Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '10

 
Kategori
Siyaset
 

Ya içtiğiniz yemine sadık kalınız ya da vicdanlı olunuz

Ya içtiğiniz yemine sadık kalınız ya da vicdanlı olunuz
 

Uluslararası taşeron ve ayrılıkçı teröristlerce şehit düşürülen gençlerimiz var burada.


I.

TBMM'deki son konuşmalara bakıldığında BDP de DTP gibi ayrılıkçılık söylemleri yolunda hızla ilerliyor. Hükümet de Güvenlik Güçleri de zor bir dönemece girmiş durumda. Ne yazık ki günden güne bir toplum huzurunu bozmakta olan terör tehdidi; çok değişik siyasi hesaplardan dolayı, hiçbir alanda siyasi uzlaşma da sağlayamamıştır. Birilerinin taşeronu yaftası ile daha bir sihirli hale gelen eli kanlı uluslararası nitelikli Terör Örgütü de oldukça azıttı. 11 Eylül Saldırısı'ndan sonra, bazı yönleri ile haklı olarak Ortadoğu'nun da jandarması durumuna yükselmiş olan ABD de ne yazık ki çoğu zaman, eli kanlı terör örgütü ile aynı ağzı kullanan ayrılıkçılar ile açıktan açığa görüşmelere başladı.


13 Temmuz 2010 Salı akşamı Ankara'da ABD Büyükelçilik Konutu’nda Büyükelçi James JEFFREY'in veda yemeğinde TBMM'den bazı milletvekilleri de hazır bulunmuş. Hürriyet Gazetesi'nden Bülent SARIOĞLU'nun bildirdiğine göre:
''Yemekte sohbet, “Türkiye’deki Türkler ve Kürtler ayrılmak mı istiyor?” konusuna gelince milletvekilleri de görüşlerini dile getirdiler. Milletvekilleri, Türkiye’deki Kürt vatandaşların İran, Irak ve Suriye’deki Kürtlerden çok farklı olduğunu, yüzyıllardır kaynaşmış, iç içe geçmiş bir toplumsal yapı bulunduğunu'' vurgulamışlar. Bu arada bizce ne gibi talepler olduğu belli olmayan ''BDP’li Sakık’ın, Kürtlerin talepleriyle ilgili sözleri üzerine Jeffrey, “Ayrılırsanız üçüncü sınıf bir Ortadoğu ülkesi olursunuz. Türkiye de batılı bir ülke olarak yoluna devam eder” diye cevap veriyor, kısaca.

BDP'den Muş Milletvekili Sırrı SAKIK ise sanırım bir oldubitti ile kurulmasını hayal etmekte olduğu sözde bir devlet için olsa gerek:

“Biz Ortadoğu bataklığında bir ülke olmak istemiyoruz. Biz Türkiye’nin batıyla entegre, Avrupa değerlerini gerçekten özümsemiş, demokratik özgürlükleri kurmuş, halklarının demokratik haklarını tanımış ileri bir ülke olmasını istiyoruz. Bugün Kürtler arasında bir oylama yapılsa ayrılmak isteyenler çok cüzi bir oran çıkar, belki yüzde 3’ü bulur” demiş. DBP Milletvekili Sırrı SAKIK’ın, “Türkiye’de yıllardır özellikle yargı, Kürtler üzerinde çok baskıcı olarak kullanılıyor” sözleri üzerine AK Parti Kırıkkale Milletvekili Vahit ERDEM : “Hangi ülke terör ve şiddet karşısında tedbir almaz? 11 Eylül oldu, ABD’nin kimyası değişti. Hürriyetler toplumu olan ülke, güvenlikler toplumu haline dönüştü. Bizde yaşanan terörün onda biri yaşansaydı herhalde kıyamet kopardı” diye karşılık vermiş. Oysa Sırrı SAKIK, sanırım çok hazırlıklı gelmiş ki ''temkinli'' olmayı da elden bırakmadan konuşmasına devam ediyor. Aşağıda bu konuya yeniden döneceğim.

Anlaşılan o ki bizde ne politika ne de diploması ahlakı gelişmiş bulunuyor. Birileri sanki açık pazarda bir mal alıp satıyor, biz de kuzu kuzu dinliyoruz. Bu gibi bir konuşmanın ne Fransa ne Romanya ne İtalya ne İngiltere ne Çin ne de ABD'nin her hangi bir yemekli sohbetinde konuşulabileceğini sanmıyorum. Benzeri bir durum Moskova'da da mümkün olamaz. Böyle bir durum için uygun görülen söz; artık iş içten geçmiş olduğu için ''bir nabız yoklaması'' biçiminde değerlendiriliyor ise, işin rengi iyiden iyiye değişmeye başlamıştır demektir.

