Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Kasım '15

 
Kategori
Güncel
 

Ya profesörlükten ya da anketörlükten vazgeçmeli!

Ya profesörlükten ya da anketörlükten vazgeçmeli!
 

17 Ağustos 1999 depremi sonrası ilk kez yoğun bir şekilde gündemimize gelmişti...

O derece büyük yıkıcı bir deprem karşısında milletçe şok geçiriyorduk.

Bu deprem dedikleri şey neydi, nasıl dünyamızı bir anda yerle bir ediyordu, gelecekte de ne denli bir tehlikeyle karşı karşıyaydık?

Halkımızın kafasındaki bu soruları gidermek için de, çok haklı olarak, her kanal bu konunun bir uzmanını ekranına çıkarıyordu. Bu, hem bir ihtiyaçtı hem de kanalların arayıp da bulamayacakları bir reyting meselesiydi. Kanallar adeta birbirleriyle yarışıyorlardı ve saatlerce hep aynı konu işleniyordu.

Deprem konusunun da en uzman kişisi kim olabilirdi? Tabii ki deprem konusunda akademik kariyer yapmış ve alanında en üst seviyeye çıkmış Jeofizik ya da Jeoloji profesörleriydi.

Hiç ünvanı olmayan birinin konuşmasıyla böyle bir titri olan birinin konuşması bir olabilir miydi? Halk tabii ki ikincilere güvenmekle çok haklıydı. 

Bu nedenle o zamana kadar adı sanı duyulmamış ve deprem olmasa hiç de duyulmayacak bir sürü deprem profesörü bir anda Türkiye'nin fenomenleri olmuşlardı.

Deprem gibi ekonomik krizlerde, savaşlarda vs toplumu etkileyen her olağanüstü durumda kanallar hep konuların uzmanlarını ekranlara taşıdılar. 

Bu durum gayet olağan bir şeydi.

İsmin başına profesör titrinin olması başlı başına bir güven kaynağıydı.

31 Mayıs 2013, yani Gezi olaylarının başlamasıyla beraber Türkiye bir siyasi çalkantı dönemine girmişti. Üst üste üç genel seçimi kazanan AK Parti iktidarına karşı bir muhalefet ittifakı oluşmuştu. 

31 Mayıs 2013 tarihi aynı zamanda Türkiye'nin bir yerel seçim, bir cumhurbaşkanlığı ve bir de genel seçim sürecine girdiğini gösteriyordu.

Tüm siyasi çalkantılara, toplumsal olaylara, tape-kaset organizasyonlarına rağmen AK Parti ilk iki seçimden başarıyla çıkmıştı. Sıra 7 Haziran seçimlerine gelmişti. Aslında üç seçimin en önemlisi bu seçimdi. Zira bu seçimde iktidar belirlenecekti.

Demem o ki; öyle ya da böyle oluşturulan siyasi gerilim Türkiye'nin en önemli sorunu haline gelmişti. Depremde olduğu gibi bu defa da haber kanalları siyaset uzmanlarını ekranlara çıkarıyordu. Siyasetin geleceğiyle ilgili en merak edilen bilgileri de anket şirketleri veriyorlardı.

Bir sürü anket şirketi... Birinin dediğini diğeri yalanlıyordu. Hepsi de aynı sahada işlem yapıp, ne hikmetse(!) farklı sonuçlar çıkarıyorlardı. Her seçimde çuvallamış olmalarına rağmen, büyük bir pişkinlikle adeta izleyicilerle alay edercesine söze başlarken, her seçimde en yakın sonuçları kendilerinin bildiğini söyleyerek söze başlamaları trajikomik bir durumdu. Bununla "Geçmişi en iyi ben bildim, geleceği de en iyi ben bilirim, bana güvenin" demek istiyorlardı.

Gerçekte anket şirketlerinin manipülasyon yaptıkları noktasında toplumda belli bir kanaaat oluşmuştu.

Belki de bu güvensizliği yenmek için 7 Haziran öncesi bir anket şirketi yöneticisi olarak bir profesör çıkarıldı karşımıza. Ana akım haber kanallarının değişmez demirbaş konuğu olmuştu. Profesör titri ona bir ayrıcalık tanıdığının farkında olarak, beraber programa çıktığı diğer uzmanları alaycı bir tavırla yeri geliyor küçümsüyor, yeri geliyor tersliyor; onlara hep yukarıdan bakıyordu. Yaptığı iş sanki bir pozitif ilimmiş gibi kesin ifadeler kullanıyor, yanılma paylarına yer vermiyordu.

7 Haziran seçimlerinde HDP ve CHP konusunda çuvallamasına rağmen, AK Parti ve MHP'yi en yakın tahmin etmesi ve koalisyonu işaret etmesi sebebiyle 7 Haziran sonrası iyice cesaretlenmişti. Ne de olsa tutturdukları önemliydi.

