması için dilsel göstergelerin ortak kavramsal alanlarla bağ kurucu bir nitelikte belirmesi gerekmektedir. Asıl iletişim, temelde, zihinsel planda kurulmaktadır. İletişim dil alanına geçirilir, geçirilebilir; ama aslında iletişim düşünme alanında, kavramların oluşturulduğu alanda kurulur. Gösterimsel olarak da iletişim dilde, dil alanında kurulur. İletişimde dil dolayımı, iletişim olgusunun gerekli ama yeterli olmayan koşuludur; iletişimin yeterli koşulu ise zihinsel düzlemde kendini gösterir. Ancak iletişim olgusunun gerçekleşmesinde düşünme ve dil –düşünce- birlikteliği asıl bağlamı oluşturur ve düşünme ile dilde varolanlar birbirinden ayrılmaz bir birliktelik kurarlar. Dil ve düşünme alanında varolanların bütünlüğü, birlikteliği –birbirini yansıtıyor oluşu- iletişimin gerçekleştiği temel aynı zamanda ortak bir zemindir.” (Çotuksöken, 2000:53)

Tekrar Piaget ve Vygotsky’e dönersek, bu iki önemli psikolog ve düşünür, aslında çok farklı şeyler söylememektedirler. Örneğin hem Piaget hem de Vygotsky çocuğun bilişsel gelişiminde benmerkezci konuşmanın önemli bir rol oynadığını söylerler. Yine her ikisi de gelişimin aslında bilişsel gelişimle kışkırtılıp, harekete geçtiği konusunda aynı fikirdedirler. Her ne olursa olsun, 19. yüzyılın sonlarında doğup 20. yüzyılda aramızdan ayrılan bu iki önemli insanın kuram ve fikirleri bize günümüzde de ışık tutmaktadır. Aydınlanma çabamız içinde onların çalışmalarından yararlanarak, üzerine neler koyabileceğimizi düşünmemizin gerektiği çok açık bir şekilde ortadadır. Özellikle de kuramlarının eğitim için uygulandığında bizleri çok daha ilerilere götüreceği yadsınamaz bir gerçekliktir. Piaget’nin amaçlarından biri de evrensel bir biliş anlayışına ulaşmaktır. Bu noktada aslında Chomsky’nin evrensel dilbilgisi yaklaşımı çok da farklı bir şey sunmamaktadır. Başka bir ifadeyle insanların doğuştan itibaren bilişsel bir gelişim gösterdiklerini, böylece birbirini takip eden, kültürel özellikler taşımayan evrensel basamaklar yardımıyla çocuğun daha karmaşık bilişsel bir yapıya ulaştığı ve bütün bunların sonucunda da dilin oluştuğu Piaget’nin görüşlerinin temelini oluşturmaktadır. Vygotsky ve Piaget arasındaki farklılık da zaten bu noktada başlamaktadır. Çünkü Vygotsky çocuğun bilişsel gelişiminin, çevresindeki diğer insanlarla kurduğu iletişimin sonucunda olduğunu ileri sürmektedir. Başka bir deyişle çocuğun zihinsel gelişimi bireyin değil; toplumun katkılarıyla olmaktadır. Vygotsky’e göre dil denen bilişsel beceriler çocuğun zihninde bir anda ortaya çıkmazlar.

Vygotsky ve Piaget’nin düşünme ve dil bağlamında karşılaştırılmasında ulaşılan noktada aslında düşünme ve dilin son derece yakın bir ilişki içinde olduğunu ve dilin düşünmeyi aktarma görevini üstlenerek bir bakıma bireyin kendini başkalarına ifade etmesini sağlayan en önemli araç olduğunu ileri sürebiliriz. Başka bir anlatımla dil düşünmeyi taşıyan araçtır ancak aracın doğru yolu bulmasını da temel güç olan düşünme sağlar.

KAYNAKÇA

Budak, Selçuk (2001, 2003) <ı>Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Çotuksöken, Betül (2000) <ı>Felsefi söylem Nedir?, İstanbul: İnkılâp Kitabevi.

Kozulin, Alex-Gindis, Boris-Ageyev, Madimir-S. Miller, Suzanne (2003) <ı>Vygotsky’s Educational Theory in Cultural Context, Cambridge University Press.

Mengüşoğlu, Takiyettin (1998) <ı>İnsan Felsefesi, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Moll, Luis C. (1990, 2004) <ı>Vygotsky and Education; Instructional Implications of Sociohistorical Psychology, Cambridge University Press.

Piaget, Jean (1923, 2002) <ı>The Language and Thought of the Child. Translated by Marjorie and Ruth Gabain, Routhledge Classics.

Uygur, Nermi (1984, 2003) <ı>Kültür Kuramı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Vygotsky, Lev Semenovich (1985, 1998) <ı>Düşünce ve Dil. Çeviren: S. Koray, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.

MAKALELER

Comments on Vygotsky’s critical remarks concerning <ı>The Language and Thought of the Child, and <ı>Judgement and Reasoning in the Child, by Jean Piaget, 1962.

<ı>Oyun, Bilişsel Gelişim ve Toplumsal Dünya: Piaget, Vygotsky ve Sonrası, Ageliki Nicolopoulou, Çev: Dr. Melike Türkân Bağlı, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, yıl:2004, cilt:37, sayı:2

Not: Tarafımdan yapılan tez çalışmasının Maltepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi dergisinde yayınlanmış kısmıdır.

 
Toplam blog
: 116
: 1883
Kayıt tarihi
: 24.10.06
 
 

Emekli Deniz Öğretmen Subayım. Felsefe ve yabancı dil eğitimi üzerine çalışmaktayım. Yazmak ise b..