Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Ya ben geç kaldım ya da o hiç yoktu..

Ya ben geç kaldım ya da o hiç yoktu..
 

Fotoğraf BERUSSA.


"Küller arasında sekerek dolaşan küçücük serçe, yüreğimin son çırpınışlarıymış geç anladım !"

-"Ben güçlüyüm aşık olmamalıyım. Aşk zaafiyettir. Duyma söylenenleri, görme, göm kafanı kum'a, içine hapsettiğin yüreğini açma kimseye. Allah korusun aklın bir çelinirse ailen, sorumlulukların, kariyerin, işin herşey darmadağın olur. Aklınla yüreğin arasına sıkışıp kalmamalısın Prenses ! Önünde upuzun yıllar var. Zamanı geldiğinde sana lâyik olan birine aşık olmalısın." diyerek geçirdiği yılların ardından, geç kalmışlığın pişmanlığı ile gaza basıyordu İpek...

Aniden frene basarak durdu. Duvarla arasında iki parmak mesafe kalmıştı. Direksiyona kapanarak ağlamaya başladı."Aptal ! Aptal ! Aptalsın sen..." Doğruldu arkasına yaslandı. Dikiz aynasını tam yüzüne doğru ayarlayıp kendini seyretmeye başladı. Makyajı akmış, burnu ağlamaktan kızarmış, rengi bembeyazdı. Yıllardır bu sahte renklerin arkasına saklamıştı gerçek yüzünü. Siyah kalemin, rimelli kirpiklerinin çevrelediği kocaman gözlerini; ardında ki hüzün, korku, içinde kopan fırtınalar hissedilmesin diye saklamıştı. Yalnız, mutsuz, uykusuz geçen gecelerin sabaha çeyrek saatlerinde sızdığından; her yeni günün sabahında cansız yüzünü, renkli allıkların ardına gizlediği gibi…

Yan koltukta ki çantasına uzandı. Çok para vermişti bu çantaya. Kıyafetlerine de… Çantasının içinden gümüş matarayı alıp bir dikişte içti. Boğazını yakarak midesine doğru inen alkolün verdiği acı, yüreğinde ki yaranın üzerine dokunduğunda mutsuzluğun bedenini nasıl kasıp kavurduğunu bir kez daha anladı.

Arabadan indi, ayakkabılarını çıkarıp eline aldı. Apartmanın güvenlik görevlisinin şaşkın bakışları arasında asansöre doğru yürüdü. Dönüp arkasına baktı. Garaj doluydu. O her zaman kendisine ayrılan yere park etmişti. Çizgiyi hiç ihlal etmemişti. Kurallar ! Kuralları !

Daire kapısına geldiğinde içeriye girmek istemediğini fark etti. Geri döndü, durdu. O an gitmek, kaçmak istediyse de bir anda ışık hızıyla sorumlulukları geldi aklına. Annesi, babası, kardeşi, kızı, eşi, işi…Geri dönüp zile bastı.

-Nerdesin sen? Saatten haberin var mı? 9. Bu halin ne? Yemek yenmeyecek mi bu evde? diyerek salonda ki televizyonun karşısında ki koltuğa geçmişti eşi.

Sıra dışı bir gecenin izlerini görmeyecek, anlamayacak kadar bencil ! Her zaman ki sert ses tonu ve rahatsız edici beden dilini kullanarak kendini suçlu hissettirmişti İpek’e…Gözyaşları süzülüyordu halâ yanaklarından. Elinin tersi ile sildi . Gerçi görse de fark eder miydi emin değildi artık… Aniden evin içini dolduran müzik sesinden kızının evde olduğunu anladı. Elinde ki tabağı mutfağa götürüyordu. Belli ki İpek evde olmadığından sofra kurma gereği duymamıştı. Her ikisi de dışarıdan söylemişti.

-Selam. Ne o sulu şaka mı yaptılar sana ? Makyajın akmış.” diyerek yürüdü. Oysa ki o halâ kapının iç tarafında , elinde ayakkabıları, ağlamaktan şişmiş gözleri ve dağının haliyle öylece duruyordu.

Odasına yürüdü. Balkon’a çıktı. Çok uzaklara bakarak mırıldandı .

-Sen bu kadarsın işte Prenses ! Yalınayak, yalnız, tek başına…

Kızının kapıyı açarak içeriye gelmesini duymadı bile. “Anne” sesiyle irkildi.

- Ben yatıyorum. İyi geceler. Yarın tatile gideceğim biliyorsun. Param yok unutma sakın! diyerek çıktı odadan.

İpek “Anneciğim iyi misin?” diye sormasını beklerken bu taleple karşılaşması bir anda öfke katsayısını yükseltti. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ayakkabılarını “Defooll !!” diyerek fırlattı arkasından. Kapı tekrar açıldı .