Ayrıca bir milletinvekili, o makam için gerekli olan yeminine rağmen; kendi ülkesinin bölünüp parçalanabilmesi durumunda ABD'ye göre kendilerini zencilerle kıyaslattırabilecek bir duruma düşebilir mi? Kaldı ki konuşmalarda yer alan 11 Eylül Saldırısı ile PKK Terör örgütünün ortaya çıkarmış olduğu ''bedeller'' üzerinden de bazı kıyaslamalar yapılmış bulunuyor. Bana göre siyasi ahlâka da diplomasi adabına da uymayacak kadar haddini aşan konuşmalar bunlar. Ne yazık ki tarihimizde bu tür konuşmaların ve nice düş kırıklıklarının var olduğunu biliyoruz. Bu kertede gönül istiyor ki Keçecizade Fuat Paşa oralarda bir yerlerde olsa da en dobra sözlerinden bir kaçını daha söylemiş olsaydı, diyorum.

Kimdir Muşlu Sırrı SAKIK? Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Partiler Kanunu’na göre TBMM’de BDP’nin bir milletvekili. Milletvekili mazbatasını aldıktan sonra TBMM çatısı altında yüksek sesle okumuş olduğu Milletvekilliği Yemini’ni burada bir kez daha okuyalım:
‘’Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.’’

Bu yemini yüksek sesle okumuş olan bir milletvekili olarak Sayın SAKIK ‘’Devletin varlığı ve bağımsızlığı’’ yanında ‘’vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü’’ ile ‘’milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini’’ koruyacağına yemin etmiş bir kişi olarak nasıl bir ‘’nefs muhasebesi’’ yapmaktadır, sormak isterim. Kaldı ki kendisi Muşlu bile olsa sınırlarımız içinde yaşayan bütün kişilerin, benim bile milletvekilimdir. Söz konusu yemekte dile getirmeye çalıştığını öğrendiğim kimi talepler ile kimi saptamalarındaki çelişkilere rağmen ‘’namus ve şeref’’ üzerine içilen bir yemine rağmen neden ve niçin ayrılmak, ayrı devlet olmak gibi bir hevese kapılmaktadır, hayretler içindeyim. Açıkça ne gibi talepleri olduğunu bilemediğimiz Sayın SAKIK eğer ''ayrılık'' kapsamında bazı pazarlıklara girişmeye başlamış ise, kesinlikle benim milletvekilim olamaz. O sıfatı bir an önce bırakması yanında, o sıfat gereğince almakta olduğu maaşı da almaması gerektiğini söylerim. Bu konuda umarım TBMM'nin ilgili birimleri de gerekli tedbirleri alacaklardır.

AİHM Kararları'na göre, bir anlamda sağlıklı bir kişinin ne bir ''terör örgütünü destekleyen açıklama'' yapılabilmesi ne de ''Anayasaya bağlılık yemini etme yükümlülüğü''nden kaçınılması söz konusu olamaz. Umarım düşünce özgürlüğü çerçevesinde, ‘’ant içerim’’ diyerek bitirdiği yemini de unutmadan bunları da açıklamaya çalışır. Sayın SAKIK’ın ‘’ Bugün Kürtler arasında bir oylama yapılsa ayrılmak isteyenler çok cüzi bir oran çıkar, belki yüzde 3’ü bulur” sözünü de açıklayabilecek bir biçimde bazı yaklaşımlarımı yazmak istiyorum.

II.

Biliyoruz ki Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Zaza, Asur, Arap, Nasturi, Yezidi, Süryani, Ermeni, Kommagene, Türk, Türkmen, Kara Keçili, Alikanlı, Aydınlı, Adıyaman(lı), Bayındırlı, Beydili(Badıllı), İzoğlu, Şavak, Bozulus, Üçok, Akkoyunlu, Karakoyunlu, İlhanlı, Moğol, Bozok, Barak, Milli, Pasyan, Kırmanç, Sorani, Gorani, Lori, Luvi kökenli yurttaşlarımız yaşamaktadır. Tarım ve hayvancılık alanındaki nice geçim sıkıntılarına rağmen dostça yaşayan bu yurttaşlarımız; içinde Devlet’in pek çok ihmalinin bulunduğu sebepler yüzünden doğan terör ile birlikte, yıllardan beri büyük bir kaygı içine girmiş bulunuyor. Kaldı ki tarihin ve talihin birer cilvesi olarak çok değişik ağızlar konuşsalar bile, bu toplulukların belirli bir sevgi saygı, dayanışma ve ortak değerlerde buluşarak kaynaşmak gibi süreçler içerisinde her alanda yan yana ve kardeşçe yaşamakta olduklarını unutmamak gerekiyor.

