Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '10

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Yağma yok!

Yağma yok!
 

Yağma yok! Bu gidişe dur denmeli! Yoksa, sıra insanlarda!


Ülkemiz, sanayileşme adına, yüksek kapasiteli üretim ile ilk defa 70’li yıllarda tanıştı. Bu yeni üretim tarzı dünyada 20.Yy. ile birlikte gelişen bir süreçti. Sanayileşmenin öncü ülkelerinde gelişen yüksek kapasiteli üretim teknikleri; teknolojinin etkisi ile iş akışında; sürelerinin kısalması ve işlenen ürün miktarında artış anlamına geliyordu. Geçen zaman içerisinde yüksek kapasiteli üretim tarzı ülkemize kadar ulaşmıştı.

Birim ürün başına maliyetlerin düşük olması, pazar hakimiyetine elverişli olması ve yüksek kâr oranları sebebiyle tercih ediliyordu. O yıllarda ülkemizde, iç siyasetin gündemi ateşle ve kanla yazılıyordu. Fırsatçı girişimci(!)ler tarafından, endüstrileşme politikası olarak; 2 asır önce, Amerika’nın işgali sırasında Batıya hücum eden göçmenlerin yaptığı türden bir yağma politikası uygulandı. Aslında bu yağmacılar, meydanı boş buldular da diyemeyiz. Ama karşılarında Kızılderililer kadar bile direnen olmadı. Sadece hizmet aşkı ile yanıp tutuşan koltuk sahiplerinin yöre insanının menfaatine(!) yönelik gayretlerinden söz edebiliriz...

Yurdumuzun birçok bölgesinde, yaşayanların çoğunluğu gelir elde edebilecek tabii kaynaklara ve verimli topraklara sahip değil. Ya hiç yoktur, yada mevcut imkanlar ağa, şeyh yada aşiret liderleri gibi parazitlerin kontrolündedir. Zaten böyle olmasa insanlar kendi yörelerinde geçimlerini temin eder, göç denen belâlı yolculuğa çıkıp geleceklerinin; ailelerinin, çocuklarının huzuru ile oynamaz. Bu insanların göç yolculuğunda öne çıkan tek hedef vardır. O da; geçinmek ve yaşam imkanları temin etmek!

Tarih boyunca süren büyük şehirlere göç olgusunu ayrı tutarsak; 1950’li yıllar ile birlikte hızlanan göç yolcuğunda (ilk dönemlerde) tarım ve hayvancılık sayesinde öne çıkan ova şehirleri tercih ediliyordu. Çukurova, Gediz, Doğu Marmara, Bursa ve Trakya bu sebeple hedefteydi. Bu bölgeler kısa zamanda, kaldırabileceklerinden daha fazla nüfusa ulaştı. İşte bu aşamaya gelindiğinde fırsatçı girişimciler gelir elde edebilecekleri başka bir ‘değer’ ile daha karşı karşıya geldiler: İnsandan para kazanma!

Dünya üretim sistemlerini makineleşmeye doğru yönlendirirken yaşanan hızlı süreçte sanayide kullanılan makine ve ekipmanlar konusunda da düşük modeller ve nispeten eski teknolojiler de hızla artmaya başladı. Hatta bazı sektörler tümüyle verimsiz ilan edildi. Bazı sektörlerde üretimi makineleştirmek mümkün değildi. İllaki insanlı olarak devam etmesi gerekiyordu. Bu sektörler zenginleşmede belirli seviyeye gelmiş ülkeler tarafından dışlandı. Teknolojisini yenileyen ya da katma değeri düşük sektörden çekilen sanayiciler ellerindeki makineler pazara sunuldu.

Bizler gibi sanayileşme konusunda geri ülkelerde başarı hanesine yazacak bir şeyler lazımdı. O dönemde dünya sanayi devleri tarafından dışlanan sektörleri, eskimiş makinelerine varıncaya kadar aldık. Buna teknoloji transferi diyerek üstüne alkış bile aldık. Böylece çöpten de olsa bir sanayiimiz olmuştu!
Gelişmiş ülkelere göre katma değer üreten stratejik sektörler tercih edilirken ellerinden çıkaracakları sektörleri üçüncü dünya ülkelerine paylaştırdılar. Ülkemiz de komşunun eskilerini almakta bir sakınca görmedi. Daha doğrusu göremedi:

• Ülkenin siyasal, bürokratik yapısına uygundu.
• Halk üç kuruş için amuda kalkacak hale gelmişti (yada getirilmişti).
• Planlanan bölgeler üretim için ihtiyaç duyulan (su , enerji, ulaşım gibi) kaynaklara sahipti.
• İşgücü için kullanılabilecek kalabalıklar, belirli bölgelerde yeterince yoğunlaşmıştı.
• Hukuk, mevzuat ve olsa bile bunları uygulayacak bürokrasi yoktu. (Yada çarklar arasında kırık dişli bulmak kolaydı.)
• Yaşananların farkında olan bir otorite yoktu. (Olsa bile o otoritenin harekete geçireceği mekanizmalar çok hantaldı.)

İşte bu şartlar altında dünyanın en kirletici sektörleri; tekstil, deri, kağıt alanında sanayileştik.
* * *
Sonuçta istenildiği gibi at koşturulabilecek ucu bucağı olmayan geniş ovalara ve atıkları denize taşıyacak derelere, çaylara ve nehirlere sahiptik. Kurulacak fabrikalarda, örgütlenme kavramından öcü gibi korkutulmuş insanlar karın tokluğuna çalıştırılacaktı.

Ucu bucağı olmayan ovalar; bitti. Dereler, çaylar ve nehirler; bitti.
Yağma yok! Hayat, halâ devam ederken bu gidişe dur denmeli! Yoksa, sıra insanlarda!
Hep sevgi ile kalın.

Murat SEVGİ
msevgi@mental.com.tr

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..