- Bak unutma sakın okula da bu ay peşinatın yatması gerekiyor.

Odasının kapısı kapandığında , içinde dilsiz, sağır bir odanın kapısı aralanmıştı İpek’in. Hayal kırıklıklarını saklayacağı bir odaydı bundan böyle..

Duş alıp çıktı. Salona geçti. Eşi koltukta uyuyordu. Üzerini örttü. Televizyonu kapattı. Masanın üzerine kızının harçlığını bıraktı. Eşinin el yazısı ile masanın üzerine bıraktığı notlara göz attı.

“Annen Perşembe günü doktora gidecekmiş, randevu al !”

“Babanın hafta başı kontrolü varmış..”

“Muhasebeciyi ara ödemeleri bildirecekmiş !”

“Mal sahibi aradı kira yatmamış…”

Sırada üst üste konulan zarflar vardı. Elektrik, su, telefon, banka ekstreleri…

Bir şişe viski, bir bardak ve kül tablasını alarak odasına geçti. Saat 1.30’du ve o yeniden balkondaydı. Bardağını doldurup buzun erimesi için döndürürken, göz pınarlarında biriken yaşların süzüldüğünü hissetti.

-Bunları yaşamak için mi kendinden vazgeçtin İpek? Değdi mi? Aşık olmak için hani önünde upuzun yıllar vardı? Hani kendine lâyik olan birine aşık olacaktın? Aşk’a ne oldu İpek? Yarım asır geçti ve yüreğin son çırpınışlarda..

Arkasına yaslandı. Kendi gibi, kendinle , savunmasız, küçücük bir çocuk gibi kayan yıldızlardan dilek tutuyordu. Güçlü gözükmek zorunda değildi. Rüzgâr ve ay ışığı dans ediyordu teninde. Aşk böyle bir duygu mu acaba ?diye geçirdi içinden. Huzur veren, içini acıtmayan, canını yakmayan… Aşık olan insanlar bir ömür boyu aynı yatakta birbirlerine sarılarak mı uyurdu? Aşk’ta bencillik yok muydu? Okul parası, faturalar nasıl ödeniyordu aşk evliliklerin de? Aşk soyuttu oysa ki…Koltukta uyuyan eşi, kızının tatil ve okul parası, faturalar ise gerçekti…

Eşi aşk için “ Şehvetin adını aşk koyuyorlar ki ilişki “one night” olmaktan çıksın.” derdi.

Kızı ve arkadaşları “ Aşk bittiği gün herkes kendi yoluna” gitmeliydi.

Kendi arkadaşları arasında “Aşık olmak sonsuzluktu. Aşk ruhun arınması, acıyla terbiye olmasıydı. Aklın dur ! dediği yerde, aşkın sınır tanımamasıydı.”

Annesine göre ise “ Kavuşamamak, efsane olmaktı.”

Felsefecilere göre “Mutlu aşk yoktu.”

Kendi gecesine döndü İpek. Tüm bu aşk açılımlarının kendi gerçeğini değiştiremeyeceğini düşündü. Evlilikti onun ki. Ne “one night” olabilirdi, ne bittiği gün kendi yoluna gidebilirdi, ne de efsane…Evliliğin temelinde “ tam teslimiyet” vardı çünkü ! Ruhunu kendine sakladığında ise sonra ki yıllarda yaşanacak mutsuzluktu. Aşk, “Ruhun, ait olmak istediği kişiye ait olmasıydı.”Teslimiyet yoktu aşkta. Kendi isteğinle “ait olma, onun olma, hep ve daima…” olguları vardı. Ya bittiğin de? Sorusunun cevabı da açıktı. Kendi isteğinle yaptığın hiçbir şeyden pişmanlık duymazdın. Ruhun incinir, yaralanır, kalbin paramparça olur ancak rutin teslimiyetler kadar yıkıcı olamazdı. Onca cam kırıklarına rağmen, en güzel kokulu çiçeklerin yer aldığı vazonun eski halini hatırladıkça tebessüm yayılır yüzüne… Aşkın bittiği gün , beynin otomatik pilotu devreye soktuğu gündü. Talimatlar doğrultusunda hareket etmek…Evlilik bu olsa gerek diye geçirdi içinden…

Bir gecenin daha sabaha çeyrek saatine gelmişti. Geçen zamandan elinde kalanları hüzünle toplayıp günlüğünün içine kaldırdı. Bu günü yazmayacaktı İpek yorgundu. Tek bir satırla yetindi.

“Ya ben geç kaldım, ya da o hiç yoktu…”

 
Toplam blog
: 347
: 1365
Kayıt tarihi
: 31.10.07
 
 

İstanbul 25 Temmuz : /… İşletme tahsil ettim. Özel ilgi alanım olduğu için 2 yıl Psikoloji okudum..