Bu süreçte onlara; basmakalıp bir genelleme olarak topluca KÜRT diyen ''siyaset ağaları'' ile ''ayrılıkçı'' ve ''bölücü terör propagandistleri'' tarih, göç, akın, kültür ve din içerikli konuları okuyup da gelsinler. Okumaya yürekleri yetmiyor ise ne olur halkın arasına girerek onların bakış açılarından hareketle değerlendirmeye çalışsınlar olan bitenleri. Yoksa bu gidişle ''rüzgâr eken, fırtına biçer''!

Bu konuda Cizre'deki Bedirhan Beyi'nin 1842 ile 1843 yılları boyunca başta Asuriler olmak üzere çevre topluluklara karşı girişmiş olduğu ve içinde ayrılıkçı çabaların da bulunduğunu bildiğimiz ''soykırım, yağma ve talan'' girişimlerini, hiç kimse unutmuş değildir. Ne ki bütün çabalarına rağmen o çıkışında yalnız kalmıştır Bedirhan Beyi. Çevreye saldığı korku ve zulüm çok sürmez bir süre sonra yakalanarak ''ailesiyle birlikte Konstantinopel'e'' götürülür.
(Bu konu ile diğer ayrıntılar için bakınız: http://www.acsatv.com/filer/Malik-Qambar.pdf)

Ne kadar acıdır ki çoğunun ailelerine ''başlık parası'' gibi bedeller ödeyerek; 1990'dan beri ''gelin gitti'' dedirttikleri ve dağa kaldırılanlardan başka kimseyi kandıramaz bu propagandistler. Terörü azıtan sebeplerin başında Avrupalı gençlere uyuşturucu pazarladığı da bilinen Terör Örgütü'nün, bir yönü ile haklı olarak ''istismar'' ettiği ''topraksızlık, marabalık, ırgatlık ile başlık parası yüzünden evlenememek, aile içi şiddet, karmakarışık kimi töreler ile karmaşık terör'' türünden pek çok neden vardır.

Bu yüzden Doğu'da ya da Batı'da her nerede var ise oradaki ''toprak ağalıkları'' (ki tapularının olduğu bile şüphelidir bence; fiili işgal vardır, hazine topraklarında) kaldırılarak; halka toprak dağıtılmalı ve durumlarına göre her bir aileye en az 250.-TL ile 400.-TL arasında aylık bağlanmalıdır. Yoksa bu yeni Celali İsyanı daha çok yayılacaktır. Büyük kentlerden de siyasi olduğu kadar eylemci bir kesimi de yanına alarak toplumsal huzur bozulacaktır. Bu gibi işlerin bazı provalarının yapıldığımı hepimiz biliyoruz.

III.

DTP gibi BDP de aba altından sopa göstererek Hükümeti ve toplumun bütün kesimlerini yeri geldiğinde uyarmaktadır. Bu uyarılara karşı sadece polis ve asker ile cevap vermek yetmez. Böyle olmadığını otuz yıldan bu yana hep gördük. Ne yazık ki bu yanlış yoldan bir adım geriye atılmış değil! Unutmayalım ki uluslararası ve taşeron olduğu resmi ağızlarca da sık sık belirtilen kimi odaklar hiç boş durmuyorlar. İki yüzlülükte de onlarla kimse yarışamaz. Bu kapsamda yıllardan beri söylenegelen ''gündüz külahlı, gece silahlı'' yakıştırmasını, oldukça açarak değerlendirmek gerekmektedir, bence. Bu uğurda propaganda yapanların amaçları iç kargaşalara bağlı olarak yurttaşlar arasında ''kan çıkartmak'' ve ayrılıkçılığı körüklemektir.