Rakiplerini küçümsemede, azarlamada daha da agresifleşmiş ve daha iddialı laflar etmeye başlamıştı.

Özellikle de koalisyonun kurulamaması, PKK ile çatışma ortamının başlaması ve özyönetimlerin ilan edilmesi olaylarından sonra bu olayların siyasi partilere yansıması en çok merak edilen bir konuydu. Çünkü bu, 1 Kasım seçimlerinin de belirleyicisi olacaktı.

Benim gibi anketlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan, gece evinde oturup gündemi ekranlardan takip eden biri tarafından bile; özelde koalisyonun kurulamamasından MHP'nin, PKK dolayısıyla da HDP'nin olumsuz etkilendiği; genelde ise kriz dönemlerinde seçmenin merkez partilerine yöneleceği gerçeği bilindiği halde bu profesör ısrarla her ekrana çıkışında farklı şey söylüyordu. Bu konuda daha da agresifleşmişti. 

Güya sahada gözlemleyerek kendinden çok emin bir şekilde iddia ettiği şey gerçekte suyun yukarıya doğru akmasından farksızdı.

Kesin ifadelerle tekrar tekrar söylediği HDP'nin hiç bir şekilde oy kaybetmediği hatta eski oyunun üzerine çıktığıydı.(Açıkladığı son ankette HDP oyu % 14,7(!) dir)

Garip bir durumla karşı karşıyaydık. 

Hani Mevlana'nın söylediği bir söz vardı: Bir lafa bakarım; laf mı diye, bir de adama bakarım; adam mı diye"

Olayımızda laf laf değildi ama adam bir profesördü. 

Şaşırmış kalmıştık. İçimizden acaba doğru olabilir miyi defalarca geçiriyorduk ama her defasında bunu eşyanın tabiatına aykırı görüyorduk.

Oysa bu sözü sıradan biri söyleseydi üzerinde durmazdık bile. Saçmalamış der geçerdik.

Şimdi 1 Kasım geldi ve HDP açısından herkesin beklediği, bir o profesörün beklemediği gerçekleşti. HDP barajın direğinden döndü!

Şimdi bunun hiç mi bir sonucu olmayacak? Hiç bir şey olmamış gibi mi davranılacak? Daha da önemlisi profesör titri taşımanın hiç mi bir sorumluluğu yok?

Aynı profesörün süreçte akademik kişilikle bağdaşmayan daha büyük bir hatası olmuştu. PKK'nın iki polisi uykularında şehit etmesi üzerine TSK'nın Kandil'i bombalamaya başladığı günün gecesinde, sanki iktidar bu kadar büyük sorumluluk gerektiren bombalama olayını erken seçimde oya tahvil etmek amacıyla başlattığı önyargısıyla PKK'yla çatışmanın siyasi sonuçlarını analiz etmeye kalkışmıştı. Tezi de iktidarın bundan sonra her şeyi erken seçimde getiri-götürü hesabıyla yapacağıydı.

Ne gariptir ki bu tezi önce Kandil, sonra da HDP sahiplenmişti. Güya iktidar 7 Haziran'ın rövanşı için PKK'ya savaş açmıştı!

Haydi, büyük bir yanılma olsa da, önceki anlattığım olay anketörlük işinin faaliyet konusu içinde değerlendirilebilirdi. Ya son olayı nasıl izah edeceğiz?

Bilim adamlığı sifatıyla bu kadar politize olma nasıl açıklanabilir? Dahasi daima şüpheci olması gereken bir bilim adamı nasıl bu kadar önyargılı olabilir?

İlgili şahıs bir akademisyen mi, bir anketör mü, bir siyasetçi mi ya da hepsi mi?

Akademisyen sifatıyla anketörlük yapıyorsa gerçekleri ortaya koyması gerekiyor.

Akademisyen titri taşıma sorumluluğu bunu gerektiriyor.

Fatih Sultan Mehmet'in o meşhur dilemmasını burada hatırlatıyorum. Küçük yaşta babası 2. Murat'la yaşadığı ihtilaf üzerine Fatih babasına, "Ben padişahsam emrediyorum, ordunun başına geçin; yok eğer siz padişahsanız görevinizi yapın!" demişti.

Eğer bu kişi bir profesörse nasıl bu kadar basit ve büyük hatalar yapabiliyor? Yani profesör olmanın gerektirdiği bir yetersizlik mi söz konusudur? Yoksa bir manipülasyon mu söz konusudur?

Her iki halde de büyük bir sorunla karşı karşıyayız.

Profesör ya profesör titrini ya da anketörlüğü bırakmalı!

02.11.2011

Hasan Basri Özgen

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..