Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Wara vara, nowa ta çiya?

Wara vara, nowa ta çiya?
 

http://upload.wikimedia.org


"Kürt diye bir millet yok"
"Kürt dili de yok"


Eh o zaman sorun da yok….
Kapatın açılım dosyasını ya da faslını, kurtulalım…

Olmayan insanların, olmayan dilinin derdi bize mi düşmüş?
Ya da olmayanı, oldurmaya mı çabalıyoruz?

***

Eskileri bilmem….
Ben yaşadığım, gözlemlediğimi bilirim.

Sene 1964…
Bundan tam kırk beş yıl önce…
Kırık dökük bir MAN kamyonla Ağrı Doğubeyazıt ilçesine gidiyoruz.
Babamın tayini oraya çıkmış.
Sıcak bir Temmuz günü varıyoruz oraya…
Yol ayrımında, daha doğrusu İran'a gitmek için Gürbulak sınır kapısına giden yol ile Doğubeyazıt'a giren kavşak noktasında duruyor kamyon.
Solda damı olmayan toprak evler, sağda ise beşer katlı apartmanlar var.

Çocuk aklım yeni evimizi o apartmanlardan birinde sanıyor, seviniyorum.
Çünkü o zamana kadar apartman denen yerde hiç oturmamışız.

Babam iniyor kamyondan, birileri ile konuşuyor. Adam eli ile soldaki toprak evleri gösteriyor.
Babam tekrar biniyor kamyona ve sağa değil sola dönüyor kamyon ve o toprak evlerin önünde duruyor.
O apartmanlar meğer subay lojmanları imiş, babam polis olduğu için biz orada oturma hakkına sahip değilmişiz.
Bükülüyor boynum…
Hepimiz iniyoruz kamyondan…
Etrafımızı onlarca çocuk sarıyor, hepsi benden küçük, kimi mavi, yeşil gözlü, kıvırcık sarı saçlı, kimi esmer tenli kapkara gözlü çocuklar…
Burunlarından akan sümükler, ellerinin tersiye sildiklerinden olacak, ya dudaklarının hemen üzerinde ya da yanaklarına doğru beyaz iz bırakmış. Kimisi de yemyeşil akan sümüğünü çekip duruyor hırk, hırk diye…

Bir şeyler diyorlar ama ne dediklerini anlamıyorum.
İşte birileri tarafından yok denen Kürtçeyi ilk duyuşum böyledir.

O kalabalık kısa sürede artıyor, parlak kumaşlardan allı morlu , güllü desenli elbiseler giymiş, bembeyaz tülbentleri burunlarına kadar sarılı, sadece gözlerini gördüğümüz, ama göğüs dekolteleri oldukça açık, kırmızı bir kurdeleye geçirilmiş sapsarı beşi bir yerdelerle göz dolduran kadınlar da geliyor yanımıza…

Kürt kadınları ile tanışmam da böyle oldu işte…

Karınca sürüsü gibi olunca, kısa sürede bir kamyon eşya, o toprak evin önüne indiriliveriyor.
Yaşadığım hayal kırıklığını anlatmam imkansız.
Apartman yerine kerpiç, yani her tarafı toprakla sıvalı bir ev….
İki oda bir hol, tuvaleti , banyosu filan da yok…
Kısa sürede yerleşiyoruz, zira her biri, bir işin ucundan tutuyor.
Esasen öyle aman aman bir eşyamız da yok. Nohut oda bakla sofa misali iki saat içinde bir evimiz olmuş oluyor.