Ne yazık ki Hükümet Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi çok anlamlı bu yaklaşımın içini kültür, tarih, demokrasi, hak hukuk, kardeşlik, din iman birliği ve komşuluk gibi özlerimiz ile dolduramadığından bu proje ''zamana havale edilmiş'' bulunmaktadır. Bir yılı aşkın bir süreden beri bu işlerin neden ve niçin olduğunu da anlayabilmiş değilim. Ayrıca TRT Kurumu, Ziraat Bankası ile TCDD'nın BALKAN EKSPRESİ ası altında Ankara'dan Macaristan'a turistik bir gezi düzenlemesi de bu aşamada Hükümet organlarının Kardeşlik Projesi konusunda eşgüdümsüz olduklarının en açık delili olsa gerek. Bu proje kapsamında Ankara'dan Sarıkamış ile Nusaybin'e doğru katar katar bir kaç tane Kardeşlik Treni yola çıkarılamaz mıydı?

IV.

İşte bu gibi açmazlar ortamında ne yazık ki kimilerine gün doğmuş bulunuyor. O kimileri de kapı kapı dolaşarak: ''ALLAH'ın izni ile Taşeron Terör Örgütümüz sayesinde epey yol kat'ettik. Türkiye ile Irak'ta yer tuttuk. Biz ayrılırsak ne gibi yardımlarınız olur; daha ne kadar bekleyeceğiz'' efendimci söylemleri yaymaktan hiç çekinmiyorlar. Çünkü ülkedeki hukuk, dokunulmazlıklar dâhil bazı bakımlardan işle(til)miyor anlaşılan.

Osmanlı'nın pek çok dış ve iç gailelerden dolayı tesis edemediği bizi bize döndürebilecek olan ''diriliş hamleleri'' Cumhuriyet ile birlikte, ''medeni hukuk, ceza hukuku ve ticaret hukuku'' gibi kimi açılımlar ile bir nebze de olsa hayata geçirilmeye başlanmıştır. Bütün bunlara rağmen ülkemizdeki siyasi otoritelerin her şeyi kendilerine yontmaya çalışması heveslerinden dolayı hukukun ''he'si'' ile adaletin ''a'sı'' usul usul tesis edilmeye çalışılmaktadır.

Bütün çabalara rağmen ''kanun önünde eşitlik'' bile gerektiği gibi uygulanamamakta; hukuk da adalet de güçlüden ya da siyasilerden yana çalışmaktadır. Unutmayalım ki Batı büyük keşiflerden sonra 1750'lerde başlayan Sanayi Devrimi ile 1789 Fransız İhtilâli yolu ile yaygınlaşan hak hukuk, liberalizm, emek, demokrasi, insan hakları gibi yüce değerlere; geniş çaplı zenginlikler yolu ile yenice ulaşmaya başlamıştır.

V.

İşte bu tarihi gerçek 13 Temmuz Salı günü Ankara'daki ABD Büyükelçiliği'ndeki yemekte bir kez daha vurgulanmış. DBP Muş Milletvekili Sırrı SAKIK dersini iyi çalışmış bir eda ile: “Amerika bugün bütün halkların Amerikası olmayı başardı. Bugün bir siyah ABD’nin başkanı oldu” deyince Büyükelçi, “Bugünlere gelmemiz kolay olmadı. Çok büyük bedeller, 600 bin insanımızı kaybettik” diyor. Sakık da “Biz de çok bedeller ödedik, ödemeye de devam ediyoruz” karşılığını veriyor. AK Partili Vahit ERDEM ise her zamanki hazır cevaplılığı ile ''belki ders olur'' diyerek, sözünü esirgemeden: “ABD’de yeni oldu ama bizde zaten vardı. Cemal Gürsel, dörtte bir Kürt olan Turgut Özal Cumhurbaşkanlığı yaptı. Bu ülkede Kürtler her şey olabilirler” demiş.

Her şeyin birden bire ''güllük gülistanlık'' olmasını istemek ya ''karpuzun kabuğunu yalayarak karpuzun tadına erişmek'' ya da aç tavuğun kendisini ''darı ambarında görmesi'' gibi bir düşler ülkesinde dolaşmak sarhoşluğu; bizi biz olmaktan uzaklaştıracaktır. Her ülkenin tarihi olduğu kadar toplumsal ve kültürel şartlarına göre şekillenir politikalar. Bu da uzlaşma kültürü ile at başı gidebilecek olan demokrasi ve İnsan Hakları duyarlılığı ile olur. Yakında çok şeylerin değişeceğine umutla bakarak; terörden medet umarak ve terörden yana sempati duyarak yaşamayı ilke edinmiş olan ayrılıkçı ve dış destekli olmaya özen gösteren eşhasa ''ne olur artık vicdanlı olunuz!'' diyerek, yazıma son veriyorum.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..