O arada pırıl pırıl bir tepsi içinde mis kokular saçan yemekler geliyor önümüze…
İştahla yiyoruz hepimiz.. Ardından da türüm türüm kokulu kaçak çay…

İki yıl kaldık Doğubeyazıt'ta.
Pek çok Kürtçe kelime öğrendim. Kafa göz yara yara da olsa konuşurdum.
Şimdi, yani üzerinden bunca yıl geçtikten sonra aklımda kalanları bu yazıya başlık yaptım.
Wara gel demekti… here de git…
Nova ta çiya ise ismin ne demekti…Belki hatalı da yazmış olabilirim, kusura bakmayın…

İki yıl…yani tamı tamına yedi yüz otuz gün…
Kürtlerle iç içeydim. Okulda, sokakta, evde…
Ev sahibimiz Kürttü.
Oranın tek lokantasını işletiyordu. Lokantanın ismine dikkatinizi çekmek isterim. "Cumhuriyet Lokantası"…
Dört karısı ve onlarca çocuğu vardı.
İki yıl hiçbir sorun olmadan kardeşçe yaşadık.

Tayinimiz Afyon'a çıktığında ardımızda gözü yaşlı insanlar bıraktık.
Şimdi kim beni Kürt diye birilerinin olmadığına inandırabilir?

Galiba bizlerin hatası Kürt dendiğinde herkesi ve her şeyi aynı torbaya doldurup tombala çeker gibi davranmamız.

İşimize geldiğinde kardeşiz, gelmediğinde hasım…

Bir zaman geliyor ne güzel bir kültür mozaiğimiz var diyoruz, etnik kökenleri ardı ardına sıralayıp tek milletiz diyoruz, bir zaman geliyor hani neredeyse memleketten gitseler gibisinden bir kovma hali yaşıyor, yaşatıyoruz.

PKK yüzünden olsa gerek yılların verdiği olumsuz birikimlerle ve belki de bilinçaltımıza işlenenlerle önyargılı davranıyoruz diye düşünüyorum.

Yıllardır süren acıları, kendi gönül penceremizden görüyor, gözyaşı döküyoruz ama empati yapmayı kendimize asla yediremiyoruz.
Yavrusunu şehit veren bir anne yüreğinde hangi acıyı duyuyorsa, kendi rızası dışında dağa götürülmüş bir çocuğu olan anne de evladı ölünce aynı acıyı duyuyor.
Acılar ortak, üzüntüler benzer…
Ama kızdığımız zaman PKK ile asla ilintisi olmayanları, devletine, bayrağına bağlı, dini bir nice insanları da sanki teröristmişçesine aynı kefeye koyup , yargılıyor, dahası onları "yok" saymayı marifet biliyoruz.

İşte hatamız burada başlayıp, sürüyor.

Haaa… Dost görünüp içinden gizli gizli düşmanlık besleyenler yok mu? Elbette var.

Mecliste yemin edip göreve başlayan ama gözünü kulağını Kandil'e ve İmralı'ya dikerek devleti kendi çizgisine getirmeye çalışanlar yok mu? Elbette var…

Birilerine yalakalık yaparak toprak almak ve Kürdistan devleti kurma hayali olanlar var mı? Elbette var…

Ve bizler elbette her zaman uyanık olacağız.
Ama…
Etnik kökeninin Kürt olduğunu ifadelendiren kaç milyon insanımız var ise, tamamını kötü ve art niyetli sanmak hatalı olduğu gibi, yok saymak da hatadır.

Ancak, sürekli olarak Kürtleri ya da Kürt sorunu denen sorunlar her ne ise onları dilimize pelesenk ederken , bu ülkenin topraklarında yaşayan diğer etnik kökenlere mensup vatandaşlarımızı da unutmamalıyız…

Büyük çoğunluğu Türk olan ve Türk olduğunu her fırsatta göğsünü gere gere ifadelendiren insanları da kıracak, üzecek veya tahrik edecek söylemlerden de olabildiğince uzak durmaya özen göstermeliyiz.

Zira son dönemde sürekli olarak bu ayırım öyle ya da böyle bir şekilde gündemde tutulmaya çalışılmakta, hatta ince ince işlenmektedir ve işte en büyük tehlike de orada gizlidir.

Aman dikkat…

 
Toplam blog
: 79
: 1982
Kayıt tarihi
: 17.07.06
 
 

Salyangozları bilirsiniz... Onları görmeseniz bile geçtikleri yerde bıraktıkları izlerden anlarsı..